Thy ‘nin yeni hatlarına yaptığı promosyonlu uçuşlarını takip ederken Akabe uçuşunu yakalamış ve arkadaş çevremize de duyurmuştuk hemen. Toplamda altı kişi Ürdün'de dört tam gün geçirmek üzere yola koyulduk.
Hüsnü, Cengiz ve Leyla ile bizden önce havalimanına gelip
lounge'lerden birine kurulmuştu. Benle Eren ise dışarıda daha gariban kitleye
hizmet veren ortak mekanlarda duruyorduk. Şeytan dürttü Can Abi ‘yi aradım.
İsabetli olmuş, çünkü adam günleri karıştırmış ve uçuşun yarın olduğunu
sanıyormuş. Bir hışımda Sarıyer'den Yeşilköy'e geldi ve bize katılabildi.
1:30 da uçak havalanıyor. İlk kez THY ile uçuyorum.
Kardeşimin anlattığı harika yemeklere denk gelemedim ama görevlilerin içtenliği
bir gerçek. Sağolsunlar ellerinden geleni yaptılar ve benim meyve suyu krizimi
dindirmek için uğraştılar. Tekrar teşekkürler.
Uçak kalabalık sayılır. Ummazdım doğrusu. Ama asıl şaşkınlık
bir ışık deryası olan İsrail ‘in üzerinden uçarken yaşandı. Tanrım, ülke
gerçekten ışıl ışıl.
Uyumak için yere uzandım. Zemin sıcak. Yanımdaki kız
konuşmaya başlıyor. Türkmüş, bizim erkek halimizle “acaba” dediğimiz yerleri
tek başına gezmiş. Bir Türk olarak gurur duymadım diyemem. Amman'daki ailesine
gidecekmiş o da. Laflıyoruz. Eren lafa dalıp burada bekleyeceğimize şehre
inelim diyor. Herkes böyle deyince ben de uyuyorum. Yolculuk boyunca çok
konuşuldu ve gerçekten uykusuzum; adeta dayak yemiş gibiyim.
Movenpik Oteli'nin yanında Jett firmasının ofisi var. Bu Ürdün
içerisindeki en büyük ve kaliteli ulaşım firması. Amman ’a ve pek çok yere araç
işletmekteler. Burada başka bir Türk grupla daha karşılaşıyoruz. Hüsnü otele
gitmekten bahsediyor, açıkçası ben pek ümitli değilim ama az sonra Hüsnü işi
bağlamış şekilde bize sesleniyor. Ayşe'yle vedalaşıp otele gidiyoruz.
Sekizi biraz geçmişken Hüsnü kendine geliyor. Otelden çıkıp
araç kiralamaya gidiyoruz. Her yer kapalı. Sağlam bir sıcak olacağı da aşikar.
O nedenle zaman geçirmek için sağa sola bir göz atma amaçlı gidip geliyoruz. Otelin
arka tarafında, çaprazda, dünyanın en eski kilise yapısı olduğu iddia edilen bir yıkıntı var. Hayalkırıklığı.
Fırından bazlama tarzı bir şeyler alıyoruz, iki kişiye bir
torba düşecek şekilde. Küçük meyve pazarını da dolanıp aracımızla ilk hedefimiz
olan Akabe Kalesi'ne ulaşıyoruz.
Tarihe girmeyeceğim pek. Ama son bin yıldır bu bölgenin
tarihini bizzat yazmış bir milletin ferdi olarak biraz dokunacağım. Ümmetçi
kardeşler, batılı zihniyetteki arkadaşlar rahatsız olacak ama çok
yüklenmeyeceğim bu sefer merak etmeyin J
Şehrin günümüzdeki yeri de çok önemli. Karşı kıyı İsrail'in
Eliat kenti. Biraz öteleri Mısır. Yirmi km güneye giderseniz Suudi Arabistan.
Yahudiler çok eski zamanlarda bölgeyi domine ederken bile
burası önemli bir limanmış. Süleyman Peygamber zamanında burada güçlü bir
donanma bile inşa etmişler. Her önemli liman gibi buranın savunulması amacıyla
buraya Haçlılarca bir kale inşa edilmiş. 1170 ‘de Selahattin Eyyübi ele
geçirmiş. Memluklar Kansu Gavri devrinde kaleyi onarttılarsa da devletin kaderini
değiştiremez. Tüm Memluk topraklarıyla beraber kale de Osmanlı mülkü halini
alır.
Akabe Arap tarihinde çok büyük bir zaferin adıdır, Türk tarihinde ise az kişinin bildiği bir ihanetin. Lawrance Arap kabilelerini örgütlemektedir. Akabe küçük bir kenttir ama İngilizler bu kentin bir Alman denizaltı üssü haline getirilmesinden korkmaktadırlar. Ayrıca İngilizlerin Şam ‘a uzanma planlarını bozabilecek destek Türk Ordusu'na sadece buradan yapılabilirdi.
Kaynaklar burada ikiye ayrılıyor. İngiliz kaynakları 2
Temmuz 1917 ‘de Arapların kaleye tüm güçleri ile saldırdıklarını ve sadece iki
kayıpla tüm garnizonu ele geçirdiklerinden bahsetmekteler. Üç yüz asker teslim
olmalarına rağmen katledilir din kardeşlerince.
Yenilgiye bir kulp aramıyorum. Ama mantıken savunma
konusunda gerçekten üst düzey bir yeteneğe sahip olan Türk askerinin korunaklı
bir noktada basit süvari saldırısı karşısında bu kadar dağılması akla uygun
görünmüyor. Burada bir kertenpele var. Hele neredeyse hiç kayıp vermeksizin.
Günümüzde kale restorasyon nedeniyle kapalı. Aslına
bakarsanız öyle süper bir müstahkem bir
yer değil. Önündeki boşlukta dünyanın en yüksek bayrak direği denilen bir direk
var. Şansımıza tam da bayrak çekilirken yakaladık. Ayrıca burada bir de müze var ama pek zengin
olduğu söylenemez. Ama görevliler oldukça yardımsever, harita ve bilgi
eksikliğinizi burada giderebiliyorsunuz.
Fazla oyalanmıyoruz. Gecelemeyi Akabede yapmama kararını çok
önceden almıştık. Gerek Mark ‘ın sözleri gerekse Cengiz ‘in ısrarı ile Wadi Rum
‘a gidip orada konaklayacağız. Yanlış yapmamışız bu kararla.
Suudi sınırına kadar çok sayıda dalış merkezi var. Zaten her yer sahil. Kimi yerde koster, kimi yerde eski bir Rus tankı batırılarak doğal resifler elde edilmeye çalışılmış. Şnorkelle dalma mesafesinde bile çılgınca manzaralara şahit olunabiliyor. Henüz deniz mevsimi açılmadığı için bir yerle anlaşamadık dalış için. Gerçi dalış için tecrübesi olan da yok aramızda. Ben atlarsam sonuç, dalmaktan çok batmak söz konusu olabilir.
4 numaralı halk plajına giriş yapıyoruz. Az biraz ötesi Suudi Arabistan. İleride, üzerlerinden kara dumanlar tüten kuleler görülüyor. Yerlilerden birkaç çocuk yüzüyor burada. Fazla bir atraksiyon yok. İskeleden suya dalıyoruz. Eren açılıp ilerideki kayalardan birine gidiyor çocuklarla. Sesleniyor, rengarenk, boy boy balıklardan bahsediyor oradan. Gönlüm istiyor ama mesafe uzun. Kramp girerse diye düşünüyorum ki sırtüstü yüzerken giriyor da. Zorlukla iskeleye ulaşıyorum kimseye bir şey belli etmiyorum. Ufaklıklar neden yüzmediğimi soruyorlar, ileride tank batığı olduğundan bahsediyorlar. Gülüp geçiyorum.
Dönüş yolunda tekrar Akabe'ye uğruyoruz. Su vb tedarik
ediyoruz. Çıkmadan Ayla Antik Kenti'ne giriyoruz. Burası Akabe'nin tarihi
yerleşimi. Pek bir şey kalmamış doğrusunu söylemek gerekirse. Gezip gezmemek
size kalmış.
Tren yoluna denk geliyoruz. Halen Abdülhamit ‘in döşediği
raylar burada da. Meşhur Hicaz Demiryolu bu. Osmanlının belki de en büyük
projesi bu.
Wadi Rum ‘un girişine ulaşıyoruz. Biri ufak ama diğeri
zebellah gibi iki Arap bizi durduruyor. Adam başı 40 jd ve buna ek olarak 5 jd
de giriş parası talep ediyorlar. Kahramanca direniyorum ama direnişin her bir
anı güneşin batması demek. Saçma sapan hesaplamalarına rağmen giriş, konaklama,
akşam yemeği ve kahvaltıya 33 jd ye verme şartıyla giriş yapıyoruz. Daha da
bastırıp 25 ‘e dek inebilirdik ama vakit şu an gerçekten nakdin ta kendisi.
Biz Hüsnü'yle öndeki aracı takip ederek gayet iptidai bir
köye dek ilerliyoruz. Burası bizim minibüs için gelinebilecek son nokta. Burada
ben demin takip ettiğimiz aracın arkasına Can Abi ve Eren ‘in yanına geçiyorum.
Wadi Rum ne anlama geliyor anlamadım. Herkes farklı şeyler
demiş ve kopyala yapıştırın gücü ile yaymış. Roma Vadisi olabilir ama Roma yada
Romalılara ait bir şey yok burada. Rum ayrıca “ay” demek deniyor ve zemin aya
benzediği için bu isim verildi de deniyor. Behey ahmak arkadaşım, hangi Arap
aya gitti de, ay yüzeyini gördü de benzetip bu ismi verdi.
Bazı İslam bilginleri helak olan Ad kavminin burada
yaşadığını söylemekte. Yörenin en meşhur milleti olan Nebatiler MÖ 4 yy da
burada bir yerleşim kurmuş. Onlardan kalan az bir şey aranırsa bulunabiliyor.
Onun dışında çeşitli dönemlere ait türlü duvar yazısı yada çizimi de çeşitli
yerlerde mevcut.
Her geçen dakika güneş aşağıya iniyor. Böylelikle hava iyice
soğuyor. Kaç ile gidiliyor bilmiyorum ama minibüs ile gelmemiz mümkün değilmiş.
Rüzgar serseme çevirdi beni. Ama yolculuk gayet güzel.
Yorucu bir gün oldu. Kulaklığımı takıp olası horultuları
duymaksızın uykuya dalmayı temenni ediyorum. İçtenliğimin meyvesini topluyorum
kısa zamanda.
0 Yorumlar
Yorumlarınız