Sabah zımba gibi uyandım. Tuvalette yüzümü yıkadığım su ise çivi sanki. Ölmüş olsam bile bu suyla yıkanırsam birkaç saatliğine dirilebilirim gibi geldi bana. Toparlanıyoruz. İki ayrı araçla yola düzüleceğiz.
Basit bir kahvaltı ile idare ediyoruz. Neyse ki Cengiz gayet
hazırlıklı gelmiş. Kahveler, çaylar, çorbalar. Gezi stillerindeki farklılıklar
kendisini gösteriyor. Ben enerji versin yeter zihniyetiyle yer, içerim
gezerken. Cengiz ise tedarik açısından eşimin mantalitesinde yaklaşıyor gezi
işine.
Yol üzerinde bir mola yerinde duraklıyoruz bir süre.
Fotoğraf ve ihtiyaç molası bir tür. Ücretsiz ve temiz tuvaletlerin önüne içi 1
dolarlarla dolu bir camekan yerleştirmişler. İnsanın zorlukla kendine hakim
olabildiği anlardan. 1 dolar demeyin bu kadarı bir arada olunca benim Peru,
Mali ve Küba hayallerim gerçek olabilirdi.
Dışarı çıkıyoruz ve arkalara uzanan manzarayı seyrediyoruz. İnanılmaz
vahşi bir manzara. Tek bir ağaç yok; üç, dört çalı yumağı. Tüm coğrafya bundan ibaret.
Petra dünyanın en pahalı giriş ücretine sahip antik kenti.
50 jd. yani yaklaşık 55 euro gibi bir ücreti var. Eğer İsrail yada Mısır'dan
günübirlik turla gelmişseniz hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayın çünkü bu kez
tamı tamına 90 jd ödemeniz gerekecek. Girişte iki ve üç günlük girişlerde var.
İki günlük bilet 55 jd ve bence bu yeterli.
Ekşi sözlükte bazı arkadaşlar kaçak girdiklerinden
bahsetmişler. Ama nasıl, yazmamışlar. Sanırım rüşver. Ama rüşvet ile
halledebileceğimiz bir durumda, ortamda göremedim. Bir başka arkadaşımla da
buna benzer bir konuşma yaşamıştım yola çıkmadan önce.
-
Selam Kazablanka. Petra denen yerde soyulmamak
için yardımına ihtiyacım var.
-
(Kazablanka) Ne var gene?
-
55 euro siz Arap milletine vermek istemiyorum.
Arapça sitelerde kaçak giriş ile ilgili bir şey var mı? İngilizcelerde pek bir
şey yok.
(Kazablanka) Siteleri gönder tercüme edeyim sana.
-
Arapça sitelerde Petra ile ilgili bir şey
olduğunu anlayabilecek kadar Arapça bilseydim şu an seninle konuşuyor olmazdım.
-
(Kazablanka) Tamam, bakıyorum.
Aradan zaman geçer ve olumsuz yanıt bana gelir.
-
Sanırım, rüşvet vermeyi denemek dışında bir
şansım yok.
-
(Kazablanka) Rüşvet. Evet, rüşvet Araplar için
geçerli bir yoldur.
Diyemedim ki “kızım sen de Arapsın” diye. Sadece Arapların asla birlikte olamayacaklarından emin oldum. İster kör cahili olsun ister konuştuğum arkadaşım gibi beş dili su gibi konuşan zengin bir ailenin iyi eğitimli çocuğu olsun; adam olmaları mümkün değil.
Bizim arkadaşlar para bozdular. Ben de az biraz bozdum. Sonra
gidip dünyanın en pahalı giriş ücretini ödeyerek biletimizi aldık. Tanrım, o an
ellerim nasıl da titremiş olmalı. Yaptığım türlü türlü çabanın hiç birisi işe
yaramadı.
Ortalık ana baba günü. Özellikle İsrail'den gelen kalabalık
gruplar var. Kimse bunları rahatsız etmiyor. Hatta bir baba oğlun fotoğrafını
çektim. Yazılarımı takip edenler bilir, başkalarının fotoğraflarını çekerken de
özen gösteririm. Epeyce beğendiler. Türk olduğumu öğrendiklerinde biraz
duraksadıklarını fark ettim. Adam kekeleyerek, Türkleri sevdiğini sadece
Erdoğan ‘ın demeçlerinden memnun olmadığını söyledi. “Bir ortak payda bulduk
bile”, dedim. “Seçim dönemlerinde etkili bir yöntem bu” diye devam ettim. Adam
da devam etti. “Bizde de öyledir. Eskiden Mısır düşman olarak gösterilirdi, şimdi
ortada bir Mısır yok. İran inandırıcı değil. Neyse ki Erdoğan çıktı da kitleler
için bir öcü gösterebildi bizim yönetim.”
Hep aynı şarkı desenize…
Zenginleşmenin en önemli sonuçlarından biri Romalıların
dikkatini çekmek gibi bir sorun olmuş. Romalılar Petrayı defalarca almış
Petralılarda özgürlüklerini Romalılardan. Gerek Romalılar mı Persler mi
seçiminde yanlış ata oynamaları gerekse Palmiranın yeni bir kervan yolu
olması önemini azaltmış. Her önemi
azalan şehir gibi, kan kaybetmiş, insanlar terk edip gitmiş.
Petra Yunanca taş, kaya gibi anlamlara gelen dişi bir
kelime. Bir zamanlar 30,000 kişiye ev sahipliği yapan şehrin Nebati ismi
elbette ki Petra değilmiş. Rakeem yada Rekem gibi bir ismi olduğu tahmin
ediliyor. 30,000 kişi yaşıyormuş kısmı da tahmini. Henüz %5 ‘i kazılmış kentte
henüz birkaç örnek dışında ikamet amaçlı bir bina keşfedilememiş. Bir yazarın
dediği gibi kırmızı gül kenti olarakta anılıyor renginden ötürü.
İlk önce “Cin Blokları” denilen üç büyük blok aşılıyor.
Neden yapıldığı belli değil. Petradaki her şey gibi burada da tahminler var.
Mezar olabilir, Duşara denilen Nebati tanrısı için tapınak yada sunak yeri
olabilir, hatta cenaze ritüellerinin uygulandığı bir yerde. Bilinmiyor özetle.
Siq kimi yerlerde oldukça darlaşıyor. At arabaları sıklıkla
dolandığı için dikkat etmenizi öneririm. Oldukça fütursuzca sürmekteler.
Fotoğraf çekmek için ideal bir yer. Işığı ayarlayabilirseniz çok başarılı işler
çıkabiliyor.
Bu yarığımsı tünelin aslında devasa tek bir kaya parçasının
depremlerde ikiye ayrılmasıyla oluştuğu sanılıyor. Yol kenarında kazılmış su
kanalları var. Duvarlarda gittikçe silikleşen, ancak güçlükle fark edilebilen
çizimler halen görülebilmekte.
İlerlemeye devam. Yaklaşık 1,5 km sonra artık meşhur “Hazine” denilen kısma geliyoruz. Bunu neredeyse hepiniz biliyorsunuz. İndiana Jones filminden hatırlayacağınız yer. Siq ‘in sonunda o incecik aralıktan görülüyor.
Devam ediyoruz. Sağlı sollu kaya mezarlarından sonra geniş
bir boşluğa geliyoruz. Sol çaprazda tiyatro. Mezarların arasında bir tiyatro
büyük bir ironi gibi. Hoş hayatın kendisi bir sirk, bir tiyatro değil mi
zaten. Kapasitesi için 3000 kişi diye
yazmakta ama kanımca biraz daha büyük olabilir.
Güneş tam tepemde. Manastır yoluna yönelmeden önce
soluklanıp dün Akabeden aldığımız bazlamalarının arasına doldurduğumuz eritme
peynirler ve sade su ile karnımızı doyuruyoruz. Michelen yıldızı verilmiş
restoranda yesek bu denli leziz olmazdı sanırım.
Petranın şehir merkezine doğru adımlıyoruz yolu. Burada
içerisinde mozaiklerin durduğu bir sergi alanı var. Mozaikler güzel, bakımlı
ama işçilik açısından zayıf. Renkli taşlar normalden büyük. Erotik bir çizim
var ki vay vay vay diyorum. İkibin yıl öncede dünyaya benim zaviyemden bakan
insanlar varmış demek.
Eriyerek yürüyoruz. Artık yürümemi sağlayan gücüm değil güç
kırıntılarım ve inadım. Sonunda varıyoruz. Manastır dedikleri Hazinenin az
biraz daha büyüğü. Bir ekstrası da solundaki bir patikamsı yoldan tepesine
çıkılıyor olması. Ben ayakkabıma güvenemedim ve çıkmak için üstelemedim.
Yapı, Nebati krallarından 1.Obodas diye biri için mezar
olarak yapılmış.
Burada bir Türk grupla karşılaştık. Butik tur düzenleyen bir
adamın peşine takılmışlar. Sağ olsunlar gezme konusunda bizi epeyce
aydınlattılar. En uzun gezim evimden bakkala gidip yoğurt almaktan ibaret olduğu için
çok faydalandım doğrusu.
Burada Alamancı başka bir abi ile karşılaştık. Daha bir
bizdendi ve bize Amman'da kalınabilecek yerler ve yaklaşık fiyat ve kaliteleri hakkında
sağlam malumat verdi.
Burası ufak bir yer. İlk önce tapınağın önünden geçtik
ardından ise Boyalı Ev de denilen Amirin evine girdik. Burası içerisinde
Nebatilerden kalma boyaların bir kısmının halen görülebildiği büyük bir yer.
Sarnıcı vb her şeyiyle diğer mekanlardan farklı.
Biraz daha gidiyoruz. İleride ancak merdivenlerle
ulaşılabilen ve arkasında ne olduğunu bilemediğimiz bir aralık var. Dönmeye
karar veriyoruz. Epeyce yolumuz uzun. Bizi bu noktaya kadar getiren görevlinin
eline 5 jd jest olarak tutuşturuyoruz ama suratındaki ifadeden bunu az bulduğu
belli. Anlaşılan Ürdün'ün antik kentlerinde epeyce para dökmemiz gerekecek.
Bir benzincide adres sorduğumuz adama bir de bu saatte iyi
yemek yiyebileceğimiz bir yer soruyoruz. Adam üşenmiyor ve Ürdün'de defalarca
yaşayacağımız gibi bizi peşine takıp istediğimiz bir yere götürüp geri dönüyor.
Gerçekten Ürdün'de insanlar oldukça yardımsever.
Mekan oldukça havalı. Bu başlangıçta gözümüzü korkutsa da
fiyatlar böyle bir yerin İstanbul'daki muadiliyle kıyaslandığında çok ucuza
kaçıyor. Ben karışık ızgara ve kola ile çok geç bir akşam yemeği yapıyorum .(10
euro) Oldukça dolu bir tabak geliyor.
Otele atıyoruz kapağı. Adam başı 10 jd ‘den bir oda
buluyoruz sonunda. Otel odasından içeri giriş 2, her şeyi bitirip yatağa uzanış
saati ise 3.
Beni kötü hırpaladın Petra ama yere yıkan sensin Amman…
0 Yorumlar
Yorumlarınız