Sabah erkenden kalktık. Tam tahmin ettiğim gibi gün doğumu muhteşem. Değişik
ayarlarla pek çok fotoğraf çekebilme imkanım oldu.
Dikkatimi çeken, Ordu içerisinde bir iki hamam var. Fakat şehir dışında, kırsal kesimlerde epeyce bir yapı mevcut. Ama buralara ancak özel araçlarla gitmek mümkün.
Eski adı Kotyora. Fakat günümüzdeki adının kaynağı olarak Fatih'in Pontus seferi kaynak gösteriyor. Ordu, şehirde konakladığında çevre halkı bu kalabalığı görmek için “orduya gidiyorum” dermiş.
Tepeden bakınca kuzeydoğuda Giresun Adası'nı görüyorsunuz. Adanın adı Aretias diye de anılmakta. Kiraz şenliklerinde teknelerle, takalarla halk adaya giderdi. Hatırlarsınız geçmiş yıllarda Karadeniz'de aşırı yolcu aldığı için batan bir tekne haberi almıştık. İşte o günden beri adaya insanlar turistik amaçlı olarak bile gidememekte. (Adada bazı kalıntılardan bahsedilmekte. Amazonlar vb derlerse inanmayın palavra. Bizans Manastırı olma ihtimali çok yüksek) Altın post efsanesinde Arganotların konaklayıp amazonlarla mercimeği fırına verdikleri yer tahminen burasıdır. Rivayete göre adadaki kalıntılardan günümüzde müze olarak kullanılan eski kiliseye bir yer altı tüneli var.
Tepedeki oklar civarda bazı mağaraların varlığına işaret etsede gidip bakma yada bilgi alabilme imkanımız olmadı.
Kaleden şehre inerken yolun sağında çok zarif bir bina görüyorsunuz. Bu günümüzde Giresun Üniversitesi'nin rektörlük binası olarak kullanılan eski hükümet konağı. Gerçekten rektörlük binası olacak kadar kaliteli bir yapı. Yolun karşısında ise değişik, ince bir üsluba sahip bir cami görünüyor. Kiliseden dönme bir yapı gibi görünse de hakkında herhangi bir malumat elde edemedim.
Gidemediğim ama adını duyduğum Giresun Arkeoloji Müzesi içinde bulduklarımı ekleyeyim.
Kırma çatının üzeri alaturka kiremitle kaplıdır.
Müze binası olarak kullanılan yapının hemen kuzeyinde bodrum üzerine üç katlı
tarihi bir bina daha vardır ki burası da papaz evi olarak bilinmektedir.1993
yılında burası da orijinaline uygun olarak yeniden yapılıp müzenin idari binası
olarak hizmete açılmıştır.
Müze içerisinde eski tunç çağı, Hitit, Hellenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı dönemi eserleri ile yöresel etnografik malzemeler teşhir edilmektedir.
390 adet arkeolojik, 561 adet etnografik eser, 1 adet mühür, 2840 adet çeşitli
dönemlere ait sikkelerin tamamına yakını teşhir edilmektedir.
Giresun'dan devam ettiğimizde büyük sayılabilecek bir kasaba daha karşımıza çıkıyor. Burası Tirebolu. Üç yerleşimden oluşmuş. Bu nedenle üç şehir anlamına gelen Tripolis adı verilmiş. Tirebolu'nun iki kardeşi daha vardır. Lübnan'da Trablusşam, Libya'da Trablusgarp.
Yemek oldukça meşhur bir yerdeyse de gerek yiyeceklerin lezzetini gerekse servisini beğendiğimi söyleyemeyeceğim. İstanbul'da kat be kat daha iyi Akçaabat köftesi yapan lokanta var. Burada laz böreğini tatma imkanı buldum. Kızartılmış yufka böreğinin üzerine tatlı şerbet dökülmüş. Fena değil. Turistik bir yerde olmasaydık köfteyi kiloyla almamış gerekirmiş, bunu öğrendik.
Bizans imparatoru justinianus şehrin kent surlarını restore ettirerek yeni bir imar etkinliğini başlatmıştır. Heraclius zamanında imparatorluk askeri bölgelere ayrılmaya başlanmış, Trabzon, teophilos zamanında kurulan khaldia temasının merkezi olmuştur.
Araplar 8. yüzyılın başlarından itibaren Anadolu'ya düzenledikleri baskınlarda Doğu Karadeniz ve Trabzon'a gelmişlerdir. Osmanlılar şehri 1461 yılında ele geçirirler. Trabzon 16. yüzyılda, merkezi Batum olan lazistan sancağı ile birleştirilerek eyalete dönüştürülmüş ve bu yeni idari birimin merkezi olmuştur.1867 yılında Trabzon'da büyük bir yangın çıkmış, bir çok kamu binası da bu sırada yanmış ve kent daha sonra yeniden düzenlenmiştir. 1868 yılında vilayet olmuş, merkez sancağı dışında lazistan, gümüşhane, canik sancakları da buraya bağlanmıştır.
1917'de Rusya'da bolşevik devrimi olur, çarlık yönetimi yıkılır. Bunun üzerine Rus ordusunda büyük bir panik başlar. Bu Rusların Trabzon'dan çekilmesine de yol açar. Öte yandan, batıdan doğuya doğru kayan ve Karadağ'da toplanan Türk çeteleri, Akçaabat'a inerek Yüzbaşı Kahraman Bey'in komutasında üç koldan Trabzon'a doğru yürürler ve 24 şubat 1918 tarihinde Trabzon'a girer.
Trabzon kıyıda bir düzlüğe kurulduğu için Trapeza kelimesinden dönüşen Trebizonddan türemiş. İsmin pek çok kaynağı var. Eskiden üç yerleşimin birleşmesinden oluştuğu için bu ismi aldığına ağırlıkla inanılıyor. Öte yandan evliya çelebiye göre ise kenti zevk ehli, neşeli bir kadın kurduğu için tarabzen (müzik seven) ya da suyu ve havası hoş olduğu için trab-ı efsun denilmiştir. Başka bir söylentiye göre de, kentin adı tuğra bozan dan gelmiştir. Fatih burayı aldıktan sonra adına sikke bastırdığından sikke değiştiren anlamına gelen tuğra bozan denmiştir. Aslen bir Pontus kenti. Ama Pontuslular Sezara yenilince bir Roma şehri haline gelmiş. Hristiyanlık ve Bizans şehrin yapılaşmasını ve büyümesini sağlamış.
4.Haçlı seferi sonucunda İstanbul düşünce aristokrat ailelerden Komnenoslar Gürcü prensliğin desteğiyle bir şekilde bir devlet kurdu. Devlet çok fazla gelişemese de lokal zaferler ve kilisenin etkisiyle dağlık yörenin yerel halkının desteğini alarak ayakta durabilmiş.
Kurdukları çeşitli ama isabetli ittifaklar ve sağlam şehir surları özellikle Selçuklulara karşı şehri başarıyla savunmuş. Fatih'in orduları bile oldukça zorlanmış. Rumlar, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan ile evlendirdikleri prenses vasıtasıyla kurdukları ittifaka çok güvenseler de imdatlarına yetişen kimse olmamış.
Şehir, günümüzde Maçka kasabasına adını veren Matsukalı gençlerin tüm direnişlerine karşın Türklerin eline geçer. Şehrin yakınlarındaki Adakale bir yıl daha direnirse de mukadderat değişmez.
Fatih şehri ele geçirince buradaki Aya Sofya kilisesini camiye çevirir.Yapı, kral 1.Manuel tarafından 1250-1260 yılları arasında yaptırılmıştır.
Geç Bizans kiliselerinin güzel örneklerinden biri olan bina, kare-haç planlı olup, yüksek bir kubbeye sahiptir. kuzey, bati ve güneyinde revaklı üç kirişi bulunmaktadır. Binanın ana kubbesinin üzerine değişik tonozlarla örtülmüş ve çatıya farklı yükseltiler verilerek kiremitle örtülmüştür.
Sonunda bir müddet depo olarak kullanılan yapı 1964’te müzeye dönüştürülür.İlginçtir ne zaman camiye dönüştürüldüğü muamma gibi.Bakındığım pek çok kaynak farklı yanıtlar vermekte.Eğer alınır alınmaz camiye çevrildiyse çan kulesi ne zaman yapıldı.Yada 1583’te camiye çevrildiyse neden o zamana dek dokunulmadı.
Bahçesinde çan kulesi olarak inşa edilen bir yapı daha var.Taş işçiliğinin tarzı Ermeni ustaların elinden çıkmış izlenimi vermekte.
Yapı dışarıdan büyükçe bir görünüme sahip.Alışılmadık bir tarzdaki sütun başlıklarının taşıdığı kemerlerin üzerinde zamanla nispeten silikleşmiş yazılar ve kabartmalar incilden çeşitli sahneleri betimlemekte.Ama en üstte Komnenosların tek başlı kartalı yer almakta.
Buna karşın kilisenin içi dışarıdan göründüğü kadar büyük değil. Kubbe ve kasnağı oniki köşeli. Kubbe tek parça dört mermer sutun, kemerler ve pandantiflerle taşınmaktadır..Yapı ana kubbenin etrafındaki değişik tonozlarla örtülmüş, çatı farklı yükseklikler verilerek kiremitle kaplanmış
Revakların üzerinde de görüldüğü gibi taş işçiliği oldukça iyi. Kuzey ve batıdaki revak ceplerinde görülen geometrik gecmeli bezemeleri içeren madalyonlarla, batı cephesindeki selçuklu taş işlemelerine benzemekte.
Ortada,kubbenin tam altında üstünde gezilmesi engellenmiş mozaik kaplı bir alan var.Kilisenin duvarları,tavanı,her bir parçası silikleşmişte olsa incilin özellikle eski ahidin adeta resimli bir canlandırması halinde.
Ana kapıya göre solda,demir bir merdivenle çıkılması mümkün olan,ama buna izin verilmeyen bir odacık var.Çıkmayı denediysemde görevlilere yakalandım.
Yapının narteksinde fresklerin görünümleri yada restorasyonu oldukça başarılı. Kilisedeki fresklerin bulabildiğim kadar açıklamalarını aşağıda paylaşıyorum.
Binanın en görkemli cephesi
güneyidi.. Burada adem ile havva'nın yaratılışı kabartma olarak bir friz
halinde anlatılmıştır.
1. sahnede; adem ile havvanın yaratılışları
2. sahnede; adem ile havvanın cennette yaşayışları
3. sahnede; yasak elma
4. sahnede; adem ile havvanın cenneten kovuluşları
5. sahnede; ilk cinayetin tasviri (kabilîn
habil'i
öldürmesi) yer almaktadır..
Güney cephesinde ki kemerin kilittaşı üzerinde Trabzonda 257 yıl hüküm süren komnenosların
sembolü olan tek ba$lı kartal motifi bulunmaktadır.Benzer bir kartal tasviri
ana apsisin dışında doğu tarafta yer alır.. Bu cephede, kentaur - grifon gibi
mitolojik varlıklar, güvercinler, merkezlerinde yıldız ve hilal bulunan kare
panolar, içleri bitkisel motifli madalyonlar yer almaktadır..
Yapının ana kubbesinin altına rastlayan kısmında opus-sectula tarzında çok renkli mermerden
yapılmış bir yer mozaiği bulunmaktadır..
Kubbede ana tasvir hz isanın tanrısal yönünü aksettiren pantakrator isadır.. bunun altında bir kitabe kuşağı, daha altta ise melekler frizi bulunur.. ana kubbenin pencere aralarında isanın on iki havarisi tasvir edilmiştir.. pandantiflerde değişik kompozisyonlar yer almaktadır.. isanın doğumu, vaftizi, çarmıha gerilişi, kıyamet günü gibi sahneler betimlenmiştir..
Kilisenin hemen arkasında eskiden vaftizlerde kullanılan bir çukurluk var.Tahminen dağ köylülerinin kitleler halinde vaftizleri sırasında kullanılıyordu.Kilisenin etrafında dolaşırken doğu cephesinde bir kartal figürü daha var.
Bahçede çok sayıda Osmanlı dönemine ait mezartaşı ve taş sanduka bulunmakta.Bazılarında ilginç isimler varsa da bu kişiler kimdir bulamadım.Aslında pekte araştırmadım.
Müze girişindeki gişede şehri tanıtan broşürlerde (istenildiğinde) veriliyor. Bu broşürlerde şehir merkezinin bir planı da var. Müzeye giriş 5 YTL.
Şehirde kazzaziye ve telkari denilen bir tür kıymetli metal işçiliğine dayalı bir sanat var. Bunları yapan dükkanlardan birine girerek bu sanat hakkında bilgi aldık. Gümüş çekilerek çok inceleştiriliyor. Bu ince tellere şekil verilerek küpe, toka benzeri süs eşyaları yapıyorlar. Çok ince bir iş.
Öte yandan dükkan sahibiyle yaptığımız kısa sohbette çok ucuza elmas, yakut vb sattıklarını öğrendik. Bu değerli taşların kaynağını da öğrendik. Trabzon'un eski ve köklü ailelerinin yaşlı kadınlarının bu tip değerli taşları olurmuş. Taşların miras kaldığı değerbilmezler (yada gerçekten müşkül durumda olanlar) bu taşları kuyumculara satarak paraya dönüştürüyorlar. Taşlar dükkanlarda işlenip cilalanarak sertifikalı olarak tekrar ama bu sefer başka sahiplere satılmak üzere piyasaya sürülüyor.
Şehirde bankalar caddesi ve onun paralelindeki diğer caddeler ve onları birbirine bağlayan sokaklar tam ana baba günü. Bu caddenin adı sanırım Maraş Caddesi. Maraş ile Trabzon kardeş şehir oldukları için Maraş'ta da bir Trabzon Caddesi varmış. Kalabalık caddeleri genelde iki, üç katlı yapılar çevrelemekte. Bunların içlerinde gerçekten çok hoş, şirin yapılarda var. Hatta kimi yapılarda Rum mimarlar imzalarını bina duvarlarının bazı yerlerine nakşetmiş.
Trabzon 1800’lerden sonra oldukça varsıllaşmış bir şehir. Şehirde dört tane Amerikan kolejinin varlığını, çok sayıda ülkenin sefaretinin mevcudiyetini biliyoruz.(19 ülkenin sefareti varmış.).Boztepe yakınlarında beş katlı, oldukça görkemli bir metropolitlikden bahsedilmekte. Çarşı tamamen Ermeni ve Rumların kontrolündeki bir ticaret sahası olmuş. Türklerse ya cephede yada tarlada yaşamına devam etmeye çalışmış. Bu durum mübadeleye dek devam etmiş.
Azınlıkların zenginliğini Atatürk köşküne gittiğinizde daha iyi kavrıyorsunuz.
Şöyleki, şehrin zengin armatörlerinden Konstantin Kabayanidis köşkü aslında kendisi için yaptırır. İtalyan mimarlar köşkü 1902-13 yılları arasında inşa ederler. Trabzon ve civarında elektrik yokken kuğu gibi bembeyaz olan köşk jeneratörler aracılığıyla aydınlatılıyormuş. Ayrıca köşk gördüğünüz zarif kalorifer petekleri tarafından merkezi ısıtmalı olarak ısıtılmaktaymış.
Her odanın kapısındaki ince, buzlu camlardaki desenler o odanın ne amaçla tasarlandığını göstermekte. Örneğin yemek odası mı, bir meyve tabağı resmedilmiş; dinlence, huzur alınan bir oda ise huzurlu bir ortam işlenmiş. Odalardaki perdeler oldukça kaliteli kumaştan. Mobilyalar ise yine diğer tüm parçalar gibi oldukça kaliteli ve pahalı parçalardan oluşmuş.
Mübadeleden sonra kamulaştırılan yapı Mustafa Kemal'in şehre ikinci gelişiyle kendisine hediye edilmiş. Yüce liderimiz 1936’da şehre üçüncü kez gelişinde ikinci kattaki çalışma odasında vasiyetini kaleme almış. Ama burada geçirdiği zaman içerisinde yaptığı en önemli iş, Dersimde devletimize karşı ayaklanan Kürtlerin isyanını bastırmak için gerekli olan askeri harekatı tasarlamak olmuş. Üst kattaki holün duvarında çok detaylı bir harita var. Söylenene göre dönemin Türkiyesi'nin tüm köyleri bile haritada mevcutmuş. Sadece iki adet üretilmiş. Dikkatli bakıldığında parantez içinde kimi yerleşimlerin eski isimlerini görebiliyorsunuz.
İçeride fotoğraf çekmek yasak. Ancak valilikten alınan özel izinle iç mekanlarda fotoğraf çekmek mümkün.
Dört katlı, bembeyaz, kuğu gibi köşkten çıkıp otobüsümüze bindik.
Trabzon'da kısmen surlar
ayakta. Surların hemen dışında Kızlar Manastırı görülüyor. Bu manastır Sümela'nın
küçük bir modeli. Manastır 14. yüzyılda 3. Aleksios
tarafından yaptırılmıştır. Aleksios'un oğulları Anrokinos ve Manuel burada
gömülüdür. Mübadeleye kadar kullanılan
manastır, daha sonra terkedilmiş.
Kalın kesme taşla yüksek bir duvarla korunan manastırın kaya kilisesinin girişinde 3. aleksiosun annesi irene, eşi thedora kantakuzenos betimlenmiştir. Manastır alanının en yüksek yerinde konstantinosun gömütü bulunmaktadır. Anıt gömüt, dört sütunun taşıdığı kubbeyle örtülü taş lahitten oluşmaktadır. Kubbenin iç yüzünde isa ve dört incil yazarı betimlenmiştir.
Ne yazık ki gidip manastırı ve -duruyorlarsa- lahitleri göremedim.
Ayrıca kiliseden dönüştürülen yada Osmanlı döneminde inşa edilen çok sayıda pek çok cami var. Zaman darlığı nedeniyle içlerine giremedim. Ama yanlarından hızla geçtiğim camiler için özet bazı bilgiler edindim.
Şehirde bulunan en büyük cami, Trabzon'da valilik yapmış Hazinedarzade Osman Paşa tarafından 1839 yılında yaptırılmış.
Trabzon'un, kemeraltı semtinde, çarşı
mahallesinde, bedestenin karşısında yer alan çarşı camii,. Barok-ampir
üsluplarının karışımı olan cami, kalın taş duvarlı, dikdörtgen planlıdır. 6
kalın sütun tarafından taşınan büyük bir kubbe ile örtülüdür. kuzey kapısı
üstündeki alçıdan cami maketleri ilginçtir. Mihrap ve minber mermer
işlemelidir.
Ortahisar
Camii; Trabzon'da, panaghia chrysocephalos virgin
kilisesinin camiye çevrildikten sonraki adıdır. Fatih camii adıyla da bilinir.
Ortahisar mahallesinde yer alan yapı,
bizans döneminde kilise olarak 10. yüzyılda bazilikal planda inşa edilmiş ve
12. yüzyılda haç planına dönüştürülmüştür. Altınbaşlı meryem” anlamına gelen ve
meryem anaya adanan manastır kilisesi üç nefli olup, iç ve dış narteksi vardır.
Kuzey giriş 14. yüzyılda inşa edilmiştir. Merkezi kubbe 12 köşeli yüksek bir
kasnağa oturur. Döneminde şehrin baş katedrali olduğu için süslemelerine önem
verilmiş olan yapının duvarlarında freskolar, zeminde mozaik süslemeler yer
almaktadır. 1461 yılında Türklerin Trabzonu almasından sonra camiye çevrilmiş
olan yapının duvarları sıvanmıştır. Taştan mihrabı süsleme bakımından
zengindir.
Bir
başka kilise camii de yeni cuma camiidir.Bizans dönemindeki adı hagios eugenius
kilisesidir.
Trabzonun yeni cuma mahallesi’nde yer
almaktadır. Kentin koruyucusu ve kurtarıcısı aziz eugenius adına, 14. yüzyılda
inşa edilmiş olması muhtemeldir. Günümüzdeki yapının yerinde 13. yüzyılda aynı
adla bazilikal planda bir kilise bulunmakta olup, bazilikal kilise ana
çizgileri korunarak, bazı değişikliklerle haç planına dönüştürülmüştür.
Duvarlar dıştan kabartma haç ve bitkisel bezemelerle süslüdür. Yapı Trabzonun
fethinden sonra camiye çevrilmiş, kuzey giriş kısmı ile minare eklenmiştir.
Taştan mihrabı barok özellikler taşımaktadır. Minberi ahşap ve yalındır.
Bir
başka devşirme cami de Kudrettin Camiidir.
Trabzon'un esentepe
mahallesindedir. 14. yüzyılda St. Philip’in adına yaptırılmıştır. Kare planlı,
tek nefli, kubbeli bir yapıdır. Fetihten sonra, mihrap, minber ve tek şerefeli
minare eklenerek camiye dönüştürülmüştür.
Molla Nakip Camii de cami olmadan önce St. Andrea kilisesi olarak
bilinirdi.
Trabzonun pazarkapı
mahallesi’ndeki kilise aziz andreaya ithaf edilmiştir. 5. veya 6. yüzyıla
tarihlenen yapı, bazilikal planlı, üç neflidir. Fetihten sonra camiye çevrilmiş
olup, kuzeye giriş eklenmiştir.
Bir de Gülbahar Hatun camii var.
Trabzonun atapark
semtindedir. Yavuz Sultan Selimin annesi Gülbahar Hatun adına 1514 yılında
Zağanos köprüsünün yakınında bir külliye içerisinde yaptırılmıştır. Cami ve
türbeyle birlikte yapılan medrese, imaret, hamam ve aşhaneden günümüze kalıntı
ulaşmamıştır. Tek kubbeli bir ana mekan, beş kubbeli son cemaat yeri ve iki
yanda zaviye odalarından oluşmaktadır. Kalın ve sağlam duvarları, ak ve kara
taşın uyumlu bir biçimde kullanılmasıyla devinim kazanmıştır. Mermer mihrapla,
minber yalındır.
Sekizgen planlı kubbeli türbe 1505 tarihlidir. Kapı ve pencereler iki renkli
taştan sağır kemerler içindedir. Yapının içi ayet ve surelerle bezenmiştir.
Şehirde ve civarında pek çok kilise ve manastır bulunmakta.Çoğu
yıkıntı halinde ve kullanılmasa da yine de anılmaya değer.Zaten Trabzona
manastırlar şehri de denilmekteymiş.
Bunlardan biri Kuştul Manastırı olarakta anılan gregoris peristera manastırı.
Vadiye hakim bir tepe
üzerindeki manastır bir kaya kilisesi ve ayazma çevresinde kurulmuştur. 752
yılına tarihlendirilen yapı topluluğu, 1203 yılında yağmalanmış, 14. yüzyılda
yenilenmiştir. 1904’te yangında tahrip olmuş ve üçüncü kez yapılmıştır.
Manastırdan günümüze çok az kalıntı ulaşabilmiştir.
Meşhur
manastırlardan bir diğeri de Kaymaklı Manastırı.
Trabzona yaklaşık
Bir sonraki durağımız olan Rize'ye giderken Trabzon'un ilçeleri
Sürmene ve Of'u aşıyoruz. Sürmene'de dönüşte mecburi olarak durmak zorunda
kaldık. Detayını sırası geldiğinde anlatırım. Ama Sürmene'nin kama ve bıçakları
meşhur. Bu bıçaklar sadece kesicilikleriyle değil delicilikleriyle de meşhur. Rivayete
göre ihtilal sırasında diğer tüm silahlar ile bir tutulup imha edilmiş yada
halk bunları örfi idareye kaptırmamak için sağa sola saklamamış yada atmış. Bilumum
Karadeniz dizisindeki konaklarda Sürmene'de yer almaktaymış.
Of ise insanları fıkralara, şarkılara konu olmuş bir kasaba. Of, Oflular
için dünyanın merkezi. Belde-i mukaddes. Oflular kendilerini Trabzon'a bağlı
görmüyorlar. Of onlara göre direkt Allaha bağlı zaten. Oflular tutucu kişiler. Genellikle
de hoca olarak görülüyorlar. Zekalarına da güvenmekteler. Ofluların şeytana bile
pabucunu ters giydirdiği hikayeler şarkı olmuş çoktan. İlginçtir kaynaklar
kasabanın Bizans döneminde de papaz yetiştirdiğini ve çok sayıda kilise ve
manastırı olduğunu söylemekte. Eski Yunanca Ofis (yılan yada dolambaçlı)
kelimesinden gelmiş adı.
Rize'ye geliyoruz. Pastacı ve müteahhitleri ile ünlenen şehrin pastacılarının
marifetlerini göremesek de ince sahil diliminde, yolun arkasında gördüğümüz
on-on iki katlı, denize sıfır apartmanlar “Rizeli
müteahhit” deyiminin kaynağını gösteriyor.
Rize'de yaylalarıyla meşhur. Ovit, Ayder, Kavron gibi pek çok yayla
var. Anzer balıda burada üretilmekte. Oldukça pahalı bir bal bu. En çok yağış
alan il olduğunu sık ormanlarının koyu yeşil renkleriyle göstermekte. İsminin
yunanca dağ eteği anlamına gelen rhisa kelimesinden türediğine inanılıyor.
Rize'de Rize bezi denilen bir tür kumaştan üretilen eşarp, gömlek
tarzı ürünlerin satıldığı bir dükkana girdik. Eşarplar yöre kadınlarının günlük
hayatlarında kullandığı yerel bir örtü. Kendilerine has bir bağlama stilleri
var. İzlediğimde öğrenmiştim ama şimdi anlıyorum ki unutmuşum. Bağlama tarzları
kadının evli, bekar, dul vb olduğunu belli edermiş. Rize bezine feretiko da
denilmekte. Feretiko kendirden el tezgahlarında üretilmekte. Kendirden
üretildiği için sağlıklı kumaşlar. Ama kendir Romanya'dan ithal edilmekte ve
genelde ancak bir kez dokunabilmekte.
Ayrıca buradan çay kolonyası aldık. Kokusu biraz değişik ama
hafif. Kesinlikle rahatsız edici değil.
Buradan yolumuza Fırtına Deresi'ni takip ederek Ayder
Yaylası'na varmak üzere devam ettik. Fırtına deresi debisi yüksek bir akarsu. Palovit
ve hala derelerinin birleşmesiyle oluşuyor. Bunu suyun renginden ve derenin
içerisindeki iri kayalardan anlayabiliyoruz. Rafting de yapılabilen derede su
miktarı biz geçerken azalmış görünüyordu.
Bir aralar dere üzerinde bir baraj ve hidroelektrik santrali
yapılması gündemdeydi. Çeşitli yeşil örgütler ve yörenin doğal sit alanı olması
gibi faktörler bu doğa katliamını engelledi yada belki de geciktirdi. Vadide
yaklaşık beş bin dolayında endemik bitkinin varlığından bahsedilmekte. Derede
de sadece bu dereye mahsus bir balığın varlığından bahsedilmekte.
Uzun bir süre dereyi izleyerek gün batımından sonra otele
ulaştık.Otelin arkasında,küçük bir çağlayan vardı. Yüksek volümlü uğultu
zamanla ve yorgunluğumuzun etkisiyle uyumamıza yardımcı oldu.
0 Yorumlar
Yorumlarınız