Sabah erkenden kalktım. Zaten tren saati nedeniyle pekte huzurlu uyuduğum iddia edilemezdi. Erkenden çıkıp terminalde tren biletini değiştirdim. Epey zor olsa da gene de başardım bunu.
Dönüş yolunda gecenin pisliklerini ve sorunlarını sessizce
halletmeye çalışan polisleri göz ucu ile izledim. Epey bir dükkana sistematik
bir şekilde girilmiş anlaşılan. Huzurlu bir şekilde yürürken ki saat ancak
sabahın sekizi idi nispeten sessizlikte borazancıları dinledim. Üç kez çaldı.
Gece de üç kez çalıp ansızın kesmişlerdi.
Çantaları, isteksizcede yanında tutmayı kabul eden görevliye
bırakıp araca binmek için Barbakan ‘ın karşısındaki buluşma noktasına gittik. Genelde
İngilizlerden oluşan bir kalabalık. Herkes normal tipler ama sadece Uzakdoğulu
motor bir hatun acayip hareketler yapmakla meşgul.
Rehberde katılıyor bize sonunda. Motor gibi bir hızla ama
oldukça anlaşılır bir şekilde İngilizce konuşmakta. Tuz Madeni hakkında bilgi
veriyor ama bizimkilere çevirirken ben kopuyorum.
http://www.kopalnia.pl/
den gerekli bilgileri alabilirsiniz. Aslında Krakow merkezden sadece kırk
dakika uzaklıkta olmasına rağmen bir türlü nasıl gideceğim konusunu
çözememiştim.
Wieliczka kasabasında yer alan tuz madeni mutlaka görülmesi
gereken bir yer. Ana baba günü ama gruplar için özel bir şekilde ayrı bir giriş
yapılmış. İnanılmaz bir şekilde, kavurucu bir sıcağın altındayız. Hediyelik
eşya standlarını dolanıyoruz. Oldukça ilginç ama bir o kadar da ucuz burada
hediyelikler. Biz de alıyoruz.
Sıramız gelince girmeye başlıyoruz. Bir koridordan
yürüyoruz. Dışarıdaki korkunç sıcaklıktan sonra bu serinlik tam aradığımız şey.
53 kat kadar döne döne aşağıya iniyoruz.
Başta biraz başımız dönüyor ama yirmili katlarda alışıyoruz.
9 katlı bir yapı var. Turist rotası yaklaşık 3 km kadar
sürmekte. Polonyalıların aşırı dindarlığı, kelle koltukta bir iş yapmaları
nedeniyle çok sayıda kilise ve şapel yapılmış. Kasabalılar günümüzde yılda 36
milyon turiste ev sahipliği yapmalarına rağmen yakın bir zamana kadar tuz
madeninde çalışırlarmış. Anlatımı zor. Tarihi sahnelerin betimlendiği kısımlar, her
şeyin sadece tuzdan imal edildiği muhteşem, büyük bir kilise… Harika bir yer. “İsa'nın
son akşam yemeği” tablosu başta olmak üzere pek çok tablo tuzlara kazınmış.
Biraz daha aşağılarda bir yer altı gölü bile var.
Madende gezerken olan kazalarda bir seferde yüzlerce insanın
öldüğünü, kolay çalıştırılabilsinler diye çocukların ve cücelerin revaçta
olduğunu öğreniyor ve onlar için kayalara kazınmış küçük basamakları
görebiliyorsunuz.
Dilimizde bir yemin vardır. “Tuz hakkı için” diye. Eskiden
tuzu önemsemezdim. Ama bir kova saf tuzun değerinin bir ata denk olduğunu,
çalışanlara para yerine tuz olarak maaş verildiğini ve aslında İngilizcede maaş
anlamına gelen “salary” kelimesinin kökeninin Latince tuz kelimesinin karşılığı
olan “soli” kelimesinden geldiğini de rehberden öğreniyorum.
Büyük kilisenin orada fotoğraf çekmek için çok cüzi bir
ücret ödüyorsunuz ki değer. Rotanın bittiği yerde kafeterya ve alışveriş yapıp
hediyelik eşya alabileceğiniz bir dükkan var. Unutmadan ekleyeyim, yüzeyden
yüzlerce metre aşağıda bile cep telefonları harika çekiyor ve tuvaletler bal
dök yala.
Buradan sonra roket hızı ile yüzeye doğru çıkan asansör ile
dönüşe geçiyoruz.
Tekrar merkezdeyiz. Rynek Glowny ‘nin etrafındaki
kafeteryaların birine kapağı atıp karnımızı doyuruyoruz. Şansımıza bugün
katedralin kulesine çıkmak mümkün değil. Oğlumun canı sıkılıyor bu duruma ve
sağlam saydırıyor ama yapacak bir şey yok.
Trene biniyoruz artık. Trenlerde bulduğun yere otur kuralı
söz konusu, dolayısıyla erken gelip yer kapmanız gerekmekte. Bizim bindiğimiz
araçta da böyle oldu. Önce koltuklar doldu. Ardından insanlar koridorlara
oturmaya hatta yatmaya başladı.
Tren tam zamanında vardı Varşova'ya. Gece otobüsümüzün
kalkacağı zamana dek iki saat geçirdik. Yandaki koltuklarda olimpiyatlardan
dönen Kırgız kafilesinden sporcular bekleşmekte.
0 Yorumlar
Yorumlarınız