Bugün Trakay'da olacağız. Bu yöreye gelen turlar kırk, elli euro ‘ya buraya özel tur adı altında geziler düzenliyor. Bunu rahatlıkla 4 euroya mal ederek yapabilirsiniz.
Trakay'da ne var? Neden gidiyoruz? Çok güzel, ormanlar
içindeki bir gölün kıyısında olduğu için mi? Değil, bu coğrafyada hemen hemen
her yerde bu tanıma uyan çok sayıda göl yada gölet mevcut. Ülkenin tarihi
başkenti olması mı? Kısmen. Cevabı vereyim kimseyi daha fazla sıkmadan. Aynı
Tanrıya farklı şekilde tapan başka Türkleri, yüzyıllardır pek görüşmediğimiz,
günümüzde çok azımızın bildiği akrabaları, Karayları yada kendi değimleri ile
Karaimleri görmek için yollara düşeceğiz.
http://www.unesco.org/archives/multimedia/index.php?s=films_details&id_page=33&id=1772
Neyse, gece yolculuğu ile Varşova'ya geçeceğimiz için çantamızı emanete bırakıyoruz. Görevli mekanın 9 ‘da kapanacağını söyleyip benden ücret olarak az bir para alıyor.
Biletler otobüslere girişte alınıyor. Neredeyse yarım saatte
bir farklı firmaların araçları var. Adam başı 6 lita vererek yola koyuluyoruz.
Eski mi eski, zorlukla ilerleyen aracın içi kesif bir mazot kokusu ile kaplı.
En arkadaki boşluğa kuruluyorum. Sık ormanlar, güzel manzaralar. Solda tepelerin
arasından kara bir kartal kanat bile çırpmaksızın bir planör gibi süzülüp
gidiyor. Nüfusu gerçi Kadıköy'den daha az Litvanya'nın ama çok daha kalabalıkları
doğanın ırzına geçmeksizin bağrında barındırabilecekmiş gibi görünüyor.
Terminal ile kale arası epeyce bir mesafe var. Eşime göre bu
mesafe için bir araç olmalı. Ama ne araç olduğuna dair bir emare nede bunu
soracak İngilizce anlayacak insan var ortalıkta. Çaresiz kasabanın tek ana
caddesinde ilerliyoruz. Solumuzda bazen göl, bazansa güzel ahşap evler
manzaramızı oluşturuyor. Unutmayın Karayların evlerinin giriş katlarında sokağa
bakan üç göz pencere vardır ve kesinlikle bu yönde bir sokak kapısı bulunmaz.
Bu nedenle geçtiğimiz pek çok evin Karay evi olduğunu anlayabiliyorum. Kimi
kaynağa göre 65 kimi kaynağa göre 200 kadar Karay var Trakay'da. Peki, kim bu
Karaylar…
Konumuza dönelim. Hazarlar gibi sağlam savaşçıdırlar.
Genelde paralı asker olarak yaşarlar. Bir gün Litvanya dükü kalabalık bir tatar
topluluğunu ülkesine alır. Müslüman tatarlar ülkenin çeşitli yerlerine
dağıtılır. (Bugün bile Polonya'da hatta Litvanya'da küçük bir Müslüman tatar
azınlık var. ) Fakat 300 Karay aile kralın kalesinin olduğu yola sağlı sollu
yerleştirilir. Gerçekten sadıktırlar. Zamanla sayıları 5000 ‘e dek çıkar.
Kültürlüdürler ama geleneklerindeki katı kurallar nedeniyle azalmaya başlarlar.
Çünkü bir Karay ancak anne ve baba Karaysa Karay olabilir. Bu şu oluyor. Eğer
anne İsrailli bir Yahudi ise standart Yahudi için çocuk Yahudi ırkındandır. Ama
Karaylar ne olduğuna bakmaz sadece ne olmadığını bilirler. Artık o çocuk Karay
değildir.
Ayrıca ibadetleri de farklıdır. Kenessa adı verilen
tapınaklarına girmeden eller yıkanır. Zaten kenessalara ayakkabı ile de
girilemez. Namaz benzeri bir ritüel uygulanır. Standart Musevi'nin “duy, işit
İsrail” şeklinde bitirdiği dualar Karaylarda “duy, işit Karay” şeklinde
sonlanır. Bu nedenle Yahudiler Karayları Musevi kabul etmezler. (Bu durumu
İstanbul'daki Musevilerden de duydum). Karaylar da zaten Yahudileri takmazlar.
Mavi, eski posta binasına varmadan bir on euro bozduruyorum
bankada. Kadın pek bir isteksiz ama fazla para harcamayacağımız bu son
günümüzde elimde bir ton lita ile ülkeme dönmekte pek istemiyorum doğrusu.
Yolun solunda Karay Etnografi Müzesi ve Kenessa var ama
kapalılar. Gelen turist grupları da kös kös geri dönüyor. Acı gerçeği
öğreniyorum. Kala kala on iki aile kalmış sadece Karaylardan geriye burada.
Kral Vyatautas güçlü
bir kale için bu ikinci adayı seçer. Zaten adaya giden yol boyunca özel
muhafızları olan Karayların evleri sıralanmaktadır. Karayları aşmadan –ki bu
zordur- bunun içinde ailelerini yok etmeden –ki bunu yaptıklarında Karaylar
kralı korumaktan çok ailelerini korumak ve intikam almak için kaybedecek bir
şeyi olmayan insanların coşkusu ile saldıracaklardır- kaleye ulaşmak mümkün değildir.
Yani özetle kale savunmak için iyi bir yerdedir.
Kaleye giriş 14 lita. Çocuklar için 6 lita ödeniyor. Çekim
yapmakta ayrıca ücretlendiriliyorsa da hasar verecek türden değil. Kaleye
girişimizle beraber güneş çıkıyor ve yoğun bir nem bizi sıkmaya başlıyor.
Son odada ise özellikle fildişi ve sedef süs eşyaları
sergilenmekte. Güzel, zarif parçalarda mevcut.
Bu kısımdan iç kale diyebileceğim, kralın, ailesinin ve
adamlarının kaldığı bölüme giriyoruz. Burada da çok küçük bir avlu daha doğrusu
bir boşluk var. Çeşitli odalarda paralar, nişanlar, Litvanya'nın ve Hansa Birliği şehirlerine ait gravürler, yağlı boya tablolar var. Güney cephesindeki
küçük kilisede ise biraz vakit geçirdik oturarak. Oldukça sade bir oda.
Demin gezdiğimiz tarafta atladığız bir bölüm olduğunu fark
edip tekrar giriyoruz. Önce doldurulmuş hayvanların sergilendiği bir odayı
aşıyoruz. Ardından çeşitli soylu ailelere ait arma ve mühürlerin sergilendiği
başka bir kısma geçiyoruz. Avrupa'nın bu kısmında insanlar bizlere karşı gerek
Kırım gerekse Osmanlıyı düşman olarak görerek pek çok kez savaşmışlar. Fakat
hilal, ay yıldız (kimi zaman Davut yıldızı olarak karşımıza çıkmakta) pek çok
armada kendine yer bulabilmiş.
Adanın dibinde bekleyen gezi teknelerinde alıyoruz soluğu.
Vaktimiz bol ve yapacak pek bir şey yok. Adam başı 10 litaya (Mete 5 lita)
anlaşıyoruz. Bizimle beraber kabile kalabalığında Rus aileler var. Tekne
kalenin olduğu adanın arkasına dek gidip sancak yönünde sapıp küçük koylara
teker teker girip çıkarken hava tekrar kapanıyor. Bu arada ilerideki adalardan
birinde birkaç araba görüyorum. Sanırım ana kara ile bağlantı var.
Bir başka adada ise kocaman beyaz bir ev var. Adamın biri
kendine bu evi yaptırmış ve mimarında serbest davranmasına izin vermiş. Mimar
da bunun üzerine yürüyüş yolları, heykeller vb ile donatmış adayı. İnsanlar
kuytu koylarda rüzgara ve havanın kapalı olmasına aldırmaksızın suya
giriyorlar. Biz ise teknede esen rüzgara dayanamadığımızdan için teknenin
kamaralarına kaçıp tamamlayabiliyoruz turun sonunu.
Karnımız doymuş ve dinlenmiş olarak ayrılıyoruz mekandan.
Saat dördü geçmekte ama halen gruplar geliyor. Ne varsa, dünyanın her yerinde
şunu anlıyorum ki Türk yemeği gibisi yok.
Yol üzerinde bir pastaneye giriyoruz. Kapısındaki master,
visa stikırları bu dükkanda kredi kartının geçtiğine dair bir düşünce oluşturdu
içimizde. Yanımdaki litalar sadece dönüş biletimi karşılayacak miktarda. Kahve
sipariş edip yanında gerçekten güzel görünen pastalardan sipariş ediyoruz.
Odanın köşesindeki yemek takımı tamamen pastadan imal edilmiş tıpkı cadının evi
gibi. Saat altıyı buldu burada…
- Tamam da param kalmadı yanımda lita olarak. Terminalde
para bozdurabilecek miyim?
- Hayır.
- Yarına kadar gidemeyeceğim o zaman. Peki otel bulabilir
miyim?
- Evet.
- Evet.
- Sokakta kalmam gerekecek yani. Özetle durum bu sanırım.
Gayet pişkin bir tavırla, küstahça yanıtlıyor.
- Evet sokakta yatmanız gerekecek.
O an can almanın zor olmadığını düşündüm. Yanımda dünya
kadar parayla beş parasız kalmıştım ve bundan çok kadının tavrı beni deli
etmişti. Etrafı kırıp döküp küçük çaplı bir terör yaratmayı düşündüm ama
yanımda karım ve çocuğum varken sonuçları itibariyle akılcıl değildi. Tek olsam
neyse, ortalığı yıkar bir taksiye 100 euro verir topuklardım Vilnius ‘a. Sadece
küfür etmekle yetindim ama küfür etmek siniri alıyor ama gerçekliği
etkileyemiyor tabii.
Nihayet oldukça iyi bir araç geliyor bu kez. Epeyce lüks bir
minibüs. Tarife farklı bu nedenle, adam başı 6,80 lita. Yarım saati az biraz
aşan bir sürede bizi gara bırakıyor. Şehrin üstünde günün son ışıklarını
seyreden altı, yedi hava balonu uçuşmakta. Baltık rotasının kim ne derse desin
gerçek incisi Vilnius.
Gardan çıkmadık. Nasıl olsa tablet var ve tablette de angry
birds. Oğlan oyalanır. Ben sağa sola bakınıp oyalanıyorum. Terminalde güvenlik
var endişelenmeme gerek yok. Eşimse uyukluyor, sağlam stres yaşadık aslında.
Bir ara Litvanyalılar için bile uzun bir çocuk geliyor, “ulan ne boy vermiş
Allah bunlara” diye hayıflanıyorum. Sonrasında Vilnius'tan Sofya'ya otobüs
olduğunu görüyorum.
-
Yıldız baksana, buradan Sofya yapıp oradan da
İstanbul'a zıplayabilirmişiz.
Eşim bana bir deliye bakar gibi bakıyor uyku sersemi. O
sırada uzun boylu genç bana dönüp sesleniyor.
-
Hangi otobüsmüş ağabey?
Vay anasını. Coğrafyanın en boylu adamı bizden çıktı. İyi ki
adamı yabancı sanıp da sağlam giydirmemişim. Tanışıyoruz, adı Murat. Bizim
rotayı tek başına ama tersten yapıyor. Arkadaşları gideriz demiş ama vakit
geldiğinde hepsi topuklamış genelde olduğu gibi. Murat da gözü kara çıkıp yola
bir başına koyulmuş. Ters yönlere gittiğimiz için birbirimize tüyolar
veriyoruz.
Otobüsler geliyor. Eşim tuvalet için alt kata iniyor ama
görevli kadın tarafından sepetleniyor. Belirli bir saatten sonra tuvalette
kapalı. İleride Mc Donald’s var. Koşup oraya gidelim diyoruz. Murat,” abi, ben
çantaları beklerim ama çok gecikmeyin” diye sesleniyor.
Koşa koşa çıkıyoruz terminalden. Ben önden depar atarken
Yıldız sesleniyor. Açık bir büfeye dalmış bile. İkisi kadın dört kişi masada
içiyorlar. Tuvalet için izin istiyorum, gösteriyorlar. Genç oğlan çat pat
İngilizce biliyor, nereden geldiğimizi soruyor.
-
“Türküz” diyorum.
“Turkiya” diyerek bardaklarını boşaltıyorlar. “Antalya”
diyor çocuk gülümseyerek. “İstanbul” diyorum. Bardaklar ne zaman doldu
bilmiyorum ama bir tane de bana uzatılıyor. Kibarca reddediyorum. “İstanbul”
diye topluca bir haykırış bardaktaki içkinin de sonu oluyor. “Rus musunuz?”
diye sadece konuşmuş olmak için soruyorum. Anlamıyorlar sanırım ama yaşlı kadın
boynundaki haçı gösteriyor bana.
-
“Ruski” diyorum ve bu kez bardaklar “Rusya”
haykırışı ile sonlanıyor.
Eşim çıkıyor,”temiz miydi? diye soruyorum. “Kim bakar ona,
göreceksin” diyor muzipçe. Mete de ağzı kulaklarında çıkıyor kabinden. İçeri
girince anlıyorum. Duvarda boydan boya, muhteşem vücutlu, harika suratlı bir
sarışının üstsüz fotoğrafı var. Sanırım oğlum orada ergen oldu.
Çıktığımda tekrar teşekkür edip yumruğumda tuttuğum tüm
litaları uzatıyorum masadaki adama. “Tamam” dercesine bir hareket yapıyor,
üsteliyorum, gülüp “boş ver” diye el sallıyor. En son masadaki herkes
bardaklarını bize yöneltip bir şeyler deyip içkilerini içiyor ve bardaklarını
boşaltanlar ardımızdan el sallıyordu.
Vilnius'tan turun başından beri en çok korktuğum şehrine,
ülkesine doğru gitmek için gerimde maceralar ile dolu bir günü bırakarak
otobüse atlıyorum. Varşova bekle beni… Ailem ve ben seni alt etmek için
yollardayız.
0 Yorumlar
Yorumlarınız