Söğütten bahsedeyim. Birkaç çadırdan bir cihan
imparatorluğuna gidilen yolun başlangıç menzili burası. Türklerin bir kolunun
güvenle nefes alıp da tamam sıra bizde deyip yola koyulduğu yer. Yüzlerce yıl
harta gelmeyen ta ki 2. Abdülhamit başa
geçip kurtuluş yolları ararken özünü aradığı ve burayı bulduğu kasaba. Öyle ki
sultan sadece Türklerden oluşan koruma birliklerinden birini Söğüt Alayı adını
bile vermiştir.
Sabah kaçtı hatırlamıyorum ama rüzgarın duvarları döverken çıkardığı ses uykumu böldü ve sonrasında da bir türlü uyku tutmadı. İçimden bizim dedeler huzurlu bir uyku bulabilmek için muhtemelen buradan ayrılmış önüne geleni kese kese Viyana ‘ya kadar ulaşmışlar.
Burada Ertuğrul Gazi ‘nin bir türbesi var. Kuruluş döneminin tüm savaşçı kişiliklerine ait mezarlar var. Muhtemelen bunlar temsili taşlar. Ardılları Osman ve Orhan Gazi'nin mezarları Bursa'da, bizim dede efendi Akçakoca Bey ‘in türbesi ise Kerpe yolunda idi. Gene de bir nevi imparatorluk mezarlığı diyebileceğimiz bir yer.
Yunan işgali sırasında Yunan askerleri türbeye ateş etmiş. Pencere pervazlarında halen kurşun izleri görünmektedir. Türbenin içinde ise imparatorluğun çeşitli yerlerinden getirilmiş toprak keseleri de var. Anlayana, hatırlayana ibret elbet…
Neyse ki geçmişini unutmayan birileri her sene kuruluş
şenlikleri düzenliyor da halk özünü, geçmişini, kökünü hatırlıyor.
Oldukça sert bir havada ören yerine vardık. Dağınık ama
büyük bir yer olduğu anlaşılıyorsa da görünen eğer kazılırsa gerçek değerinin
anlaşılacağı şeklinde. Yeni yeni adı geniş kitlelerce duyulmaya başlandıysa da
pek çok büyük artısı var.
Bunlardan biri dünyanın en büyük Zeus Tapınağı. Yapı
heybetli, güzel. Zaten Aizonai denildiği zaman akla gelen resim arka planında
bu tapınağın olduğu, önde üzeri kısmen turuncu likenlerle kaplanmış heykelin
olduğu bu görüntüdür.
Tapınağın karşısına ise bulunan mezar ştelleri dizilmiş, sıralanmış. Bir müzeye taşınıp bahçesinde mi sıralanır kerhen yoksa burada yağmurun, karın, fırtınanın insafına mı bırakılacak Tanrı bilir…
Bizimkilerden uzaklaşıyorum. Tapınağa bakınıyorum. Sonra
uzaklara takılıyor gözüm; mermer yığınların ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Kimler
geldi, kimler geçti kim bilir… Mezarları bile kalmamış gelip geçenlerin…
Kızılderililerin dediği gibi toprak kalmış geriye. O nedenle toprak korunmalı.
Toprak erozyona karşıda korunmalı, onda gözü olan ite kopuğa karşıda korunmalı.
Hem de her ne pahasına olursa olsun…
Buradan önce odeon ‘u ardından halen sağlam, iş görür Roma Köprüsü'nü geçip tarihin ilk borsa binasına ulaşıyoruz. MS 150 ‘li yıllarda borsa olarak işlem görmeye başlanmış burada, Diocletian döneminde yaklaşık 300 ‘lü yıllarda enflasyon nedeniyle fiyatlar sabitlenmiş. Günümüzde bir zamanlar cami minaresi olarak duran duvara bunun çevirisi asılmış.
Günümüze gelirse kasaba tam olarak bir hayalet kasaba görünümünde. İki bin yıllık kalıntılar dahi günümüz köyünden daha sağlam, daha ruh sahibi olarak görünmekte.
Kütahya'ya dönüyoruz. İlk iş olarak Germiyan Sokağı'ndaki bir
konakta öğle yemeği yeniyor. Yemek güzel, ortam güzel. Pencereden dışarı
bakıldığında, bir zamanlar heybetli bir görünüme sahip olduğu bugünkü
yıkıntılarından bile anlaşılan Kütahya Kalesi'nin surları görülüyor.
Germiyan Sokağı, Osmanlı dönemi konaklarının sağlı sollu
sıralandığı, yolları engebeli Arnavut kaldırımı halinde sevimli bir sokak.
Kütahya'nın bir zamanlar şehzadelerin eğitildiği, önemli bir şehir olduğunun
nişanesi bir yer. Bu sokağın başında durduğunuzda, şehrin, iyi zamanlar
geçirmiş olduğunu anlıyorsunuz. Ama olurda benim gibi sokağı takip ederseniz
işin rengi daha doğrusu binaların görünümü de dramatik bir şekilde değişiyor.
Kale çok meşhur bir konuğu ağırlamış önceleri. Roma İmparatoru Diogenes Alp Arslan tarafından serbest bırakılınca şehrin yakınlarında yeni imparatorun askerlerince tutuklanır. Kaleye hapsedilir ve Bizans geleneklerine göre bu kalede gözlerine mil çekilerek kör edilir. Çünkü Bizans gelenekleri körlerin tacı takmasına olanak tanımaz. Kalenin meşhur olmayan misafirleri de olmuş. Roma paganistken ilk hristiyanlar buraya sığınmış. Romalılar kaybedecek bir şeyi olmayan bu kitleyle hele bu duvarların arkasında dururlarken savaşmak yerine şehrin istihkakını kesmiş. Fakat işler değişince, başlangıçta önemli bir hristiyan kenti olmuş ama zaman bu önemi insanların kafasından silinip gitmiş.
Güzel, küçük bir Kütahya evi. Bir katındaki odalarda Kossuth ve yoldaşlarının kullandığı eşyalar sergilenirken diğer kısımlar küçük bir etnografya müzesi gibi. İnsanlar bu evin Macarlara mı ait olduğunu yoksa sadece sembolik mi olduğunu düşünürken çok garip bir olay oldu. Önde ellerinde Macar bayrağını betimleyen küçük bir çelenk ile biri erkek üç orta yaşlı Macar içeri girip Kossuth ‘un heykeline gittiler.
Ben, bu kadar yakın olmasına, gezmeyi bu kadar sevmeme
rağmen Kütahya'yı rotama koymamışken adamlar özel olarak kim bilir nereden
aktarmalı olarak geldiler bir çelenk bırakmaya. Acaba onlar bu aktiviteyi
yaptıklarını ülkelerine döndüklerinde anlattıkları zaman “faşizm” yada “eski
yaraları kaşımak” şeklinde yorumlayan insanlar olmuş mudur? Kim umursar,
adamlar köklerini unutmuyor. Avrupalının her haltını kabullenen insanımız
“kökenini unutmama ve köklerine sahip çıkma” olgusunu da alabilse keşke…
Sonrasında Ulu Cami'nin yanındaki Çini Müzesine girdik. Hızlıca Ulu Cami'den bahsedeyim. Tahmin edebileceğiniz gibi şehrin en büyük camisi. Yıldırım Bayezıd zamanında yapılmış ama şu an ki hali 2. Abdülhamit zamanındaki renovasyonun sonucu. Çini Müzesi'nden sonra kısa bir süreliğine içini gezdim. Küçük diyebileceğimiz boyutta iki kubbesi var. Kubbelerin birinin altında bir mahfel var. Temiz, aydınlık bir yapı. İnsana huzur veren bir ambiyans var.
Çini Müzesi'ne dönelim. Yapı 2. Yakup Bey ‘in yaptığı bir
külliye orijinalinde. Yapını orta mekanında, kubbenin altında bir şadırvan
bulunmakta. Sağdaki ve soldaki diğer iki oda ise şadırvan detayını saymazsak bu
orta mekanın kopyaları diyebiliriz.
Buraya gelmişken bir uğramak fena olmaz. Zaten Ulu Cami ve arkeoloji müzesi de buraya yakın.
Dediğim gibi oldukça güzel bir mekan ama girip gezmek gerekir.
Sonrasında çarşıda takıldık uzun süre. Kalabalık, neşeli,
düzgün ama gelişmemiş bir Anadolu kenti. Kimse yanı başındaki Eskişehir
örneğine bakıpta ibret almak istemiyor gibi. Hoş, her ne kadar istemeseler de
turizm bir aralıktan şehre sızmaya başlamış bile. Bir şeyler bunun sonucunda
değişecek elbette.
Özetle, güzel bir tur idi. Gerçekten hayıflandığım tek şey
bunu neden daha önce yapmamış olduğum oldu.
0 Yorumlar
Yorumlarınız