Takip Et

8/recent/ticker-posts

Gün 1 – Dubai’ye varış ve tarihi kısımların gezilmesi

İnişe geçiyoruz sonunda. İyi bir uçuştu ama inişe doğru sallantılar başladı bir güzel. Çölün üzerinde doğan güneş harikulade manzaralar ortaya çıkarmış. Yukarılardan çöl adeta bir deniz gibi görünüyor. Yoğun, dalgalı… Öyle ki muhtemelen çoğu turistik bedevi kamplarının yanan ateşleri, ışıkları uçsuz bucaksız bir denizdeki gemilermiş gibi görünmelerine neden olmakta.

Havalimanında ilerliyoruz. Bir ton para verip aldığım vize çıktısının üzerine lalettayin bir kaşe vuran şişman vize memuru fazlaca bir şey yapmıyor. Arap Emirlikleri'nin vizesi oldukça kolay alınıyorsa da masraflı. Uçak biletini aldığınız firmalar size vize alabilmeniz için ücreti mukabilinde yardımcı oluyor. Ivır zıvır bir iki evrakı taratıp göndermeniz ve 100 Euro gibi bir para ödemeniz yeterli oluyor. Bununla beraber AB ülkelerinin vatandaşları tek kuruş ödemeden çok girişli üç aylık vizeye konabiliyor. Vatikan bile ülkeye vizesiz girerken din kardeşim Arap şeyhlerinin bana yaptığı bu atraksiyon canımı yakmadı değil. Bir de bu paraya tek giriş vize alıyorsunuz ki bunun nelere sebep olduğunu bilahare anlatacağım.

Gümrük işlemleri bitti ve bagajları da aldık. Şehir merkezine gideceğiz. Emirates ile gelirseniz T1, THY gibi sağlam firmalarla gelirseniz ise T3 terminaline iniyorsunuz ve bu iki terminalden de şehir merkezine direkt metro ulaşımı var. Bizim gibi hesapta Emirates ‘in yavru firması Fly Dubai yada Pegasus, Atlasglobal gibi firmalarla gelirseniz T2 terminaline inersiniz.

Dubai gezisinin öncesinde yaptığım araştırmalarda bizim milletin “ay, taksiler şöyle ucuz, böyle pratik” laflamalarına takılmamış ve alternatifleri araştırmıştım. İki nedeni var bunun. İlki taksiler bizim Pakizeler ve Berkecanların dediği kadar ucuz olmaması; diğeri ise kiminin nasıl palyaço korkusu varsa benim de OÇT sendromum var. (O. Çocuğu taksici)

Arap kardeşlerimiz iliklerine dek emeklerini sömürdükleri Pakiler, Hintliler ve diğer ulusların en azından işe kadar gelebilmeleri için bir toplu taşıma kartı üretmiş. Nol kart denilen bu nesne epeyce işe yarıyor. Bu kartın türleri var ve Dubai Toplu Taşıma Şirketi diyebileceğim firmanın sitesi bunları açıklamış. Tabii, her bir kartın sahip olduğu avantajları kadar eksiklikleri de var diyebilirim.

Havalimanı içindeki her hangi bir büfe vb den bu kartları alabiliyorsunuz. Hatta kredi kartı ile bile alabiliyorsunuz ki bu sayede havalimanındaki vampir zihniyetli döviz büfelerini de ekarte ediyorsunuz.

İşe yarar kartlar iki tane. Nol Red 10 kullanım hakkı veriyor ama “zone” kavramı işleri karıştırabiliyor ve havalimanına giderken kullanılmıyor deniyor. O nedenle Nol Silver en işe yarar kart. Bu kartı 25 dirheme alıyorsunuz. Bunun 6 dirhemi kart bedeli, kalanı ise kullanabileceğiniz ulaşım ücreti. Metrolarda, bilimum gişede, kiosklarda yükleme yapabiliyorsunuz. Bunun handikabı ise içinde en az 7,5 dirhem bulunması gerekliliği. Bunun altına düşerse kalıyorsunuz ortada. Bu bedel Dubai içindeki en uzak ve dolayısıyla en pahalı ulaşım ücretine karşılık gelmekte.

Havalimanı binasından çıkıyoruz. Hemen karşıda otobüsler beklemekte. Sharjah (Şarca) denilen ülkenin en güzel denizlerinin olduğu (denize girilmesi yasak) tutucu emirliğe de buradan otobüs var. Her neyse buradan otobüse biniyoruz. Otobüse binerken de inerken de kartları okutmanız, okuttuğunuzdan da emin olmanız gerekmekte. Bazan yavaş çalışabiliyorlar ve bu durumda maksimum ücreti uyguluyor size sistem. (Bana uyguladı oradan biliyorum.)

Yol üzerinde metroya aktarma yaptık. Bambaşka bir dünya adamların metroları. Bir kere sinyalizasyon ile yönlendirme işlerini çok iyi çözümlemişler. Bir diğer unsur ise ortalığın mis gibi kokuyor olması. Metro girişinde de çıkışında da kartı okutuyorsunuz ama bir saat bir aktarma hakkı var ve bu kısım ücretsiz artık.

Metrolarda kadınlara ait bir kısım var. Oraya erkeklerin girmesi yasak, 200 dirhem gibi bir cezası var. Ama erkeklerin girdiği kısımda da kadınlar seyahat edebilir, ne bakan ne rahatsız eden var. Hiç kimse ülkeden sınır dışı edilip de ekmeğinden olmak istemiyor. Bir de Nol Gold denilen bir kartla girip iki katı ücret ödediğiniz kabinler var.  Lüks sınıf denilebilir. Bence tamamen gereksiz bir şey.

Metro ve bekleme yapılan platformlar arasında kalın camdan bir duvar var. Böylelikle birilerin araçlara inip binerken raylara düşmesinin önüne geçilmiş. Şaşırtıcı bir şey ama mesai saatlerinin çıkışına denk geldiyseniz bizim metrobüsün aslında pekte dolu olmadığını düşünmenize neden olacak bir kalabalığa denk geleceksiniz. Ara saatlerde problem yok, on numara J

İndik Al Ras durağında. Zaten sinyalizasyon, sesli bilgilendirme her şey çok organize. Ben bile yanlış bir şey yapmadım. Her neyse, iki adımda vardık otele. Saat dokuz bile değil. Çalışanlar Bangladeşli.  Türk olmak, bir de selamun aleyküm demek adamları fethetmeye yetiyor ama yönetici gudubet ötesi bir Hintli. Bıraktık çantaları doğru önceden yaptığımız planı uygulamaya başladık.

Otelin olduğu yer Dubai ‘nin eski ticari merkezi denilebilecek Deira bölgesi. Bizim Türk turistin rağbet etmediği ama benim saydığım yerli ve yabancı sağlam gezgin abilerin burada kal gerçeği gör dedikleri yer burası. İlk hedefimiz Altın Çarşısı. Ama oraya dek uzanan yol üzerinde başta çok sayıda meşrubatçı var. Özellikle jölemsi bir sıvı içinde türlü türlü tohumun yer aldığı bir içeceği merak ettim ama daha ilk günden sakata gelmemek için sabrettim.

Yol üzerinde Kültür Mirası Evi vardı ama arkasındaki Ahmediye Okulu gibi tadilat nedeniyle kapalı olduğundan giremedik. Yapılar tahmin edebileceğiniz şekilde kum rengi. Dışarıdan pek bir görsel çekiciliği olmasa da bunlardan Ahmediye Okulu önemli. Buradaki Araplar eğitimin önemli bir şey olduğuna şaşılacak derecede erken uyanıp yüzyıl kadar önce en azından üst düzey ailelerin çocukları kalburüstü bir eğitim alabilsinler diye burada bir okul kurmuşlar. Dersler Arapça, gramer, Kur ‘an okuma, aritmetik gibi yöresel yaşamı idame ettirme konusunda yeterli bir çeşitliliğe sahipmiş. Altmışlarda kapatılıp seksenlerde müze olarak tekrar açılmış.

Bir adım sonrasında ise safran ve kuruyemiş satan dükkanlar var. Dükkanlarda Arap çalışan yok. Kudüs hurmalarını da çekik gözlü bir abla satıyordu. Kilosu 35 dirhemmiş. Sonradan anladık ki Dubai hurmasının kilosu 7,8 dirhem iken bu fiyat epeyce astronomik. “Nerenin hurması, Kudüs mü?”, diye sordum saf saf. Kadın da “yok, Filistin Hurması”  dedi.

Altın Çarşısı’na (Golden Souq) ulaştık. Vay anam vay… Görgüsüzlük ve Arap kitsch ‘ini harmanladığınızda ortaya böyle gariplikler çıkıyor anlaşılan. İmperyal bir kentin çocuğu olarak şaşaalı şeyleri ben de severim ama mantık çerçevesinde tabii ki. Anlatması zor. Mesela bir kadının göğüs bölgesini komple kapayabilecek boyuttaki altın takımlar (kolye denmez sanırım bunlara) en gözde olanlar gibi. İşlemeleri güzel. Yüzüklerde ise beyaz altın moda. Türlü taş kafalarına göre takılmış. Yakut ve zümrüt tutuluyor ama safir neredeyse yok gibi. Abartılıp altın payetlerden kadın elbisesi bile yapmışlar. Çinli abiler gelip bizimle beraber bunun resmini çektiler bol bol.

Meğer bu altın çarşısı tek bir bina değil koca bir yöre imiş ama merkezi gibi olan binaya girdik. Üç katlı bir yapı. Bir kaç dükkana girdik. Çalışanlar hep Hintli. Alıcı gibi yaklaştığınızda hemen indirimler başlıyor. %60 gibi üstelik bu indirim oranları. Bir de her yerde 33 kg, 100 kg altın verdikleri çekilişlerden bahsediliyorsa da inandırıcı gelmedi hiç. Gene de alıcı modunda dükkanlara girip takıldık epeyce.

Ara sokaklarda takılırken epey bir kuytuda bir magnetçi gördük. Sağlam fiyat verdi biz de kırdık. “Eyvallah” dedi, itiraz etmedi. Konuşmaya başladık. Afganmış, Türk olduğumuzu anlamış. Düzgün bir tip olduğu için keşke indirim için üstelemeseydim diye düşünmedim değil. Can sıkmadan başka arkadaşlarının da sahte Rolex vb ayarlayabileceğini söyledi. Burada büyükçe bir “imitasyon” pazarı var. Sokakta aylak aylak dolanırken insanlar gelip baba markaların çantasından saatine ucuz ve elbette ki imitasyon ürünlerini ayarlayabileceklerini söylüyorlar. Vedalaşıp yolumuza devam ettik.

Buralarda bir kadın müzesi varmış. Onu da bulduk ama hem kapalıydı hem de 20 Dirhem gibi bir giriş fiyatını duyunca kadın görmek için interneti kullanmanın daha akılcıl olacağına karar verip yolumuza devam ettik.

Arap Denizi yanında türlü enteresan balığı görürüz diyerek Balık Pazarı'na gittik ama orada da yaşam çoktan bitmişti.

 Kös kös bir sonraki durak olan Souk Naif ‘e uzandık. Yol üzerinde güzel diyebileceğim, Eminönü tarzı yemek yenebilecek yerler var. Restoran falan değil. Bizdeki  büfelerin sandalye, masalı hali. Ama fiyatlar makul, yemekler de menü resimlerinden görüldüğü üzere yüzüne bakılır türden.

Souk Naif ‘i bulduk. Burası Dubai'nin ilk büyük, Avrupai alış veriş merkezi imiş. Bizim Atrium'un biraz büyüğü gibi göründü gözüme. 1970 gibi bir tarihte açılmış. Dışarıdan temiz ve bakımlı görünüyordu. Giriverdik. Genelde turistik nesnelerin satıldığı, temiz dükkanlar var. Pek büyük olmasa da sıkılmadan dolaşabileceğiniz, yorulduğunuzda da rahat rahat dinlenebileceğiniz serin bir yer. Tabii, bize kısa sürede rahat battı ve gene dışarı çıkıp sahile ulaşmak üzere yola düzüldük. Sağlı sollu pılı pırtı satan mağazalar ve elektronikçi dükkanlarından geçilmeyen uzunca bir caddeyi kat ettik. Bir iki yere kafamı soktum ama genelde toptancı gibi olduklarından mı yoksa tipim pek “alıcı” olmadığından mı nedir pek iplenmediğinden bir şey öğrenemeden girdiğim gibi çıktım.

Baniyas denilen yerdeki büyük otobüs duraklarına denk geldik. Dubai de beş, altı kadar büyük sayılabilecek otobüs durağı var. Bizim Mecidiyeköy tarzı. Buralardan temel noktalara giden otobüs hatları var.

Tüm ulaşımlar için kullanabileceğiniz sihirli internet adresi wojhati.rta.ae

Bu adamların android için de aplikasyonları var. Her türlü bilgiyi veriyor. Sadece A noktasından B noktasına yürüyüş için misal 8 dk diyorlarsa o yol gerçekte taş çatlasın yarısı kadar ya çeker ya çekmez.

Neyse, Dubai ‘nin halicine vardık. Gerçi haritalara göre burası Dubai Creek; çevirirsek Dubai Deresi. Haliç ‘in kuzey kısmı yani bizim olduğumuz Al Sabhka kısmı kendine has bir düzene sahip çılgın bir ticaret merkezi. Doğuya doğru, sahil boyunca binalar boy atarak ama en ufak bir aralık bırakmaksızın uzanıp gidiyor.

Karşı kıyı ise ilk Dubai. Zaten şehir alabildiğine yeni. Ama eskisi de yeni. Al Ain tarafından göçen 800 kişilik Maktoum Ailesi 1833 ‘lerde buraya yerleşmiş. Su sorunu yaşayan balıkçılık, inci ve deniz ticareti  ile geçinen bir sahil köyü iken İngilizlerin dikkatini çekmiş. Bir liman olarak işletmeye başlamışlar. Su sorununu da konserve kutularla getirdikleri sular ile çözüp halkı kendilerine bağlamışlar.

1966 ‘da petrol bulunmuş. Dönemin lideri Şeyh Raşid akılcıl bir şekilde gelen ilk paraları halkın yaşam kalitesini yükseltecek hastane, okul gibi yapılara harcamış. Ardından çöle adım adım ilerlemeye koyulmuş. Dünyanın hemen hemen her yerinde kumlar şehirleri yutup yaşam alanlarını çölleştirirken Dubai'de çöl yeşertilip etrafına devasa ticaret merkezleri inşa ettirilmiş.

Abu Dabi Şeyhliği önderliğinde bir federasyon yani bizim bildiğimiz Birleşik Arap Emirlikleri kurulunca da hemen katılmışlar. Birliğin dış işleri bakanı her daim Dubai Emirliğinden çıkmakta.

Dönelim şimdiye. Karşı kıyıya geçeceğiz. Haritalara göre su altından giden bir yaya yolu var ama kim bilir nerede ve hiç yürüyesim yok. Adam gibi bir şey de yemedik. O nedenle karşı kıyıya abra denilen bir tür deniz taşıtıyla geçmemiz gerekiyor. Bu abra denilen araç, ortasında içten takma, köhne bir motoru olan üstü tenteli, pek zarifçe bir görünüme sahip olmayan bir tekne olarak tasvir edilebilir. İçine sağlı sollu doluşulup pek rahat olmayan bir şekilde oturarak karşı kıyıya gidiliyor. Dubai Creek'teki bu on dakika kadar sürmeyen deniz yolculuğu keyfi sadece 1 dirhem.

Biz bineceğimiz abrayı arayadururken hemen oradan hanutçu kılıklı bir arkadaş gelip bize haliç boyu giden gezi teknelerini satmaya çalıştı. Adam başı 160 dirhem olan fiyat üç kişi 160 dirhem olan bir aile paketinin fiyatı haline geldi ama bizim yolumuz belli olduğundan arkadaşta bir şeyler mırıldanıp yoluna gitti.

Bindik abramıza. Ana baba günü ama bu hantal tekneler denge açısından problemli değil. Denizin kokusu burnumuzda, serin br rüzgarın eşliğinde yol alıyoruz keyifle. Yanımızda Sri Lankalı olduğunu öğrendiğimiz çocuklar bizle fotoğraf çektirmek istiyorlar. Ufak tefek çocuklar. Yaşam gerçekten adaletsiz. Kırmıyoruz. Biz de onlarla beraber fotoğraf çektirmek istediğimizi söylediğimizde sevinçten gözlerinin içleri gülüyor.

Karşı kıyıdayız artık. Kapalı çarşı denilen bölge 100 m kadar uzunlukta, hediyelik eşyaların satıldığı bir pazar alanı. Belki yüz sene önce sağdan soldan gelen eşyalar burada satılırken otantik bir hali vardı, kim bilir… Satıcıların yapışkanlığını aşıp kaleye yöneldik.

Kale, El Fahidi Kalesi olarak anılıyor. Dubai kurulduğunda tüm şehrin güvenliği bu kaleden sorulurmuş. Şimdi ise mimari müzesi adı altında girişi topu topu 3 dirhem olacak şekilde misafirlerini bekliyor.

Kapısının üzerinde sivri metal başlıklar var. Şuursuzca koşanları öldürür de başka neye yarar bilinmez. Öte yandan giriş kısmında hava öyle serin ki tüm Dubai gezisinin zahmeti burada çıktı; hatta Mete uyuyakaldı.

Buradan da çıktık. Hemen ileride El Fahidi Turistik Mahallesi denilen Baştakiyya bölgesi var. Burası geçmişe ait yerel yaşamın bir şekilde yaşatılıp meraklılarına sunulduğu bir sergi alanı. Buraya girmek için ilerlerken önce ulu camiye bir uğradık. Dışarıdan heybetli görünse de içinde bir numara yok. Oradan da çarşının arkasındaki “Küçük Hindistan” bölgesine girdik. Hindistan'a ait aklımda kalan tüm kötü anılar burada canlandı. Her noktaya bir tanrı yerleştirip yakmışlar tütsüleri. Pejmürdelik ve sefalet; ne ararsanız var.

Neyse girdik mahalleye. Giriş ücretsiz. Çeşitli evler değişik kimliklere büründürülerek yaşanır daha doğrusu gezilir hale getirilmiş. Misal kimisi filateli müzesi yapılmış ve odalarında gerek Dubai gerekse diğer emirliklere ait pullar sergilenmekte. Bozuk para müzesi de vardı ama kapısı kapalıydı.

Burada değişik ve güzel bir cami vardı. Adam bizi bir durdurmaya çalıştı ama selam verince gülümseyerek yol verdi. İçi, diğer arap camileri gibi sevimsiz ve ufak. Ama düşünüyorum da amaç ibadet ise büyük, devasa ibadethanelere ne gerek var. Binlerce kişilik dev camiler yerine aynı alana yapılacak külliyeler ile çok sayıda aç doyurulup insanlara eğitim verilebilir.

Yapılardan birinin üzerine fırladım. Dubai de sağlam bir Pers kültürü varmış zamanında. Badgir denilen rüzgar vasıtasıyla yapılan soğutma sistemleri pek çok yerde kendini gösteriyor.

İçeride bir de kahve müzesi kısmı var. Oraya da uğradık. Buradaki odalarda kahvenin bedevi kültüründeki yeri, kahve yapımında kullanılan eski eşyalar görülebilir. Kahve vb de içebilirsiniz ama 20 dirhem gibi bir fiyatı görünce isteğimizi anında kaybettik.

Çıktık dışarı. Güneş tepede… Nem ve sıcak artı gecenin uykusuzluğu bizi sağlam sarstı. Metroya dek yürüyor yol üzerindeki bir dükkanı yağmalıyoruz. Buralar gördüğümüz kadarıyla normal fiyatlara sahip, turistlerin az rağbet ettiği yerler. Yol üzerinde parfüm, tekstil çarşısı gibi rehber kitapların “gezilmeli” dediği yerlere de bakındık ama bizim İMÇ açık ara bunlardan daha iyi.

Otele girdik… Yarın ola hayrola..

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar