Bugün her Bosna gezimde planlarımda olup hiç gidemediğim iki
şehre uğrayacağız. Travnik ve Jajçe. (Yayçe okunuyor)
Öncelikle bunun için araba kiraladık. Adamlar bize B sınıfı ateş kırmızısı bir Mercedes tahsis etmişler. Az biraz paraya aracı tuttuk. Merkeze dönüp kalan tayfayı da toparlayarak yola çıktık.
Kaymak gibi bir otoban. Bu otoban Bosna Piramitleri' ne
gidebilmeniz içinde kullanmanız gereken yol aynı zamanda. Gayet optimist bir
şekilde dönüşte vaktimiz olursa uğrarız diyorum.
Kısa zamanda Travnik ‘e ulaşıyoruz. Tarihi kısım ufak tefek
bir yer. Arabayı park edip meydandaki camiye yöneliyoruz.
İlk vardığımız yer
Süleymaniye Camii. Travnik Çarşısı'nda yer alan camii Balkanlar'ın tipik
bezemeli, “alaca” camilerinden biri. Ama yapısı itibariyle en büyüğü olmalı.
İçine girip bakınıyoruz. Ahşap işçilği oldukça iyi. Süslemeler muhtemelen
köklerden elde edilen boyalarla yapılmış. Tüm imparatorlukta kullanılan ve
günümüzde unutulan formüller ile üretilmiş olmalılar. Epeyce tarihi, ahşap bir kapısı var.
Yemekten sonra kaleye
çıkmak için ana yolu aşıyoruz. Kaleye giden yolun bir kısmı yoğun bir ağaçlık
alanı geçmenizi gerektiriyor. Kaleye uzanan asfaltın etrafı ise artık Müslüman
kimliği taşıyan mekanlar. Çok sayıda cami mevcut ama bunlar saat itibariyle hep
kapalı. Camilerden birisi Defterdar Abdullah Paşa Camii. Osmanlı Travnik ‘i
anlaşmalar sonucu Avusturyalılara bırakır ama şehrin defterdarı Abdullah Paşa
bunu kabullenemez. Gelen Avusturyalıları da kovup “vatan toprağı kanla alınır
kanla verilir” diye şehrin Müslüman ahalisini de ikna ederek savunma
hazırlıklarına girişir. Rivayete göre aynı gecede zehirlenerek öldürülür.
Caminin bahçesindeki süslü türbe ona ait.
Kaleye giriyoruz. Yüzlerce yıl, türlü teknolojik silah kaleyi sağlam hırpalamış. Kale 14.yy sonlarına doğru yapılmış. Başkent Jajce yolunda önemli bir durak. Ele geçirmesi zor. Üç tarafını dar olsa da epey hızlıca akan bir nehir sarmalamış. Kale girişi bir taş köprü ile sağlanıyor. 1463 ‘te Fatif Sultan Mehmet Bosna Seferinde ele geçirmiş. Çokta direnmemiş.
Kaleden ayrılıyoruz. Şimdiki durağımız Jajçe.
Travnik haritadaki A,
Jajce ise B noktası olsun. A’dan B’ye giden yol burada düz bir çizgi değil.
Arada bir dağ olduğu için bunun etrafını dolaşmanız gerekmekte. GPS ‘e baktık.
Mantıken arada bir dağ yolu olmalı. Varmış…
Gaza basıp güzel bir yola girdik. Önümüzde de dökülen bir otobüs. Otobüs sapıp dar ama asfalt bir yola girdi. Biz de peşinden. GPS ise “aynen devam” demekte.
Sonra küçük bir yerleşime girdik. Otobüs durdu. GPS ise
devam diyor ısrarla. Devam ettik biz de…Dardı mardı ama asfalttı yol; artık
toprağa dönüştü. Tepe gibi bir yere çıktık. Kah kayalık kah çamur gölü, bir
Mercedes ‘i asla sokmayacağınız bir yola girdik. Aracı döndürmek mümkün değil.
Geri geri gitmek derseniz, cesaret işi.
Sonunda ormandan
çıkıyoruz. Ölüp ölüp dirildim. Çocuklar pek kaale almadı durumu, Mete “helal
Mustafa Abi, Mustafa diye yazılır adam diye okunur” diyerek orman çıkışımızı
tescilledi.
Küçük bir yerleşimden geçtik. Orman yolundan gelmemiz mi, bu arabayla yollarda olmamız mı, nedendir bilinmez bizi gören herkes el sallıyor. Biz de el salladık. Garip buralılar. Travnik'te, marketteki çocukta Türk olduğumu söylediğimde uzun zamandır görmediği bir tanıdığıymışım gibi sarılmıştı bana.
Jajce’ye yöneliyoruz. Yayçe yada yaytçe gibi bir telaffuzu var. Benim zerrece umursamadığım bu telaffuz farkı sizin Sırp mı, Hırvat mı, Boşnak mı olduğunuzun ayrımı oluyor.
Jajce yumurta kelimesinden türeme. Şehrin etrafındaki dağlar
şekil olarak yumurtaya benzetildiğinden şehir bu ismi almış. Aslında buradan
yirmi km kadar uzakta Komotin diye bir yerde başka bir yerleşim varmış. Ama tüm
Avrupayı kasıp kavuran veba Komotin ‘ede uğrayınca şehir dolayısıyla Bosna
Krallığının başkenti Jajce’ye taşınmak zorunda kalmış.
Bosna her zamanki gibi iki arada bir derede
kalmanın sonuçlarını yaşamaktadır. Bir yanda sürekli genişleyen Osmanlı
devleti, öte yanda sürekli genişleyen Macar devleti. Durmadan yönetimi hak yolu
Katolikliğe girmeye teşvik eden papalık, öte yanda Müslümanlığa geçen sayısız
köy… Durum vahimdir.
Her şey böylesine karman çormanken Fatih Bosna sorununu kökünden çözmek için 150,000 kişilik bir ordu ile 1462 ‘de Edirneden yola çıkar. Kime patlayacağı belli değildir. Bu sırada akıncılar da her yere saldırdığı için kimse net bir fikre sahip değildir. Bu süreçte Turahanoğlu Ömer Bey Tomaseviç ‘i Klyuç Kalesi'ne dek kovalar. Bu sırada Jajce Kalesi sarılmıştır ve kısa sürede kale halkı şehri teslim eder. Fatih daha gelmeden Bosna sorununu çözmüştür.
Paşa krala padişah adına söz verir. Buna göre kral Fatih ‘e
biat ettiği için tüm ailesiyle beraber Jajce'ye dönebilecektir. Fatih şehre
geldiğinde kralı görür ama kralın etrafı isyana hazır Boşnak toprak ağaları ile
doludur. Bir işaret beklemektedirler.
Buna karşın Fatih ise canına dokunulmayacağına dair de krala söz
verilmiştir. Sözden de dönülmez.
Ama Fatih pratik bir insandır. Şeyhülislama bu durumu çözmek için süre verir. Çözüm olmazsa kellesini alacağını da ekler. Doğru ve etkili motivasyon her zaman başarı oranını arttırır. Burada da böyle olur. Fatih yeminin ağırlığından kurtulur ve Tomaseviç ‘in ve birkaç akrabasının kellesini alır. Hem de kralın başkentinde ve ona sadık tüm toprak ağalarının gözleri önünde…
Sonuç olarak sadık adamlarının intikam alacağını
bekleyebilirsiniz. Hiçbir şey yapmazlar. Fatih de dönüş yolunda bu adamlara
hilat giydirip, toprak ve dini haklarını koruyacağına dair fermanlar bırakıp
İstanbula döner.
Türkler arada yoklarlar kaleyi ama alamazlar. Mohaç Savaşı
kısa sürede Türklerin lehine bitince kale kendiliğinden teslim olur. Yüzlerce
yıllık Türk hakimiyeti böyle başlar.
Arabayı surlara yakın bir bölgede park ediyoruz. Güneyde kalan Travnik Kapısı'ndan içeri giriyoruz. (Kuzeydeki bir diğer kapı ise Banja Luka Kapısı olarak isimlendirilmiş). Girişin sağında elden geçirilmiş bir Osmanlı evi bulunmakta. Ömer Bey Evi imiş bunun adı da…
Küçük bir meydana ulaşıyoruz. Bu kısımda Hırvat nüfus
ağırlıklı anlaşılan. Sağda bir çeşme, üzerinde Arap alfabesi ile bir şeyler
yazılı.
İlerliyoruz, kendisi gibi yıkıntı haldeki çan kulesinin yanı
başında, dikdörtgen planlı Meryem Ana
Kilisesi var. Şehrin katedral kilisesi olduğu için 1528 ‘de camiye çevrilmiş.
Adı kimi kaynaklarda Fatih kimilerinde ise Süleymaniye Camii. 1600 ‘lerdeki ilk
yangının ardından onarılmışsa da 1800 ‘lerdeki büyük yangından sonra böyle
kalakalmış.
Şimdi sırada şehrin en bomba anıt yapısı olan ve rastlantı eseri bulduğumuz katakomblar var. Adam başı 1,5 euro verip giriyorum. Açıkçası girmeden önce bir beklentim yoktu. Girdikten sonra ise şaşalayıp çıktım. Anlatayım o zaman…
Lonely Planette
yazanın aksine diye başlayalım söze… Burada, Roma dönemlerinden kalma bir Mitra
tapınağı varmış. Hristiyanlık ile beraber atıl duruma düşüp unutulmuş. Şu
aşamadan itibaren LP ile uyum sağlamaya başlayabiliriz.
Şehrin valisi Hrvatiniç burayı kendi ve ailesi için bir aile
mezarlığı yaptırmak için elden geçirtir. Ama Bosna kralı ile de arası
limonidir. Öldüğünde – şaibeli bir ölümdür- buraya gömülmez. Bununla beraber
acılı, dul karısı Bosna kralı ile evlenir.
Kale kısmına da çıktık. Kapı içerisinde içen it kopuk
görünümlü gençlerle gerilim yaşar mıyız diye düşünmedim değil ama bir sorun
çıkmadı. Kaleden sağlam bir manzarayı izleyebiliyorsunuz. Onun dışında pek bir
numarası yok. Ortada baruthane binası var.
Kaleyi yaptıran da Hrvatiniç. Kapı girişinin alınlığındaki
arma Bosna Kralının arması imiş.
Esma Sultan denilenleri yapar ve rüyasında üç eser yaparsa
derdinin geçeceğini işitir. Biri Jajçedeki bu cami olmak üzere iki de köprü
inşa ettirir mücevherlerini satıp elde ettiği parayla. İyileşir sonrasında.
Biz gittiğimizde içine giremedik. Dışarıdan bakıldığında ise
sıradan bir cami görünümü var. 1993 ‘te yapı yıkılmış ama sonrasında tekrar
inşa edilmiş.
Meydana dönüp bir şeyler atıştırıp üzerine dondurma ile cila
yapıyoruz. Başkente dek epeyce yol var nasıl olsa.
0 Yorumlar
Yorumlarınız