Takip Et

8/recent/ticker-posts

Travnik ve Jajce

Bugün her Bosna gezimde planlarımda olup hiç gidemediğim iki şehre uğrayacağız. Travnik ve Jajçe. (Yayçe okunuyor)

Öncelikle bunun için araba kiraladık. Adamlar bize B sınıfı ateş kırmızısı bir Mercedes tahsis etmişler. Az biraz paraya aracı tuttuk. Merkeze dönüp kalan tayfayı da toparlayarak yola çıktık.

Kaymak gibi bir otoban. Bu otoban Bosna Piramitleri' ne gidebilmeniz içinde kullanmanız gereken yol aynı zamanda. Gayet optimist bir şekilde dönüşte vaktimiz olursa uğrarız diyorum.

Kısa zamanda Travnik ‘e ulaşıyoruz. Tarihi kısım ufak tefek bir yer. Arabayı park edip meydandaki camiye yöneliyoruz.

Travnik bir Roma yerleşimi imiş ve kelime anlamı “otlak” demekmiş. Fakat bu isim ile ancak 1200 ‘lü yılların ortalarına doğru Macar kayıtlarında kendine yer edinebilmiş. Türkler alınca kısa sürede imar hareketine başlamışlar. Bosna sancağının başkenti olmuş bir dönem. Camiler, hamamlar, türbeler; klasik, ortalama bir Osmanlı kentinde ne varsa inşa edilmiş. Osmanlı sarayına çok sayıda vezir gönderen kent (rivayete göre 77 vezir göndermişler ve 19 ‘u geri dönüp bu topraklarda gömülebilmiş) 1699 yılında Avusturyalılarca saldırıya uğramış.

 İlk vardığımız yer Süleymaniye Camii. Travnik Çarşısı'nda yer alan camii Balkanlar'ın tipik bezemeli, “alaca” camilerinden biri. Ama yapısı itibariyle en büyüğü olmalı. İçine girip bakınıyoruz. Ahşap işçilği oldukça iyi. Süslemeler muhtemelen köklerden elde edilen boyalarla yapılmış. Tüm imparatorlukta kullanılan ve günümüzde unutulan formüller ile üretilmiş olmalılar.  Epeyce tarihi, ahşap bir kapısı var.


Çıkıp bir şeyler atıştırıyoruz. Bosna genel olarak ucuz ama Travnik fiyatları ile Saraybosna Başçarşiya'nın fiyatları arasında da derin bir uçurum var. Yedikçe yiyoruz kısacası. Türkiyede bile duymadığım markalarda Türk malı meyve suları var dolaplarda.

 Yemekten sonra kaleye çıkmak için ana yolu aşıyoruz. Kaleye giden yolun bir kısmı yoğun bir ağaçlık alanı geçmenizi gerektiriyor. Kaleye uzanan asfaltın etrafı ise artık Müslüman kimliği taşıyan mekanlar. Çok sayıda cami mevcut ama bunlar saat itibariyle hep kapalı. Camilerden birisi Defterdar Abdullah Paşa Camii. Osmanlı Travnik ‘i anlaşmalar sonucu Avusturyalılara bırakır ama şehrin defterdarı Abdullah Paşa bunu kabullenemez. Gelen Avusturyalıları da kovup “vatan toprağı kanla alınır kanla verilir” diye şehrin Müslüman ahalisini de ikna ederek savunma hazırlıklarına girişir. Rivayete göre aynı gecede zehirlenerek öldürülür. Caminin bahçesindeki süslü türbe ona ait.

Kaleye giriyoruz. Yüzlerce yıl, türlü teknolojik silah kaleyi sağlam hırpalamış. Kale 14.yy sonlarına doğru yapılmış. Başkent Jajce yolunda önemli bir durak. Ele geçirmesi zor. Üç tarafını dar olsa da epey hızlıca akan bir nehir sarmalamış. Kale girişi bir taş köprü ile sağlanıyor. 1463 ‘te Fatif Sultan Mehmet Bosna Seferinde ele geçirmiş. Çokta direnmemiş.

 İçindeki pek çok bina yıkıntı halinde. Kalenin camii şu an bir minareden ibaret. Müze gibi kullanılan bir gözetleme kulesi var. Manzarası ise nefes kesici. Tüm Travnik eski kenti, kentin iki saat kulesi –evet, Travnik ‘in iki saat kulesi var- tüm Boşnak kentlerinin acısını gösteren şehitlikleri, her şeyi görebiliyorsunuz.


Kaleden ayrılıyoruz. Şimdiki durağımız Jajçe.

 Travnik haritadaki A, Jajce ise B noktası olsun. A’dan B’ye giden yol burada düz bir çizgi değil. Arada bir dağ olduğu için bunun etrafını dolaşmanız gerekmekte. GPS ‘e baktık. Mantıken arada bir dağ yolu olmalı. Varmış…

Gaza basıp güzel bir yola girdik. Önümüzde de dökülen bir otobüs. Otobüs sapıp dar ama asfalt bir yola girdi. Biz de peşinden. GPS ise “aynen devam” demekte.

Sonra küçük bir yerleşime girdik. Otobüs durdu. GPS ise devam diyor ısrarla. Devam ettik biz de…Dardı mardı ama asfalttı yol; artık toprağa dönüştü. Tepe gibi bir yere çıktık. Kah kayalık kah çamur gölü, bir Mercedes ‘i asla sokmayacağınız bir yola girdik. Aracı döndürmek mümkün değil. Geri geri gitmek derseniz, cesaret işi.

Devam ettik. Ormana girdik. İnce bir orman yolu. Toprak üzerinde ilerliyoruz. Ön koltukta, Mustafanın yanında ben bir imam gibi dua ediyorum. “Arabaya bir şey olursa ne yaparız, yolun sonu var mı?” gibi sorular kafamda peşi sıra beliriyor. Mustafa su birikintilerini yarıp geçiyor. Jajce ‘ye gideceğiz ama kaçta gideceğiz sorusu yerini Jajce'ye gidebilecek miyiz? ‘e kaptırıyor. Kimi noktalarda “ormandan çıkabilecek miyiz?” de öne çıkan sorulardan. Arada yağmur da atıştırıyor.

 Sonunda ormandan çıkıyoruz. Ölüp ölüp dirildim. Çocuklar pek kaale almadı durumu, Mete “helal Mustafa Abi, Mustafa diye yazılır adam diye okunur” diyerek orman çıkışımızı tescilledi.

Küçük bir yerleşimden geçtik. Orman yolundan gelmemiz mi, bu arabayla yollarda olmamız mı, nedendir bilinmez bizi gören herkes el sallıyor. Biz de el salladık. Garip buralılar. Travnik'te, marketteki çocukta Türk olduğumu söylediğimde uzun zamandır görmediği bir tanıdığıymışım gibi sarılmıştı bana.

Jajce ‘ye girmeden direkt Pliva Gölü kıyısındaki su değirmenlerine geçiyoruz. Güzel bir mekan. Bir düzineden fazla ama küçük su değirmeni kıyıya yerleştirilmiş. Tüm gün tembellik yapabileceğiniz, balık avlayacağınız huzur dolu bir yer. Bilmeseniz, okumasanız rahatlıkla dünyanın en huzurlu yerlerinden birisi diyebilirsiniz. Ama çeyrek yüzyıl öncesinde Sırpların, Hırvatların ve Müslümanların birbirlerini yediği yerlerden birisi.

Jajce’ye yöneliyoruz. Yayçe yada yaytçe gibi bir telaffuzu var. Benim zerrece umursamadığım bu telaffuz farkı sizin Sırp mı, Hırvat mı, Boşnak mı olduğunuzun ayrımı oluyor.

Jajce yumurta kelimesinden türeme. Şehrin etrafındaki dağlar şekil olarak yumurtaya benzetildiğinden şehir bu ismi almış. Aslında buradan yirmi km kadar uzakta Komotin diye bir yerde başka bir yerleşim varmış. Ama tüm Avrupayı kasıp kavuran veba Komotin ‘ede uğrayınca şehir dolayısıyla Bosna Krallığının başkenti Jajce’ye taşınmak zorunda kalmış.

Son kral Stefan Tomaseviç ‘in hikayesi de burada biter. Tomaseviç ‘in hayatı film gibidir. Üç ay kadar bir süre Sırbistan'ın da başına geçmiştir ama Fatih Sultan Mehmet Semendire'yi ele geçirip Sırbistan'ı tarih yapınca biter. Döner, babası ölünce 1461 yılında Bosna'nın başına geçer. Macar haklarını tanıdığını taç giydiği gün açıklar. Tarafını belli etmiştir.

  Bosna her zamanki gibi iki arada bir derede kalmanın sonuçlarını yaşamaktadır. Bir yanda sürekli genişleyen Osmanlı devleti, öte yanda sürekli genişleyen Macar devleti. Durmadan yönetimi hak yolu Katolikliğe girmeye teşvik eden papalık, öte yanda Müslümanlığa geçen sayısız köy… Durum vahimdir.

Her şey böylesine karman çormanken Fatih Bosna sorununu kökünden çözmek için 150,000 kişilik bir ordu ile 1462 ‘de Edirneden yola çıkar. Kime patlayacağı belli değildir. Bu sırada akıncılar da her yere saldırdığı için kimse net bir fikre sahip değildir. Bu süreçte Turahanoğlu Ömer Bey Tomaseviç ‘i Klyuç Kalesi'ne dek kovalar. Bu sırada Jajce Kalesi sarılmıştır ve kısa sürede kale halkı şehri teslim eder. Fatih daha gelmeden Bosna sorununu çözmüştür.

Paşa krala padişah adına söz verir. Buna göre kral Fatih ‘e biat ettiği için tüm ailesiyle beraber Jajce'ye dönebilecektir. Fatih şehre geldiğinde kralı görür ama kralın etrafı isyana hazır Boşnak toprak ağaları ile doludur. Bir işaret beklemektedirler.  Buna karşın Fatih ise canına dokunulmayacağına dair de krala söz verilmiştir. Sözden de dönülmez.

Ama Fatih pratik bir insandır. Şeyhülislama bu durumu çözmek için süre verir. Çözüm olmazsa kellesini alacağını da ekler. Doğru ve etkili motivasyon her zaman başarı oranını arttırır. Burada da böyle olur. Fatih yeminin ağırlığından kurtulur ve Tomaseviç ‘in ve birkaç akrabasının kellesini alır. Hem de kralın başkentinde ve ona sadık tüm toprak ağalarının gözleri önünde…

Sonuç olarak sadık adamlarının intikam alacağını bekleyebilirsiniz. Hiçbir şey yapmazlar. Fatih de dönüş yolunda bu adamlara hilat giydirip, toprak ve dini haklarını koruyacağına dair fermanlar bırakıp İstanbula döner.

 Türk hakimiyeti altı ay bile sürmez. Macarlar şehri gelir ve alırlar. Şehir o kadar sahipsiz kabul edilir ki Arnavut İskender Bey bile kuşatır ama başarılı olamaz.

Türkler arada yoklarlar kaleyi ama alamazlar. Mohaç Savaşı kısa sürede Türklerin lehine bitince kale kendiliğinden teslim olur. Yüzlerce yıllık Türk hakimiyeti böyle başlar.

Arabayı surlara yakın bir bölgede park ediyoruz. Güneyde kalan Travnik Kapısı'ndan  içeri giriyoruz. (Kuzeydeki bir diğer kapı ise Banja Luka Kapısı olarak isimlendirilmiş). Girişin sağında elden geçirilmiş bir Osmanlı evi bulunmakta. Ömer Bey Evi imiş bunun adı da…

Küçük bir meydana ulaşıyoruz. Bu kısımda Hırvat nüfus ağırlıklı anlaşılan. Sağda bir çeşme, üzerinde Arap alfabesi ile bir şeyler yazılı.

İlerliyoruz, kendisi gibi yıkıntı haldeki çan kulesinin yanı başında,  dikdörtgen planlı Meryem Ana Kilisesi var. Şehrin katedral kilisesi olduğu için 1528 ‘de camiye çevrilmiş. Adı kimi kaynaklarda Fatih kimilerinde ise Süleymaniye Camii. 1600 ‘lerdeki ilk yangının ardından onarılmışsa da 1800 ‘lerdeki büyük yangından sonra böyle kalakalmış.

Yol üzerinde büyükçe, yuvarlak bir burç var. Bu gözetleme kulesinin adı “Ayı Kulesi”. Rivayete göre içerisinde ayılar ve çok önemli suçlular hapis tutuluyormuş.

Şimdi sırada şehrin en bomba anıt yapısı olan ve rastlantı eseri bulduğumuz katakomblar var. Adam başı 1,5 euro verip giriyorum. Açıkçası girmeden önce bir beklentim yoktu. Girdikten sonra ise şaşalayıp çıktım. Anlatayım o zaman…

 Lonely Planette yazanın aksine diye başlayalım söze… Burada, Roma dönemlerinden kalma bir Mitra tapınağı varmış. Hristiyanlık ile beraber atıl duruma düşüp unutulmuş. Şu aşamadan itibaren LP ile uyum sağlamaya başlayabiliriz.

Şehrin valisi Hrvatiniç burayı kendi ve ailesi için bir aile mezarlığı yaptırmak için elden geçirtir. Ama Bosna kralı ile de arası limonidir. Öldüğünde – şaibeli bir ölümdür- buraya gömülmez. Bununla beraber acılı, dul karısı Bosna kralı ile evlenir.

İki odalı, izbe bir yer. Sarı ışıkla aydınlatıldığı için gizemli bir hava var içeride. Giriş holündeki dua sunağında kocaman bir haç var. Şaşılacak ne var ki diyebilirsiniz. Sabredin. Haçın solunda ay, sağında ise güneşi simgeleyen işaretler oyulmuş. Hrvatiniç ne olur ne olmaz deyip bu işaretleri de mi kazdırdı yoksa bunlar vardı da dokunmadı, bir şey diyemiyorum. Dışarıdan gayet mütevazı görünen mekanın içine mutlaka girilmeli diyorum.

Bu işaretleri aşınca mezar odası olarak kullanılabilecek bir kısma ulaşılıyor. Ortada ise kuyu benzeri bir oyuk daha var.

Kale kısmına da çıktık. Kapı içerisinde içen it kopuk görünümlü gençlerle gerilim yaşar mıyız diye düşünmedim değil ama bir sorun çıkmadı. Kaleden sağlam bir manzarayı izleyebiliyorsunuz. Onun dışında pek bir numarası yok. Ortada baruthane binası var.

Kaleyi yaptıran da Hrvatiniç. Kapı girişinin alınlığındaki arma Bosna Kralının arması imiş.

 Jajçe'de bir de cami var. Esma Sultan Camii isimli caminin ilginç bir yapılış hikayesi var. Esma Sultan hastalanır. Hekimler bakar ama bir şey bulamazlar. Hekimlerden biri Esma Sultana bazı illetlerin zahiri nedenlerden olabileceğini söyler ve yapması gerekenleri söyler.

Esma Sultan denilenleri yapar ve rüyasında üç eser yaparsa derdinin geçeceğini işitir. Biri Jajçedeki bu cami olmak üzere iki de köprü inşa ettirir mücevherlerini satıp elde ettiği parayla. İyileşir sonrasında.

Biz gittiğimizde içine giremedik. Dışarıdan bakıldığında ise sıradan bir cami görünümü var. 1993 ‘te yapı yıkılmış ama sonrasında tekrar inşa edilmiş. 

Meydana dönüp bir şeyler atıştırıp üzerine dondurma ile cila yapıyoruz. Başkente dek epeyce yol var nasıl olsa.

 

 

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar