Ne
yapalım ne edelim derken kös kös Taşkent'te kaldığımız bir gün oldu bu gün. Hocend
seferi gerçekleşmeyince alternatif bir şeyler arandım durdum. Olmadı,
bulamadım. O zaman dedik, Orta Asya’nın en büyük pilavcısı Beş Kazan ne olacak?
Gidelim. Ama para yok.
Para bozduracak yer de yok. Bizim lokantaya gittim çocuk yerinde yok. Görevli, kasayı da açtı, değil yüz sadece elli dolara denk bir para da yok.
Kazakistan'da
olduğu gibi bu diyarda para bozduracak döviz büfeleri yok. İlk gün Çarşubazar'da
karaborsadan para bozan bir adama denk gelmiştim ama burada para bozma işi ya
bankadan ya ATM’den yapılıyor. ATM‘ler kartımı kabul etmedi. Açık banka yok.
Yürüdüm de yürüdüm.
Büyük
bir hastanenin yanında bir Türk lokantasına denk geldim. Derdimi anlattım; bir,
iki bir şey dedi ve ardından sanki orada hiç var olmamışım gibi yanına gelen
bir kadınla Rusça konuşmaya başladı. Zaten biraz önce girdiğim Rus marketindeki
tip de yeterince germişti beni. Beş Kazan’a giden otobüsün kalktığı yeri bulup
otele döndüm. Yol üzerindeki Barlas Market’e de uğradım.
Derdimi
bunlara da anlattım. Dükkanın sahibi çekmeceyi çekti ve içerisini gösterip “yok
abi” dedi. “Sağ ol” dedim. Paraları saymaya başladı. “Ne kadar lazımsa al abi”
dedi. Gözlerim doldu. Bir şey diyemedim. Teşekkür edip otele gittim.
Durumu familyayla paylaştım. Eşim rahat. Oğlan da pek umursamıyor. Stres bende diz boyu. Eşim kartımızın olduğundan dem vuruyor bense ya kart çalışmazsa diyorum. Burada bazan çalışıyor bazan çalışmıyor.
Çıkıyoruz
dışarı. Epeyce bekliyoruz otobüsü. Bir kaç kez doğru yerde mi bekliyoruz diye
de soruyorum çevremdekilere. Hintli gibi bir tip ile epeyce bir bakışıyoruz.
Deplasmanda olmasam gereğini yapardım. Nihayet otobüs geliyor. Hızlıca, içinde
bizim dışımızda sadece iki kişi olan otobüse atlıyoruz. Küçük bir Taşkent turu
ile şehrin epey dışına, televizyon kulesinin dibine dek gidiyoruz.
Beş
Kazan büyük bir yer. Dışarıdan oldukça salaş görünse de içi şaşırtıcı şekilde
güzel. Gerçi tuvaleti için aynı şeyi söyleyebilmem mümkün değil. İlk kısımda
beş büyük kazanda, odun ateşinde pilav pişiriliyor. İçeri girer girmez
soruyorum ve kredi kartının geçtiğini öğreniyorum.
Yemek geliyor. Ana baba günü. Müşteriler yığınlar halinde giriyor ve çıkıyor. İçeride dönen paranın haddi hesabı yok sanıyorum. Pilav sipariş ediyoruz ama at eti almıyoruz. Çünkü inanılmaz yağlı. Yumurta kırıyorlar. İçecek olarak elbette ki kompot. İştahla yiyoruz. Tabi ben stresliyim. Ödemeyi yapmak için kredi kartını uzatıyorum. Gergin anlar. Neyse ki kartımdan paramın çekildiğini işaret eden ses kulağıma gayet melodik olarak geliyor.
Çıkışta
devasa bir adama denk geliyorum. Zagor gibi bir tip. Adamla fotoğraf çektiriyorum.
Normalde sonunda kaybedeceğim kesin bile olsa kavgadan kaçmam ama bu adamla
kapışılmaz. Sorduğumda güreşçi olduğunu söyledi, şaşmadım.
Çıktık. Yakıcı güneşin altında, otobüs durağında bir müddet aracın gelmesini bekledik. Gelen araç klimalarının etkisiyle adeta bir cennet, adeta bir ab-ı hayat pınarı. Ama bu hiç bitmesin dediğim yolculuk bitiyor. Otobüsten iner inmez havanın boğucu etkisi ile tekrar yüzleşiyoruz.
Eşyaları
bırakıp para bozduracak yer aramak için baba oğul yola düşüyoruz. Bankalar
kapalı ama yarın sabah 8’de açılacakmış. “Sıra olmazsa işimi bitirir taksiye
atlar bir koşu istasyona gideriz. Oradan ver elini Buhara” Böyle düşünüyorum.
Gene de cadde üzerinde ilerliyoruz. Köşedeki büyük otele son bir şans diyerek
giriyoruz. Görevli, hemen bizi karşılayıp ne aradığımızı soruyor. “Para
bozduracağız” diyorum, bizi içeri davet edip tam kasasını kapamak üzere günün
son işlerini tamamlamaya çalışan adama doğru yönlendiriyor. Hemen bir 100 dolar
bozduruyorum. Adam ATM'leri göstererek “ buradan da bozabilirdiniz ama ben daha
iyi bir oran verdim” diyor. Teşekkür ediyorum. Teşekkür etmek için bize
yardımcı olan diğer görevliye de bakınıyorum ama çoktan kayıplara karışmış
bile. Buradaki insanlar yardım etmeyi, birilerine yardımcı olmayı doğal bir
olgu gibi kabullenip davranıyorlar. Belki de doğrusu bu. Bir teşekkür bile
edemediğim bu şahane insanlara Allah da hep yardımcı olur inşallah.
Yol üzerinde bir fastfood dükkanı buluyoruz. Gerçi sabahtan burayı kerterizlemiştim. İçeride Türkçe konuştuğunun farkında olmaksızın bizimle Türkçe konuşan gençler ile eylenip siparişimizi bekliyoruz.
Akşam
ise çok güzel bir sürpriz yaşıyoruz. Biraz geç aa Romalıların dediği gibi, “iyi
biten her şey iyidir” diyerek mutlu oluyoruz. Neredeyse yirmi yıldır
göremediğimiz arkadaşımız Nurtilek’i Serkan’daki son bir telefon numarası
denemesiyle yakalıyoruz. Bizde olan tüm kontakları teker teker denemiş ama bir
türlü kendisine ulaşamamıştık. Eh tabi, “Almatı’ya kadar gelip neden
uğramadınız” fırçası ile nasibimizi de almış olduk. Bu da yirmi senenin cezası
olsun bize.
Üç silahşörler olarak buluştuk. Cebimde tomarla para var. Bekle bizi Buhara...
0 Yorumlar
Yorumlarınız