Nice zamandır ses çıkaran musluk artık dayanamayarak
patladı. Görevliye söyledik bunu ama ilgilendi mi? Kim bilir…
10:30 Antalya otobüsü kırk beş dakikalık bir gecikme ile hareket edebildi. Benim için problem değil; kaza, bela olmasında ne olursa olsun benim mantaliteme göre.
İkiye doğru Antalya
terminaline varıyoruz. Kaş otobüsleri için bilgi alıp servisle Kaleiçi ‘ne
doğru yola koyuluyoruz. Servis şoförü ile atışıyoruz. Sıcak bölge insanlarının
anlayış yapıları oldukça farklı oluyor. Teorime göre sıcak nedeniyle yürümeyi
pek tercih etmediklerinden belirli noktalar arasındaki yürüme varyantlarını
düşünemiyorlar.
Kaleiçi'ne yakın bir yerde inip yürümeye başladık. Yıllar önce, onda da gece geldiğim için pek hatırlamıyorum. Gene de Yaradan'a sığınıp sokaklara dalıyorum. Sıcak, nem, ter ne ararsanız fazlasıyla var. Eriyorum. Eşimin surat ifadesinden olayı çözmem gerektiğini anlıyorum. Bir taksiciye soruyorum otelin yerini. Tarif ettiği yolda ilerlemeye henüz başlamışken beride duran adam yolumu kesip “uzattı yolu” diyor. Benzer ana yolu gerçekten de kısaltan bir tarif yapıyor. Sonra biz yolda giderken arkadan yetişip pansiyona dek bize eşlik ediyor.
Kalacağımız yer Sibel Pansiyon; Fransız asıllı sahibesi
Madam Silvie içten bir hanım. Türkçe'ye hakim ama çok hoş bir aksanla konuşuyor.
Bize büyükçe bir oda ayarlamış. Hemen geçip duş alıyoruz. Yapış yapıştık, iyi
geldi.
Hemen dışarı çıkıyoruz. İlk hedef Mc Donald’s. Bir miktar hamburgere de yer var işkembede.
Sanki dersane çıkışıymış gibi bir yaş ortalamasının
ortasında kaldık. Ben bu güruha küçük kadınlar diyorum. Frapan kıyafetler,
abartılı konuşmalar, pahalı (başta cep telefonu olmak üzere) aksesuarlar. En
ufak bir kalite yok konuşmalarda; bayağı, boş bir kitle. Yozlaştırma
çalışmalarının ne denli başarılı olduğunun en gerçek örnekleri.
Klimalı ortamlardan sıcak havalarda gerçek dünyaya çıkış
çarpıcı ve yıpratıcı olabiliyor. Hava sıcak, hem de çok sıcak. Birkaç gün
öncesine göre bu gün hava iyiymiş diye söyleniyor herkesçe ama ben şıpır şıpır
eriyorum.
Müze planlarını başka
bir bahara erteliyor ve kışlanın önündeki kafeteryada sağlam bir kazık yiyerek
Kaleiçi kısmını seyrediyoruz.
Antalya zaten herkesin
bildiği gibi devasa bir kent. Kendisi gibi tarihi surları içerisinde kalan eski
kent kısmı da çok büyük. Ama nedense Antalya'ya gelenler deniz kıyılarına akın
ederken Dubrovnik'ten fazlası olup eksiği olmayan Kaleiçi mevkiine pek fazla
turist gelmiyor.
Mesela şehrin simgesi Yivli Minareli Camii. Halen Etnografya
müzesi diye geçse de her daim kapalı. Yeni arkeoloji müzesi açılana dekte bu
görevi sırtlamış. 1238 yılında Selçuklular inşa etmiş. Minare camiden ayrı ve kırmızı
ince tuğladan yapılmış. Minarenin ucuna doğru sekizgen bir şekle dönüşüyor, turkuaz
çinileri görebiliyorsunuz. Aslında Türk yapımı her cami gibi aslında bir
külliyenin parçası. Külliyede Atabey medresesi, biri (sanırım) Nigar Hanım
Türbesi denen tek kubbeli Bizansvari, diğeri şehri Luzinyanlardan geri alan Zincirkıran
Mehmet Bey ‘e ait iki türbe, bir Mevlevihane ve bir de hamam bulunmakta.
Pes etmedik. Gün
batımına doğru tekrar çıkıyoruz. Kaleiçi oldukça hoş bir mekan. Eski tarz
Osmanlı evleri kimi yerlerde yerini taş Rum evlerine terk ediyor. Camilerin bir
elli metre ötesinde bir zamanlar kilise olduğu aşikar metruk binalara denk
geliniyor.
Surların dışına çıkıyoruz. Denizden dönenler, işten çıkanlar
cömert vücutları ile kaldırımları doldurmuş.
Saat kulesine dek ilerleyip oradan aşağıya iniyoruz. Esnaf
derli toplu, insana yapışmıyor hiç. Geçen sefer inemediğim marinaya ulaşıyoruz
bu kez. Tekneler “mehtap turu” adı altında son müşterilerini kapmanın
telaşında. Mehtabın olmazsa olmaz şartı olan ay yok. Ama kime ne?
An itibari ile sadece
güneş yok. Sıcaklık ve nem bayrağı bırakmamış. Eriyerek marinayı kat ediyor ve
köşedeki basamaklardan yukarıya çıkıp az bir yürüyüş ile Hıdırlık Kulesi'ne
varıp dinlenmeye koyuluyoruz.
Eşim bir şeyler yiyelim
derdinde. Bende dönerciler çarşısına gidelim diyorum. Geçen seferden aklımda
kalmıştı. Dönerciler Çarşısı, saat kulesine yakın bir noktada, üç, dört
sokaktan ibaret bir yer. Ağırlıklı olarak dönercilere ait dükkanlar var.
Aldığımız tarifle, hiçbir ara sokağa sapmaksızın döneciler
çarşısına kadar Hıdırlık Kulesinden ulaşabildik. Yol üzerinde, ikindi vakti çay
içerken uzaklardan gördüğümüz Karatay Medresesinin de önünden geçip gidiverdik.
Dönerciler çarşısında birer ezo gelin çorbası ve midye tava
ile hafif bir atıştırma yaptık. Sonrasında, önceden aklıma koyduğum milkshake
operasyonu için gene Mc Donald’s a uğradık. Ama açıkça söylemeliyim ki çilekli
milkshake tam bir hayal kırıklığı…
0 Yorumlar
Yorumlarınız