Önce arkeoloji
müzesine uğradık. Yapı Mimar Kemaleddin eseri ama tam anlamıyla inşaatı
bitirilememiş. 1917 yılında inşaat başlamış, savaşın sonu ve kaynak
yetersizliği nedeni ile bitirilememiş.1921’de bir dönem İstiklal mahkemelerince
kullanılmış.
Girişte Mustafa Kemal ‘in Kastamonu ‘ya uğradığı zaman kullandığı eşyalar, o günlere ait fotoğraflar sergilenmekte. Soldaki odada ise bir kaç lahit var. Bunların ikisinde birinde halen saç bulunan iki iskelet görülebilmekte. Duvar dibinde ise birkaç mezar steli sıralanmış.
Üst katta ise
çeşitli dönemlere ait eserler görülebilir. Buranın en ilginç parçası penisini
kavrayıp duran kaide. Onun karşısında ise zarif bir büst bulunmakta.
Bu konaklardan sokağın başında yer alan ve günümüzde otel olarak da kullanılan Sinan Bey Konağı'nı izin alarak gezdik. Bana Safranbolu'dakilere oranla daha naif göründü nedendir bilinmez.
Etnografya
Müzesi olarak da kullanılan Liva Paşa Konağı'nı ise gezmedik.
Sokaklarda
gezmek, o konağı göreyim deyip kaybolmak. Köşe başındaki akmaz olmuş çeşmelere
hüzünle bakıp sayısız türbenin kenarından sessizce dualar mırıldanarak geçmek.
Kastamonu gezisi bu aslında. Bursadan sonra en büyük kentlerden biri geldi
bize. Bayramın ikinci günü sabahın kör saatleri. Yollar tenha. Tektük dükkan
açmaya çıkan kişiler, bayramlık almaya giden gençler. Yolda sağda kime aittir
bilinmez ıssız bir hamam. Sağlam görünüşüne karşın yalnız. Kapısının üzerindeki
kufi yazıyı okuyamadığımız için sanki bize biraz içerlemiş gibi.
Buradan çıkınca günümüzde otel olarak kullanılan , iyi bir restorasyondan geçirilmiş Kurşunlu Han mevcut. Ortada şadırvan, çift katlı bir yapı. Cinci Hanı gibi kulesi yok. 1441 yılında Candaroğlu İsmail bey tarafından yaptırılmış.
Hemen önünde
bir zamanlar toprak altında kalan ve geçtiğimiz yıllarda yeniden gün yüzüne çıkarılan
Frenkşah Hamamı.1262 yapımı. İçine giremedik. Karşısında Nasrullah Camii ve şadırvanı
görülmekte. 1506 yılında Kadı Nasrullah tarafından yaptırılan cami tipik ulu
cami yapısında. Çok sayıda küçük kubbe kalın kolonların üzerinden kemerlerle
taşınmakta. İçinde kalem işi çalışılmış. Çini yok yada biz fark etmedik. Ama
güzel, renkli camlar zevk okşamakta.
İlerlerseniz
Yılanlı Camii ve içerisindeki Abdülfettah-ı Veli Türbesi karşılıyor sizi. Yapı
uzaktan manastır görünümlü. İçine giremedik. Genelde camiler saat on ikiden
sonra açılmaktaysa da bu camiyi açık yakalayamadık. Cami aslında günümüzde belli
belirsiz görülen bir külliyenin parçası ve 1271 yapımı.
MÖ 7. yy ‘da Paflagonyalılarca yapıldığı sanılmakta. Kaya mezarlarının içi epeyce pis. İçen serseriler çöplerini de orada bırakmayı tercih etmiş. Kimi kapı girişlerinde Arapça bir şeyler yazılı. Belki de bir dönem mescit olarak da kullanıldı. Bunu zemine kazınmış bir namazgah da desteklemekte.
Kale restore edilmiş. Özellikle kale kapısına uzanan yolun taşlarının düzenlenmiş olması akılcıl bir davranış. Öte yandan kalenin sahip olduğu konum nedeni ile tüm şehri görebiliyorsunuz. Pekte kolay kuşatılıp düşürülebilecek bir kale değil. 12. yy ‘da Komnenoslar tarafından inşa edilmiş. Zaten Kastamonu isminin etimolojisindeki olası ihtimallerin başında Komnenosların kalesi anlamına gelen kastrokomnenos gelmekte. Kale içinde pekte sağlam bir şey kalmadıysa da yapılan Candaroğularına ait.
Cami kısmında mihrap ve minberde işçilik güzel. Döneminin yöresl örnekleri gibi kubbesiz, düz, ahşap bir tavana sahip. Özellikle vaiz kürsüsü oldukça güzel.
Civarda çok
sayıda türbe var. Hatta Kesikbaş Evliya Türbesi ‘ne gidelim dedik ama epeyce
bir bayır çıkmamıza rağmen bulamayıp geri döndük.
Buradan
itibaren yolumuza kaleden baktığımızda belirlediğimiz rotayı izleyerek
gidiyoruz. İlk durak Kırkdirekli Camii de denilen Atabey Camii. Çobanoğlu
Hüsamettin Bey tarafından kale düşürüldükten sonra şehrin bazilikası olan bu
yapı camiye çevrilmiş. Fetih camii olduğu için Cuma namazlarına imam kılıçla
çıkmakta imiş. Biz gittiğimizde yine bir restorasyon furyası içinde bulduk
kendimizi ve içeri giremedik.
Can sıkan şey ise caminin doğu kısmında yer alan türbenin içler acısı hali. Türbe epeyce harap olmuş. Sandukaların baş kısmı parçalanmış. Türbenin içi kırık mezartaşı parçaları ile dolu. Uğur bu konuda epeyce dellendi. Zaten döndüğümüzde bu konuda da internette bir yazı yayınladı.
Yola devam.
Şimdiki durak Yakup Ağa Külliyesi. Tahminen eski bir Bizans tapınağının üzerine
kurulu. Bahçesinde bu günlerden kalan bir sütun var. 1547 yılı yapımı
külliyenin camisinin kapısında kündekari tekniği kullanılmış. Zaten epeyce bir
parçada dökülmüş gitmiş. Cami kısmında tek bir kubbe var. Caminin içerisinde en
azından bize göre bir farklılık yok. Caminin arkasında kıble yönünde birde
hazire mevcut.
Külliiyede caminin yanı sıra imaret, medrese, sıbyan mektebi ve misafirhane gibi bölümler var. Temiz ve bakımlı bir yer. Uğranması gereken bir mekan.
Buradan
haritalarda Osmanlı sarayı denilen yapıyı bulmak için yola devam ettik. Saray
denilen yapı aslında bir nevi son dönem belediye binası. Zaten günümüzde otel
olarak kullanılmakta. Bununda içini izin alarak gezdik. Hoş, sade bir yapı.
Karşısında
güzel bir hamam var. Sanırım Araba Pazarı Hamamı. Ama yanılıyor da olabilirim.
Öyleyse 1500 ‘lü yıllardan kalmalı. Bursa'daki hamamları görünüş olarak
andırmakta.
Az biraz ötede
Yanık Han. 1616 ‘lı yıllardan kalma.
Buradan pazarı ve el işi göz nuru eşyaların satıldığı çarşıyı gerimizde bırakıp Penbe Han ‘a varıyoruz. Burası da yeni restore edilmiş ve gerçekten kurtarılarak topluma kazandırılmış yerlerden.
Tekrar
Nasrullah Cami'nin yanındayız. Yılanlı camiye girmeye çalışıp gene giremiyoruz.
Buna karşın Nasrullah Camii ‘nin ardında kalan Münire Medresesi ‘ne uğradık.
1746 yılında Aşir Efendi Hanı ‘nı yaptıran zat tarafından yaptırılmış.
Günümüzde daha çok kafeterya, turistik ve hediyelik eşyaların satıldığı
dükkanlarca kullanılmakta.
Kuzeye doğru
çarşı içinden ilerlerseniz hiç ummayacağınız şekilde kimisi iki kimisi üç katlı
art neuveu tarzı binalara bile rastlıyorsunuz. Biz durup bu binaları çeşitli
açılardan çekmeye çalışırken insanlarda durup bunlar neyi, neden çekiyorlar
diye bakıyorlar. Ama işin güzel yanı ne işinize karışan nede ukalalık edip can
sıkan kişiler var.
Daha da kuzeye gidiyoruz. Önce Topçuoğlu Camii'ne uğradık. 1727 yılından önceki bir tarihte bu isimde bir hayırsever tarafından inşa edildiği yazılsa da kaynaklarda etrafta konuştuğumuz ahali caminin çok eski olduğunu, yapıyı Osmanlı ordusunda topçuluk yapan bir zatın yaptırdığını inşa ettirdiğini, inşaatta Rumların çalıştığını anlattı. Bununla beraber caminin içerisinde bir şey yok. Dışında ise güdük minare denilen bir stilde yapılmış bir minare var.
Daha da ileride
ara sokaklarda Karanlık Mescidi adında tarihi bir ibadethane var ama kapalı.
Tekrar geldiğiniz yola çıkarsanız Toprakçılar Konağı’nı görebiliyorsunuz.
Burası da güzel bir konak. Zaten yolu üzerinde daha pek çok güzel konak var.
Buradan ilk sağdan girdiğinizde ana caddeye çıkabiliyorsunuz. İsmail Bey Camii'nin üzerinde olduğu kaya kütlesinin üzerinde bir iki kaya mezarı daha görülebilmekte. Şehinşah Kaya Mezarı olarak adlandırılan bu kaya mezarları 2. yy Roma dönemine tarihlendirilmekte.
Buradan caddeye
ulaştık. Kastamonu ‘nun tarihi yapısını binalarını geride bırakıp modern bir
alışveriş merkezine girdik. Burada fotoğraf çektirtmiyorlar.
Sinop
yollarındayız. 20 YTL ‘ye üç saati aşkın bir sürede Taşköprü üzerinden Sinop ‘a
gidiliyor. Taşköprü ‘ye gelmeden haritalarımıza göre kaya mezarları olması
gerekli. Geçen seferde olduğu gibi bu kezde göremedim. Taşköprü taraflarında
ise Pompeopolis taraflarına giden bir ok var. Bir gün uğrarız diyoruz.
Birde yol
üzerinde Erfelek denilen bir yerleşim geçiliyor. Buradaki kaya oluşumları biraz
Kapadokya ‘yı hatırlatmakta. Aşağı yukarı benzer oluşumlar mevcut.Tabii artık
bu aşamada tanıtım, reklam gibi unsurların etkisi (yada etkisizliği) önemini
hissettiriyor.
Geçen sefer
geçtiğimiz o virajlı dağ yolundan gün battıktan sonra geçtik. Bu kez hareket
halinde, loş ışıkta hilal şeklindeki ayı çekmekle uğraştığımız için pek dikkat edemedik virajlara.
İlginç bir
şehir. Üçlü, dörtlü kız grupları rahatlıkla dolaşmakta. İndiğimiz yerden dümdüz
ilerlediğimizde önce surları geçiyor, ardından tarihi hapishaneyi geride bırakıp
Adliye Sarayı'nın olduğu meydana ulaşabiliyorsunuz. Bizde buraya bakan bir
otelde yer bulduk. Pekte güzel bir yer değil ama insanın kafasını sokabileceği bir
yer sonuçta.
Eşyaları odada
bırakarak sahile indik. Modern bir şehir. Genç nüfus çok fazla. Bunun nedeni de
şehirde fen edebiyat fakültesinin bulunması. Sahilde biraz dolandıktan sonra
Beşiktaş ‘ın maçını seyretmek için bir canlı müzik yapılan bir bara girdik. Bar
popülasyonunun çoğunluğu dişi. Bu arada Beşiktaş dört tane yiyince bir şey
görecek göz kalmıyor insanda.
Maç bitince
sahilde tekrar turladık. Balıkçılar sahile gelmiş ağlarını boşaltmakta. Ağlarda
takılı palamutlar dikkat çekmekte.
0 Yorumlar
Yorumlarınız