Sabah 8 gibi uyandık. Dün geceden su toplamış ayak parmaklarım hala iyileşmemiş durumda. Ama idare edeceğimi umarak yollara düşüyorum gene. (Zaten başka seçenekte yok) Planımıza göre Sinop'taki belli başlı noktaları gezip İnebolu ‘ya geçmek; orada belki bir iki saat gezindikten sonra Bartın yada Amasra ‘ya geçmek vardı. Meğer ne büyük bir hayalmiş bu......
Denize düşen askerlerimizin üzerine Rusların yağlı ve neftli bezler atarak öldürdüklerini okuyunca Ruslara olan nefretim bir kat daha arttı.
Sinop Müzesi
ikinci durak. Sinop Şehitleri Anıtı'nın yanında, adliye sarayının ardında yer
almakta.
İki katlı
müzenin üst katı idari bölümleri içermekte. Müzede çeşitli kazı ve rastlantılar
sonucu bulunan çeşitli parçalar sergilenmekte. Özellikle iki aslan tarafından
parçalanan geyik heykeli dikkat çekici. Ayrıca çok sayıda büst ve değişik mezar
şteli de görülebilir. Öyle ki iki mezar ştelindeki işlemeler son dönem Osmanlı
mezar taşlarındaki desenleri andırmakta.
Ayrıca salonun
sağında, üzerindeki kabartmaları hayli belirsizleşmiş olsa da iki adet
yelkenlinin işlendiği bir lahit de mutlaka görülmeli.
Müzenin en harika yeri ise fotoğraf çekilmesine müsaade edilmeyen ikona galerisi. Sadece bu galeriyi görmek için bile onca yol çekilir.
Sinopta oniki
kilise olduğu söylenmekte. Bunlar zamanla tahrip olmuş. Bunlardan toplanan bu
ikonalar 18 ve 19. yy ‘a tarihlendirilmekte. Genel olarak boyutları 50*80 cm
civarında suntamsı tahtanın üzerine pastel renkler kullanılarak dini temalar
resmedilmiş.
İsa ‘nın yüzü
buradada değişik. Vaftizci Yahya ise iki-üç yerde kanatlı olarak temsil
edilmiş.Bir anlam veremedik , zaten bununla ilgili açıklayıcı birşeyde
bulamadık.
Müzenin orta
salonunda Sinop'ta bulunan bir yer mozaiği sergilenmekte. Ayrıca duvarlarda da çeşitli
mozaik plakalar asılı.
Müzenin bahçesinde de devasa küpler, Osmanlı ve Selçuklu döneminden kalma mezar taşları ve taş sandukalar görülebilmekte. Ayrıca müze binasının dış duvarlarında da mozaik plakalar asılı olarak sergileniyor.
Fakat bahçedeki
en önemli nesne Serapis Mabedi ‘nden kalanlar.
Merakımıza
yenik düşerek kiliseye gittik. Burası Bizans dönemine ait bir kilise. Büyükçe
bir alana yayılmış bir yapılar topluluğu aslında. Duvarlarda az sayıda fresk
kalmış. İnsan boyunda olan yerlerdeki freskler grafitici zulmüne uğramış.
Kilise harabesinden merkeze doğru dönerken bakımsızlıktan epeyce hırpalanmış eski ahşap binalara ve çeşmelere rastladık.
Sahili
adımlayıp tarihi surların etrafından geçip yolumuza devam ederken balıkçıların
ağlarını temizledikleri alanda tek bir sütuna rast geldik. “Rast gele” diyerek
balıkçıların yanına rampa ettik. Sanırım amcamın bahsettiği limandaki antik
kalıntılardan kala kala bir bu kalmış.
Sahilden
hapishaneye gidiyoruz. Gidiyoruz da yine bize yolda ahşap evler, boy boy
çeşmeler ve hamamlar eşlik etmekte.
Yaklaşık bir yılı çok az bir zaman geçtikten sonra tekrar Sinop hapishanesine dönmüş bulunuyorum.Bu kez kendi başımıza gezmenin avantajı ile hemen hemen her yere girdik. Çekilen diziden sadece baş gardiyanı oynayan aktörü idari binanın balkonunda görebildik.
Birde
hapishanede çekim yapılan koğuşların içine eşyalar konmuş. Kapılar sürgüsüz ve
kilitsizdi.Ama kapalı olduğundan açmayı ve içeri girmeyi uygun bulmadım. Ama
kapının üzerindeki o küçük, sürgülü delikten içeri baktığınızda sanki hala
mahkumlar varmışcasına eşyaları görmek epey etkileyici. Ne diyelim Allah
düşürmesin.
Hapishaneden sonra Alaaddin Camii 'ne girmek istediysek de restorasyon yapıldığı için içeri girebilmemiz mümkün olmadı. Yapının tüm dış duvarları elden geçirilmiş. Göze biraz batıyorsada napalım hayırlı olsun.
Sinop ‘un bir
başka önemli yapısı da Alaaddin Camii ‘nin ardında kalan Pervane Medresesi.
Burası günümüzde turistik bir mekan olmuş. Sinop'taki turizm bürosu da burada
ama tatil nedeni ile kapalıydı. Medresenin girişe göre saat bir yönünde Gazi
Çelebi ve kızına ait iki de mezar var.
Bundan sonrası
artık bir nevi dönüş aşaması. Turumuzun İstanbul ‘a en uzak noktası Sinop.
Dünyanın başkentinden tam yediyüz km uzaktayız. Ama bundan sonrasının bu denli
zorlu ve masraflı olacağını hiç aklımızın ucundan bile geçirmemiştik.
Sinop'tan
İnebolu ‘ya sadece günde bir kez oda sabah on gibi sefer var. Onun dışında
sahilden Ayancık yada Türkeli ‘ne gidebiliyorsunuz. Her saat başı Ayancık ‘a
yeni otogardan gidilmekte. Burası şehrin epeyce dışarısında olduğundan
minibüslerle ulaşılabilmekte. Buradan kırk, kırk beş dakika süren bir yolculuk
ile Ayancık ‘a varabiliyorsunuz.
Güneşli bir havada, yeşil ağaçların arasında uzanan bir yolu hızla kat ediyorsunuz. Şoför koltuğunun hemen yanında kah şoförle konuşup kah yöre hakkında bilgi alarak gayet neşeli bir şekilde yol aldık. Yolda gördüğümüz güzel bir manzarayı çekecekken şoförümüz “kenarı çekeyim ” dedi. Vaktimiz de dar olduğu için durmadık. Şoförümüz harika bir insan. Hele bizim Ayancık'tan aktarma yapabilmemiz için koşuşturmacası görülmeye değerdi. Yola devam edebileceğimiz en olası firmanın yazıhanesine en yakın noktada bizi indirdi. Şansımıza hep iyi yürekli, yiğit insanlara denk geliyoruz. Allah bunların karşılarına kendilerinden bile daha iyilerini çıkartsın.
Karnımız aç,
hayalkırıklığımız ise tarif edilemez. Uğur , Kastamonu ‘ya oradan da Bartın ‘a
gidelim diyor ama ben sahilden gitmeyi gurur meselesi yaptım. Hiç bir tur
firmasının gitmediği, gidenini de duymadığım bir rotadan sapmamam gerektiğini
bir ses içimden tekrarlıyor. Aracımızın kalkış saatine dek Ayancık ‘ı
dolaşıyoruz. Ayaklarım yaralı olduğu için tam bir işkence oldu bu. Ama bu
yaptığımız kısa gezintide bir iki güzel binayı resimledik. İnsanlar çevredeki
diğer evlerinde yerlerini bizlere tarif ediyorlar ama ne yazık ki vaktimiz yok
gitmeye.
İlginç bir yer. İki yerel gazetede yan yana dükkanlarda durmakta. Bu arada çarşıdaki eczanede de neşeli anlar yaşadık. İnsan ömrünü uzatan anlardan.
Bununla beraber
burada meşhur bir kilise var. Sinop'tan gelirken yolun sağındaki kereste
fabrikasının üzerindeki ormanlık alanda sağlam bir durumda olduğunun bilgisini
aldık.
Türkeli
minibüsü dolu. Türkeli ‘ne dek giden yolda inenin binenin haddi hesabı yok. Gerektiğinde
–ki hep gerekiyor zaten- tabureler devreye giriyor hemen. Bir saatlik yolculuk
sırasında Akgöl ‘e ve birde İnaltı Mağarası'na giden yolu gösteren okları
gördük.
Bunun dışında
yolculuk gayet eğlenceli gitti. Çok rahat ve atak bir tip olmamın sonucunda
yolculuk izafi olarak kısaldı. Minibüsün arkasından her lafa girip herkese laf
yetiştirirken zaman su gibi aktı gitti. Ama insanlarda bundan memnun olmalı ki
kadını, erkeği, genci herkesle bol bol sohbet ettik.
Türkeli ufak
bir yer. Otogarda, bu saatten sonra İnebolu ‘ya gitmenin mümkün olmadığını öğrendik.
Sonra yazıhanedeki adam bana bir telefon numarası verip aramamı söyledi. Yapmam
gereken numarayı aramak ve Türkeli otogarında iki kişi olduğunu söylemekten
ibaret. Yaptım elbette. Şunu söyleyeyim eskiden bindiğim otobüs yada minibüs
küçük yerleşimlere girdiğinde delirir, söylenirdim. Artık hoş görmeye başladım.
Neyse, minibüs
bizi önce Çatalzeytin isimli bir kasabaya getirdi. 16:30 ‘a dek yaklaşık kırk
beş dakika kadar buradayız.
Çatalzeytin
güzel bir sahil kasabası. Arada derede yamaç üzerinde bir iki ahşap ev
görülebilir. Ayrıca şansımıza kasabanın pazarına dek gelip gezdik. Daha ne
olsun.
Yine Kastamonu
‘ya dönelim mi ikilemi başladı. Benim kararım belli ama Uğur Kastamonu ‘ya
oradan da Zonguldak ‘a geçelim diyor. Yazıhanede Zonguldak ‘a itmek isteyen
başka birinden bu saatte Kastamonu ‘ndan Zonguldak yada Bartın ‘a sefer
olmadığını öğrendik. Son sözüm “işte macera ” oldu.
İnebolu ‘ya
doğru yola çıktık nihayet. Yine şoförün yanındayız.
Yol üzerinde
önce Abana ‘ya uğradık. Burasıda güzel bir kasaba ve yine güzel ahşap evler
var. Buradan Bozkurt denilen başka bir beldeye gitmemiz gerekti. Burası Avrupa
Birliği'nden çeşitli ödüler kazanmış, ağırlıklı olarak Kırım Türkleri 'nden oluşmuş
düzenli bir yerleşim.
Bir otel bulduk. Adam başı 20 YTL. Sıcak su var,banyo iptidai.
Kurtuluş
Savaşı'nın en büyük ve en önemli lojistik merkezi olan İnebolu ‘yu akşam
itibariyle gezmeye koyulduk. Kasabanın belediye binasını ve yanındaki Hamamcı
Salih Reis ‘in heykelini görüntüledik.
İstanbul'dan yapılan silah sevkiyatında İnebolu halkını örgütlediği gibi bizzat
yaşına başına bakmaksızın bombaları, mühimmatı
taşımış.
Çarşının
içerisinde içleri boş duran yada esnaf tarafından kullanılan pek çok rum binası
var. Kurtuluş Savaşı sırasında yapılan tüm bu nakliyatta Rumların tepkisi ne
olmuştu araştırılmaya değer bir konu.
Çarşıda biraz
daha dolandık. Üç adet çeşitli büyüklüklerde eski cami var.
Gece gezisi
sırasında İnebolu Postası gazetesinin yetkilisi ile karşılaştık. Ayaküstü, kısa
ama oldukça sıcak bir sohbet yaptık.
Fakat ara
sokaklarda fotoğraf çekerken, bizler gibi insanlar yüzünden yörenin sit alanı
olduğu ve bu nedenle inşaat sektörünün durduğu şeklinde bir tepki veren bir
adam tarafından engellenmeye çalışıldık. Bense bizlerin aslında bir fırsat
olduğumuzu, bu evlerin restorasyonu ile inşaat sektörünün canlanacağını
söyleyerek adamı savdım. Matrak bir andı.
Bu arada
İnebolu yiyecek açısından tam bir cennet. İki karışık pide, bir kola ve birde
ayran sadece 11,50. Daha ne olsun.
0 Yorumlar
Yorumlarınız