Monastraki'den metroya atlıyor ve Pire'ye doğru yola
çıkıyoruz. Pire'de yer alan Türk şehitliğinin yerini bulamadığımız gibi
defalarca elçiliğe e-posta atmamıza rağmen yanıt veren de olmadı. Sinirlenip
küfür ettiğimde de eşim ”farklı bir şey olacağını mı sanıyordun” diye paylıyor
beni.
Yarım saat süren seferin sonunda Pire'deki metro istasyonunun sonuna geliyoruz. Şehir fazla bir numarası olmayan, ruhsuz bir görünüme sahip. Yunan adaları başta olmak üzere Avrupa'nın pek çok noktasına giden gemiler için önemli bir kalkış noktası olduğundan bir gelişme kaydedebilmiş.
Pire Atina'nın bir parçası mı yoksa başka bir şehir mi
anlayamadım. Ben ayrı bir şehir diye biliyorum.
Pire Olimpiakos, Atina Panatinaykos ‘un şehridir. “Eee,
AEK?” dediğinizde ise cevap hazırdır. “O Türklerin takımı”
Dışarı çıkıyoruz. Etrafta bir iki noktaya baktıktan sonra
aradığımız otobüse biniyoruz. Daha doğrusu insanlar “bu, bu” diyerek
bindiriyorlar. Ama zamanla görüyoruz ki “bu otobüs olması gereken o otobüs”
değilmiş. Olimpiakos’un stadı olan Karaiskaki Stadı'nın karşısındaki tramvaya
ulaşmak için boş arazilerde yürüyoruz. Bu boş arazilerin büyük bir kısmı
olimpiyat oyunları için inşa edilen binaların parçaları. Çoğu bina boşta
duruyor.
Gelen tramvaya atladıktan sonra tahmin ettiğimiz durakta
inerek deniz müzesine giden yolda
yürüyoruz. Derdimiz, tek başına Osmanlı
donanmasına bela olan, Hamidiye zırhlısının en büyük rakibi Averoff Zırhlısı'na
ulaşmak.
Midilli ve Limni adalarını Türk donanmasını kısa sürede
püskürtüp ekarte ettikten sonra neredeyse tek başına ele geçirmiş; bundan sonra
da Osmanlı donanması Çanakkale Boğazı'ndan çıkamamıştır. Bunun sonucunda Türk
tarafı İngilizlerden iki büyük savaş gemisi satın almak üzere sipariş verir.
Geminin paralarını İngilizler almış ama gemileri vermemiştir. Osmanlı da bunun
karşısında İngilizlerden kaçan gemilere kapılarını açıp Yavuz ve Midilli olarak
kullanmıştır.
Biletimizi alarak geminin içine girdik. Yanında bir iki gemi
daha var. Kıyıya da bir trireme koymuş Yunanlar ama kim takar bunları.
Gemiye çıkışlar kıç
kısmından yapılıyor. Gemi ağırlık olarak 2.Dünya Savaşı standartlarına göre
hafif kruvazör olarak nitelendirilse de uzmanlarca predretnot olarak kabul
görmekte.
Geminin arkasında küçük bir kilisesi bile var. Sıradan erat
ve subaylar arasındaki fark ezici derecede kamaralar ve koğuşları gezerken
görülüyor. Kaptan ise bir kral elbette. Hele Averoff ‘un kaptanıysanız. Geminin
kaptanı iki dönem modern Yunanistan'ın cumhurbaşkanı olmuş. Geminin forsunu
anlayın buradan.
Az biraz bakım, füze ve uçak savar desteği ile günümüzdeki
tüm Türk donanmasını tek başına batıracağını söylüyor önümüzdeki İngiliz gruba
rehberlik yapan subay. Kanım donuyor. Kafa değişmemiş.
Bununla beraber gemi az sonra hareket edebilecek gibi duruyor gerçekten de. Kaptanın subaylarıyla yemek yedikleri salon gerçekten eşsiz. Askerin yemek yediği yerler ise bunun yanından geçmez. Hele tüm eratın hamaklarda yatıyor olması da değişik bir sefalet. Diyeceksiniz bizim gemilerde durum nasıldı? Bilmiyorum, biz gemilerimizi hurdaya çıkarıp teneke yada jilete çevirdiğimiz için durumu bilemiyorum.
Bizim tarihe
verdiğimiz saygı, değer her ne derseniz deyin bundan ibaret. Sorarsanız
maneviyata sahip milliyetçi bir milletiz. Bir de olmasak neler olurmuş.
Pireye dönerken yol üzerindeki mikrolimanoya da uğradık.
Burası daha çok “Turkolimano” yani Türk Limanı olarak anılıyor. Kimileri burada
Türk donanması konakladığı için bu ismi aldığını söylese de araştırdığımda
bunun böyle olmadığını gördüm. Zaten hemen yanı başındaki çok daha büyük Pire
limanı varken kolaylıkla ağzı kapatılıp içinde kuşatılma riski olan bu küçük
limana bizimkilerin gemilerini koymayacağını düşünüyordum.
Her neyse, gezimize dönelim biz. Turkolimano günümüzde güzel bir sayfiye yeri. Bizim boğazdaki restoranlar gibi çok sayıda mekana ev sahipliği yapıyor. Elbette ki – ne yazık ki de denilebilir – öğünler öküz doyuran miktarlarda iken ödenen ise yüz güldüren düzeyde oluyor. Biz bir kafeye yayılıp yorgunluğumuzu atıp interneti sömürdük. Bu memleketteki mekanlarda tek bir kahve dahi içseniz saatlerce kalabilirsiniz. Kimse size “bitirdin artık defol git” bakışıyla bakmaz, aslında siz seslenmeden kimse bakmaz bile size doğru.
Baktık enerjimiz yerine gelmiş, gördük hava güzel; yürüyelim merkeze dedik. Çokça yakın değilse de yürüdük bir güzel. Limanların orada gezindik. Pire dedikleri gibi tüm Yunan Adaları'na ulaşabileceğiniz ana kalkış noktası.Sorunsuz bir şekilde Atina'ya, otele geldik. Biraz toparlanıp
ona doğru çıktık. Sintagma Meydanı'nda yapılacak yeni yıl kutlamalarına
katılacağız. Yürüdük, pek bir kalabalık yok, belki de soğuktan dedik.
Meydanda bir kalabalık olmadığı için soğuktan korunmak için
McDonalds ‘a girdik. Ana baba günü, oturacak yer yok. 11:30 gibi hayvan kovalar
gibi müşterileri –bizde bu gruptayız- kapı dışarı edip hamburgerciyi
kapattılar. Bunu da gördük. İşin şaşırtıcı yanı, Türkiye'de aslan kaplan olan
turist tayfasının tepkisizce çıkıp gitmesi oldu.
Gece yarısı olduğunda insan kalabalığı bağrışıp şampanya
patlattı. İlerilerde ise Akropolden atılan havai fişekler dışında bir
atraksiyon olmadı.
Ermou üzerinden Monastraki'ye kadar yürüdük. Burada da normal
bir geceden farklı bir şey göremediğimiz için kös kös dönüverdik.
Mutlu yıllar… Aile içinde birbirimize bunu diledik. Bence de
yeterli.
0 Yorumlar
Yorumlarınız