Takip Et

8/recent/ticker-posts

Yunanistan : Gün 4 - Naflion

Yılın ilk günü ve daha ilk günden bir yerlere gidiyoruz.  LP tarafından Yunanistan'ın en şirin ve en romantik kasabalarından birisi olarak geçen, bağımsız Yunanistan ‘ın ilk başkenti Naflio ‘ya gideceğiz.

Öncelikle Kifisu (Kifisou) Terminali'ne gitmemiz gerekiyor. Bunun için Omonya Meydanı'nın köşesindeki otobüs duraklarına gitmemiz lazım. Hava rüzgarsız olduğu için üşümüyoruz ve yolu yürüyerek meydana varıyoruz. Sabahın bu erken saatinde, bir de yılın ilk sabahı olmasından mütevellit olmalı anlatılanlardan tamamen ilgisiz bir yere denk geliyoruz. Meydanın ortasında İncil'den bir pasajın betimlendiği aydınlatılmış, tellerden yapılmış bir imge var.

Ama ortada bir otobüs yok. İşin ilginci civarda tek bir otobüs durağı da yok. Hangisinde bekleyeceğimizi çözemediğim gibi terminale gitmesi gereken otobüsü de henüz görebilmiş değiliz. Dükkanlara girip soruyorum, duraklarda bekleyenlere derdimi anlatmaya çalışıyorum yok. Zaten İngilizce bilen adam yok gibi bir şey. Evsiz bir adam gelip “taksi” diyor. Taksi her yere gider de ben taksiyle hiçbir yere gidemem ki?

Neyse ki köşede yolcu bekleyen Meksikalı kılıklı bir adamın arabasına biniyoruz. Ben her zamanki gibi taksi kullanma gerginliğindeyim. Adam “neredensiniz ?” diye soruyor. “Türkiye” diyorum.

Kısmen Türkçe, çat pat İngilizce, yerlerde sürünen bir Yunanca ortak paydasında bir muhabbet başlıyor. Adam aslen Atinalıymış, gençken para kazanıp yaşlanınca gezmeyi hayal edermiş. Ama ekonomi o kadar bozulmuş ki ölene kadar çalışacakmış bu gidişle. Hiç yurtdışına da çıkmamış. Ha, pardon. Bir kere çıkmış.

-          “Kıbrıs ‘a gittim”

-          “Gidecek yeri biliyormuşsun, beğendin mi?”

-    

“Elimize silahı verip gemiye doldurdular. İndiğinizde tüm Türkleri öldüreceksiniz dediler” diye başladı. Meğer adam karşı tarafın adamıymış. Hatta demişler ki, bu Türkler kara kafalı adamlar; bizim şoförde diyor ki “gemide herkes esmer, üniforma olmasa herkes Türk”

“Eeee, sonra” dedim. Sonrası daha da komik adama göre. “Tek Türk görmeden döndük” diye bitirdi. Şehir görmemiş köylü çocuklarını gemilere doldurup adaya doldurmuşlar. Türklerle Yunanlılar birbirleriyle savaşmadan önce beraber Amerikalılar ve İsraillilerle savaşmalıymışız. Bunların işini bitirince bir derdimiz kalırsa politikacıları tepeledik mi dert kalmazmış şoför abime göre. On numara muhabbeti olan, düzgün bir adamdı.

Durakta hemen bir bilet aldık. Gelen otobüse bindik. Otobüste internet var. Yani öyle yazıyor. Ama çalışmıyor. Suyun öte yanı da farklı değil.

Hareket ediyoruz. Pek bir kalabalık yok. Ama ön koltuktaki kız arada dönüp bize gülüyor. Sonunda bizimle konuşmaya başlıyor. Türkçe konuşuyoruz elbette. Kız Türk kültürünü merak ettiği için bizim memlekete gelmiş. Çok sevmiş. Antep, Trabzon her yere gitmiş. Yemekler, insanlar çok etkilemiş. Hatta bir yıl kadar İstanbul'da çalışmış.

Kızın dediğine göre İstanbul Rumları içine çok kapalı bir grup.  Yunanlı olarak geldiği halde çok dışlanmış. Mesela bizim Rumlarla konuşurmuş, bizimkiler kızı “yanlış söylüyorsun, telaffuzu böyle olacak” diye uyarıyorlarmış.

Telaffuz konusunda da konu konuyu açtı. Kıza, “Yunanca'da bir kelime alıp sağına soluna bir şeyler ekliyorsun hop bambaşka kelimeler ortaya çıkıyor. Yunanca olmasa Avrupalılar icat ettiklere nesnelere isim veremezdi” dediğimde ise “Doğru da Türkçe de öyle. Bak, göz; ekliyorsun bir şeyler… Göz, gözlük, gözlükçü, gözlükçülük. Türkçe de harika bir dil”


En büyük hayali İstanbul'da yaşamaya devam edebilmekmiş. Ablası ise “Barbarların ülkesinde ne buluyorsun?” diye soruyormuş hep.

Dayanamadım ve dün gece Sintagma'da hiç Yunan göremediğimizi, diğer noktalarda da beklediğimiz kalabalık ve heyecana denk gelmediğimizi söyledim. Yunanların bu tip önemli günleri aile arasında geçirdiğini, zaten ekonomik durumlar nedeniyle artık çok dışarı çıkılamadığını söyledi.


Eşimin kız hakkındaki yorumu şu. “Türkiye'de evlenir, Müslüman olur”

Yol üzerinde meşhur Korint Boğazı'ndan geçtik. Bir geminin geçebileceği genişlikte bir boğaz. Gemilerin tüm Mora Yarımadası'nın çevresini dolanmaksızın Ege Denizi'ne ulaşabilmelerini sağlıyor. Su masmavi. Rengi anlat, tasvir et deseniz kesinlikle ifade edemem. Boğaza yakın bir noktada KTEL ‘in ofisi var. Araçlar bir kaç dakikalığına da olsa burada duruyor. Bu sırada gidip fotoğraf çekebilmek mümkün gibi.

Ayrıca arada oklar Megara Antik Kentini işaret ediyor. Megaralılar kim derseniz. İstanbul'u kuran Byzas ‘ın geldiği şehir. Tabii, Yunanistan'da KTEL denilen Tekelimsi firma toplu taşımacılığı bir işkence haline getirdiğinden buraya gidip gelebilmek hiçte kolay değil. Arabasız yada motosikletsiz gezmek imkansız gibi.

Bir de, belki de gezinin en hoş ayrıntısı yol üzerinde geçerken karlı dağları görmemiz oldu. Yunanistan'ın bu kısmında tepeleri karlı dağlar görmek büyük şans. Zaten televizyon ellili yıllardan beri ilk kez böyle bir soğuğun varlığından bahsediyor buralarda.

Naflion da neredeyse Atina'dan ayrıldıktan iki saat kadar sonra bizdeki, otobüs bileti satan acentalara benzer KTEL ofisinin önünde duruyoruz. 16:30, 18:30 ve 20:30 da dönüş otobüsleri var. Dönüş biletini nasıl olsa sonra alırız deyip cadde boyu yürümeye başlıyoruz. Planlara göre görecek çok şey var ama iklim bunun ne kadarını yapabilmemize izin verecek?


Naflion bir Bizans limanı. 1204 ‘te Haçlılar İstanbul'u ele geçirince Franklar da burayı alırlar. Türklerin İstanbul'u ele geçirdiği 1453 ‘e dek ellerinde tuttukları kente bir yatırım yapmak şöyle dursun var olan surları da yıktırmışlardır. Sonrasında kenti Venediklere satıp giderler.

Venedikliler iyi bir ticaretin sağlam bir güvenlik sistemine ihtiyaç duyduğunu bildiklerinden ilk surları inşa ederler ve liman girişindeki adaya da küçük ama sağlam bir kale yerleştirirler.

Kanuni Sultan Süleyman gelir ve kısa bir kuşatmanın ardından şehri ele geçirir. Atina ve Mora arasında önemli bir liman olarak işletilir burası. Ama 1686 ‘da Venediklilerin önderliğindeki bir donanma şehri ele geçirir. Başta Palamidi Kalesi olmak üzere iki kale yaparlar tepelere. Tüm Mora'yı ele geçirdiklerinde ise Naflio başkent yapılır.

Osmanlı tarafında işler kötüye gitmektedir ama her şey henüz bitmemiştir. Otuz yıl sonra Türkler tekrar geri dönerler. Artık yolun sonu Venediklilere daha yakın gibidir. Türkler burayı camilerle, evleriyle, insanları ile doldurmaya başlarlar.

Nisan 1821 ‘de isyan başlar. Kaledeki garnizon kuşatılır ve 15 ay direnir. 1822 ‘de şehirden Türk askeri gider. Türk sivillerden bahsedilmiyor. Muhtemelen ellerinde çiçekler ve tüm mal varlıkları ile Türk topraklarına gitmişlerdir. Hem de Yunan komşularının gözyaşları içindeki “gitmeyin” yalvarışlarını kaale almaksızın. Sizi Barbar Türkler!!! Hatta Mora'da bir Türk köyünde tüm kadın ve çocuklar uçurumdan atlayıp intihar etmişlerdi. Yunanlıları suçlamak için hep. Yunan ordusu su tabancaları ve plastik ok atan tüfekleri ile şaka amaçlı olarak köyleri basarken pardon misafirliğe gelmişken üstelik. Neyse…

Gezmesi kolay bir kent. KTEL solunuzda kalacak şekilde ilerleyin ve ilk soldan dümdüz girin. Tebrikler, şehrin ana caddesine ulaştınız ve Naflio ‘nun Sintagma Meydanı'na giden yoldasınız.

Döner dönmez ilk gördüğünüz yapı, belediye binası. Bu cadde daha çok İtalyan etkisinde kalmış evleriyle dikkat çekiyor. Hatta salt Venedik değil Sakız Adası'ndaki evleri andıran süslemeleri ile Cenevizimsi bir görünümde yok değil.

Sintagma Meydanı'na girdiğinizde solda küçük, eski bir cami var. Elbette ki şu an bir cami değil. Bir zamanlar burası Yunanların ilk parlamentosu olarak kullanılmış.  Sintagma Meydanı, Arkeoloji Müzesi'nin yanı sıra çok sayıda restorana da ev sahipliği yapmakta. Yeni yeni doluşmaya başlıyor insanlar. Yazın buralar iğne atsan yere düşmez misali dolu olurmuş.

Burada bir cami daha var, bankanın hemen yanında. Burası da günümüzde tiyatro olmuş. Kenarda Trianon denilen kısım ile Navarin'de bizim donanmayı yakan Rus, İngiliz ve Fransız donanmalarının kaptanlarına adanmış bir yer.

Sahile sapıyoruz. Zaten Sintagma'dan iki sokak aşağısı sahil. Sahilde ise önerilen lokantaların hepsi kapalı. İleride karlı dağlar ve Burci (Bourtzi) Adası var. Adadaki kale aslen bir Venedik yapısı. 1400 ‘lerin sonlarında yapmaya başlamışlar. Bizimkiler 1715 ‘te burayı alınca bu kaleyi karakol ve daha çok hapishane olarak kullanmışlar. Tekneler 4 euroya (5 olmuş) gidiyormuş ama şu an giden bir tekne yok. Gerçi bir balıkçı 20 euroya götüreceğini söyledi. Vazgeçtik. Aynı adamın dediğine göre ise yılın ilk günü hele bu soğukta kim erken kalkıp da balığa gidermiş. Bense içimden saydırıyorum, ülkenin en büyük meydanında yılbaşını kutlayan tek bir Yunan yoktu, Monastraki ve Plaka bile gayet cansızdı. 

Arkadaki dükkanlardan birine girip makarna yiyoruz. Balık yok. Fazla bir müşteri yok içeride. Olanlar da gençten Avrupalı gezginler. Sağlam üşümüşüz. Ara sokaklarda ve meydanda sadece soğuk vardı ama sahilde karşı, karlı dağlardan gelen rüzgar epeyce üşümemize neden olmuştu.

Çıktık dışarı. Turist treni duruyor kenarda ama ne şoförü ne de olası müşterileri var etrafında. Kaleye bakıyorum. En tepede olan Palamidi Kalesi var. Bu havada oraya tırmanmayı gözüm kesmiyor. Sahil böyleyse tepe uçuyordur. 1822 ‘deki Yunan isyanında burada Osmanlı askerleri kuşatılmış.

Tepeye doğru ara sokaklara giriyoruz. İn cin top oynuyor. Kışın donukluğu ve solgun renkleri her yerde. Küçük kiliseler, eski, sahipsiz bir cami, her haliyle "ben bir Türk'ün eviydim" diyen evler. Herhangi bir Anadolu kasabasındaki sıradan evleri andıran evlerden çok sayıda var. Zaten tepeden bakıldığında kasabanın karakteristik özelliği kendini daha da gösteriyor.

Son olarak bir Yunan tanıtım ve pazarlama başarısından bahsedeceğim. Komboloi Müzesi. Yunan tarafının dediğine göre dünyada ilk ve tek. Türkçesini söyleyeyim artık. Tespih Müzesi.

Yunanistan'da da erkekler tespih konusunda bizi pek aratmıyor. Bir kültür nasıl ele geçirilir, inceleyelim. Bir web sitesi şöyle anlatıyor. İki ana tip bunlar. Komboloi klasik tip. Bir de “begleris” var. Her ikisi de tek sayıda. Hatta bir tane, diğerlerinden daha yüksek bir boncuk olurmuş ki adına “rahip” denirmiş.

Her neyse müze kısmına giriş 3 euro. Girmedik daha doğrusu giremedik. İçeride farklı neler var merak etmedim değil. Ama ikonik diyebileceğimiz kalburüstü bir komboloi 15 eurodan ucuz değil. Komboloi bu sonuçta, boru değil.

Dönüş yolunda yanımda oturan yaşlı bayan ile Türk dizilerinden konuşuyoruz. Aslına bakarsanız teyze anlatıyor ben dinliyorum. Kadının anlattığı dizilerin bir ikisi dışında duyduğum yok.

Atina'ya varınca terminalden otele kadar taksi tutuyorum.  “Normalde bu saatte buradan geçmezdim ama buradaki tipleri görmezsen sen buraya gelirsin” diyerek Omonya'ya bağlanan ara sokaklardan birini dalıyor. Yanlış anlamayın, bu yol Monastraki'ye doğru giden en kısa yol. Daha gecenin onu olmamış ama torbacılar, orospular, it kopuk taifesinden kimi ararsanız sokağa dökülmüşler. Taksici uyarılarına devam ediyor. “Arnavutlara dikkat et. Tek saldırmazlar.” “Zencilerle konuşma çok. Bir şey almayacaksan hayır de, yoluna devam et” İşte otele kadar çocuğunu büyük şehre gönderen bir baba gibi beni uyardı yol boyu. Sağ olsun.

Yorum Gönder

0 Yorumlar