Yılın ilk günü ve daha ilk günden bir yerlere
gidiyoruz. LP tarafından Yunanistan'ın en
şirin ve en romantik kasabalarından birisi olarak geçen, bağımsız Yunanistan
‘ın ilk başkenti Naflio ‘ya gideceğiz.
Öncelikle Kifisu (Kifisou) Terminali'ne gitmemiz gerekiyor. Bunun için Omonya Meydanı'nın köşesindeki otobüs duraklarına gitmemiz lazım. Hava rüzgarsız olduğu için üşümüyoruz ve yolu yürüyerek meydana varıyoruz. Sabahın bu erken saatinde, bir de yılın ilk sabahı olmasından mütevellit olmalı anlatılanlardan tamamen ilgisiz bir yere denk geliyoruz. Meydanın ortasında İncil'den bir pasajın betimlendiği aydınlatılmış, tellerden yapılmış bir imge var.
Neyse ki köşede yolcu bekleyen Meksikalı kılıklı bir adamın
arabasına biniyoruz. Ben her zamanki gibi taksi kullanma gerginliğindeyim. Adam
“neredensiniz ?” diye soruyor. “Türkiye” diyorum.
Kısmen Türkçe, çat pat İngilizce, yerlerde sürünen bir
Yunanca ortak paydasında bir muhabbet başlıyor. Adam aslen Atinalıymış, gençken
para kazanıp yaşlanınca gezmeyi hayal edermiş. Ama ekonomi o kadar bozulmuş ki
ölene kadar çalışacakmış bu gidişle. Hiç yurtdışına da çıkmamış. Ha, pardon.
Bir kere çıkmış.
-
“Kıbrıs ‘a gittim”
-
“Gidecek yeri biliyormuşsun, beğendin mi?”
-
“Elimize silahı verip gemiye doldurdular. İndiğinizde tüm Türkleri öldüreceksiniz dediler” diye başladı. Meğer adam karşı tarafın adamıymış. Hatta demişler ki, bu Türkler kara kafalı adamlar; bizim şoförde diyor ki “gemide herkes esmer, üniforma olmasa herkes Türk”“Eeee, sonra” dedim. Sonrası daha da komik adama göre. “Tek
Türk görmeden döndük” diye bitirdi. Şehir görmemiş köylü çocuklarını gemilere
doldurup adaya doldurmuşlar. Türklerle Yunanlılar birbirleriyle savaşmadan önce
beraber Amerikalılar ve İsraillilerle savaşmalıymışız. Bunların işini bitirince
bir derdimiz kalırsa politikacıları tepeledik mi dert kalmazmış şoför abime
göre. On numara muhabbeti olan, düzgün bir adamdı.
Durakta hemen bir bilet aldık. Gelen otobüse bindik.
Otobüste internet var. Yani öyle yazıyor. Ama çalışmıyor. Suyun öte yanı da
farklı değil.
Kızın dediğine göre İstanbul Rumları içine çok kapalı bir
grup. Yunanlı olarak geldiği halde çok
dışlanmış. Mesela bizim Rumlarla konuşurmuş, bizimkiler kızı “yanlış
söylüyorsun, telaffuzu böyle olacak” diye uyarıyorlarmış.
Telaffuz konusunda da konu konuyu açtı. Kıza, “Yunanca'da bir
kelime alıp sağına soluna bir şeyler ekliyorsun hop bambaşka kelimeler ortaya
çıkıyor. Yunanca olmasa Avrupalılar icat ettiklere nesnelere isim veremezdi”
dediğimde ise “Doğru da Türkçe de öyle. Bak, göz; ekliyorsun bir şeyler… Göz,
gözlük, gözlükçü, gözlükçülük. Türkçe de harika bir dil”
En büyük hayali İstanbul'da yaşamaya devam edebilmekmiş. Ablası ise “Barbarların ülkesinde ne buluyorsun?” diye soruyormuş hep.
Dayanamadım ve dün
gece Sintagma'da hiç Yunan göremediğimizi, diğer noktalarda da beklediğimiz
kalabalık ve heyecana denk gelmediğimizi söyledim. Yunanların bu tip önemli
günleri aile arasında geçirdiğini, zaten ekonomik durumlar nedeniyle artık çok
dışarı çıkılamadığını söyledi.
Eşimin kız hakkındaki yorumu şu. “Türkiye'de evlenir, Müslüman olur”
Yol üzerinde meşhur Korint Boğazı'ndan geçtik. Bir geminin
geçebileceği genişlikte bir boğaz. Gemilerin tüm Mora Yarımadası'nın çevresini
dolanmaksızın Ege Denizi'ne ulaşabilmelerini sağlıyor. Su masmavi. Rengi anlat,
tasvir et deseniz kesinlikle ifade edemem. Boğaza yakın bir noktada KTEL ‘in
ofisi var. Araçlar bir kaç dakikalığına da olsa burada duruyor. Bu sırada gidip
fotoğraf çekebilmek mümkün gibi.
Bir de, belki de
gezinin en hoş ayrıntısı yol üzerinde geçerken karlı dağları görmemiz oldu.
Yunanistan'ın bu kısmında tepeleri karlı dağlar görmek büyük şans. Zaten
televizyon ellili yıllardan beri ilk kez böyle bir soğuğun varlığından
bahsediyor buralarda.
Naflion da neredeyse Atina'dan ayrıldıktan iki saat kadar
sonra bizdeki, otobüs bileti satan acentalara benzer KTEL ofisinin önünde
duruyoruz. 16:30, 18:30 ve 20:30 da dönüş otobüsleri var. Dönüş biletini nasıl
olsa sonra alırız deyip cadde boyu yürümeye başlıyoruz. Planlara göre görecek
çok şey var ama iklim bunun ne kadarını yapabilmemize izin verecek?
Naflion bir Bizans limanı. 1204 ‘te Haçlılar İstanbul'u ele geçirince Franklar da burayı alırlar. Türklerin İstanbul'u ele geçirdiği 1453 ‘e dek ellerinde tuttukları kente bir yatırım yapmak şöyle dursun var olan surları da yıktırmışlardır. Sonrasında kenti Venediklere satıp giderler.
Venedikliler iyi bir
ticaretin sağlam bir güvenlik sistemine ihtiyaç duyduğunu bildiklerinden ilk
surları inşa ederler ve liman girişindeki adaya da küçük ama sağlam bir kale
yerleştirirler.
Osmanlı tarafında
işler kötüye gitmektedir ama her şey henüz bitmemiştir. Otuz yıl sonra Türkler
tekrar geri dönerler. Artık yolun sonu Venediklilere daha yakın gibidir.
Türkler burayı camilerle, evleriyle, insanları ile doldurmaya başlarlar.
Nisan 1821 ‘de isyan başlar. Kaledeki garnizon kuşatılır ve
15 ay direnir. 1822 ‘de şehirden Türk askeri gider. Türk sivillerden
bahsedilmiyor. Muhtemelen ellerinde çiçekler ve tüm mal varlıkları ile Türk
topraklarına gitmişlerdir. Hem de Yunan komşularının gözyaşları içindeki
“gitmeyin” yalvarışlarını kaale almaksızın. Sizi Barbar Türkler!!! Hatta Mora'da
bir Türk köyünde tüm kadın ve çocuklar uçurumdan atlayıp intihar etmişlerdi.
Yunanlıları suçlamak için hep. Yunan ordusu su tabancaları ve plastik ok atan
tüfekleri ile şaka amaçlı olarak köyleri basarken pardon misafirliğe gelmişken
üstelik. Neyse…
Döner dönmez ilk gördüğünüz yapı, belediye binası. Bu cadde
daha çok İtalyan etkisinde kalmış evleriyle dikkat çekiyor. Hatta salt Venedik
değil Sakız Adası'ndaki evleri andıran süslemeleri ile Cenevizimsi bir görünümde
yok değil.
Sintagma Meydanı'na girdiğinizde solda küçük, eski bir cami
var. Elbette ki şu an bir cami değil. Bir zamanlar burası Yunanların ilk
parlamentosu olarak kullanılmış. Sintagma
Meydanı, Arkeoloji Müzesi'nin yanı sıra çok sayıda restorana da ev sahipliği
yapmakta. Yeni yeni doluşmaya başlıyor insanlar. Yazın buralar iğne atsan yere
düşmez misali dolu olurmuş.
Sahile sapıyoruz. Zaten Sintagma'dan
iki sokak aşağısı sahil. Sahilde ise önerilen lokantaların hepsi kapalı.
İleride karlı dağlar ve Burci (Bourtzi) Adası var. Adadaki kale aslen bir
Venedik yapısı. 1400 ‘lerin sonlarında yapmaya başlamışlar. Bizimkiler 1715 ‘te
burayı alınca bu kaleyi karakol ve daha çok hapishane olarak kullanmışlar.
Tekneler 4 euroya (5 olmuş) gidiyormuş ama şu an giden bir tekne yok. Gerçi bir
balıkçı 20 euroya götüreceğini söyledi. Vazgeçtik. Aynı adamın dediğine göre
ise yılın ilk günü hele bu soğukta kim erken kalkıp da balığa gidermiş. Bense
içimden saydırıyorum, ülkenin en büyük meydanında yılbaşını kutlayan tek bir
Yunan yoktu, Monastraki ve Plaka bile gayet cansızdı.
Arkadaki dükkanlardan birine girip makarna yiyoruz. Balık
yok. Fazla bir müşteri yok içeride. Olanlar da gençten Avrupalı gezginler.
Sağlam üşümüşüz. Ara sokaklarda ve meydanda sadece soğuk vardı ama sahilde
karşı, karlı dağlardan gelen rüzgar epeyce üşümemize neden olmuştu.
Tepeye doğru ara sokaklara giriyoruz. İn cin top oynuyor.
Kışın donukluğu ve solgun renkleri her yerde. Küçük kiliseler, eski, sahipsiz
bir cami, her haliyle "ben bir Türk'ün eviydim" diyen evler. Herhangi bir Anadolu
kasabasındaki sıradan evleri andıran evlerden çok sayıda var. Zaten tepeden
bakıldığında kasabanın karakteristik özelliği kendini daha da gösteriyor.
Son olarak bir Yunan
tanıtım ve pazarlama başarısından bahsedeceğim. Komboloi Müzesi. Yunan
tarafının dediğine göre dünyada ilk ve tek. Türkçesini söyleyeyim artık. Tespih
Müzesi.
Her neyse müze kısmına giriş 3 euro. Girmedik daha doğrusu
giremedik. İçeride farklı neler var merak etmedim değil. Ama ikonik
diyebileceğimiz kalburüstü bir komboloi 15 eurodan ucuz değil. Komboloi bu
sonuçta, boru değil.
Dönüş yolunda yanımda oturan yaşlı bayan ile Türk
dizilerinden konuşuyoruz. Aslına bakarsanız teyze anlatıyor ben dinliyorum.
Kadının anlattığı dizilerin bir ikisi dışında duyduğum yok.
Atina'ya varınca terminalden otele kadar taksi tutuyorum. “Normalde bu saatte buradan geçmezdim ama
buradaki tipleri görmezsen sen buraya gelirsin” diyerek Omonya'ya bağlanan ara
sokaklardan birini dalıyor. Yanlış anlamayın, bu yol Monastraki'ye doğru giden
en kısa yol. Daha gecenin onu olmamış ama torbacılar, orospular, it kopuk
taifesinden kimi ararsanız sokağa dökülmüşler. Taksici uyarılarına devam
ediyor. “Arnavutlara dikkat et. Tek saldırmazlar.” “Zencilerle konuşma çok. Bir
şey almayacaksan hayır de, yoluna devam et” İşte otele kadar çocuğunu büyük
şehre gönderen bir baba gibi beni uyardı yol boyu. Sağ olsun.
0 Yorumlar
Yorumlarınız