Tüm gezinin
en boş şehri hangisi deseler artık “Çimkent diyebilir miyim?” diye pek
düşünmeme gerek yok sanırım. Öyle bir yer. Uyduruk bir kahvaltı ile güne
başladık. Tuvaletten gelen koku sanırım tüm şehirde mevcut. Ama soğutma
sisteminin dengesizliği anlatılır gibi değil. Çılgınca çalışan merkezi klima
donduruyor. Kapattırdığınız zaman başka biri açtırıyor ve tekrar haliyle çalışmaya
başlıyor. Türk tipi bir çözümle havalandırmayı kağıt vb ile tıkayarak kendimizi
kurtardık.
İlk önce
bir parka gittik. Lonely Planet bu parkın bizim bir nevi Miniatürk benzeri
olduğunu iddia etmekte olsa da aslında alçıdan yapılma rezil ötesi örnekler
bunlar. Hızla çıkıyoruz.
Para bozduracağım. Yer gök döviz büfesi ama istediğim miktarı bozmuyorlar. Hele ofisteki Rus kadının tepkilerine benim tepkilerim epeyce gerdi ortamı. Çok ilginçler.
Bir
parka daha gideceğiz. Şehrin en büyük parkı. Oraya kadar boş boş yürüdük. Yol
üzerinde bir marketten meyveli su aldık. Oğlan beğendi ben dilimi deydirdim
sadece. Hesapta Sayram’a gidecektik ama durdurduğum bir taksi Almatı’ya giden otobüsün
fiyatını çekince vaz geçtik.
"Sayram'a
gitmeli mi?" Bu sorunun cevabı gezginleri ikiye bölmüş. Türkler elbette ki
gitmemiş ve bu ikilimle de karşılaşmamış. İnternete baktığımda bir kesim, dini
yapılar var ve hepsi aynı derken diğer bir kesim ise mutlaka gidilmeli demekte.
Bizim için önemli olan kısmı ise Ahmet Yesevi ‘nin de hocası olan Arslan Bab
yada Arystan Bab da denilen (bizim için Aslan Baba) sufi dervişin doğduğu ve
yaşadığı ve hatta Ahmet Yesevi’yi yetiştirdiği yer olması. Burası da haliyle
camiler, mescitler ve türbeler şehri olmuş.
Park bir gelecek vaat etmiyor bize. Sadece dinleniyoruz. Yürüyoruz. Buz pisti “Muz Sarayı” diye anılıyormuş bunu görüyor keşke içinde olaydım diyorum. Bir restoranda karnımızı doyuruyoruz. Servisin inanılmaz yavaşlığı ve sırasındaki tutarsızlık sadece gülümsetiyor.
Çıkıp
yürüyoruz. Yol üzerinde bir Arbat olması lazım ama yok. Büyük hastanelerin
olduğu bir yerde oldukça büyük bir dişçiye denk geliyoruz. En zengin Türk
ülkesi neredeyse sonsuz büyüklükte bir toprağa da sahip olunca şaşırtıcı boyutlar
söz konusu olabiliyor.
Başka
bir şey yok. Kös kös otele dönerken hemen kenarda bir bakkal buluyoruz. Kadın
Kazakça konuşuyor ve biz Türkçe. Ve anlaşabiliyoruz. Anlaşmak isteyen
anlaşabiliyor.
0 Yorumlar
Yorumlarınız