Barselona bitti ve saçma sapan yürüyüşlerden de kurtulmuş olduk.
Günün hedefi Valensiya ama burada konaklama yapmadan Alikante ‘ye geçeceğiz.
Valensiya'yı önceden iyi araştırdım diyebiliriz. Hazırlıklıyım yani. Öncelikli olarak itiraf etmeliyim ki ben İspanya'yı hiç bilmiyormuşum.
Şehirden bahsedelim. Bir Roma kenti olan Valensiya 714 yılında
Müslümanların eline geçer. Arapların ilk işi şehri hamam ve camilerle donatmak
ve sulama sistemleri ile de tarlaları işlemek olur. Araplar şehrin ismini de
pek değiştirmez. Balansiyya adını alır şehir.
Müslüman dönemi 1238 ‘e dek sürer ve şehir bu yıl Hristiyanlarca geri
alınır.
Her geri alınışta yaşanan olaylar burada da söz konusudur. Yahudi ve Müslümanlar zamanla sınır dışı edilir. Elbetteki arada sırada genel nüfus kontrolü sayılabilecek katliamları hesaba katmıyorum. Camiler yıkılır ya da kiliseye çevrilir.
Şehrin ana yapılarından birisi olan katedralden eski bir cami.
Kuzey Afrika esintileri taşıyan minare de çan kulesi olmuş. Katedrale girdik.
Devasa bir mekan burası. Turistlerin gezebileceği kısımlar paralı. Girmedim ama
onun yerine çan kulesine tırmanmayı tercih ettim. (2 euro)
Burada şunu da öğrendim. İtalya'da var mı bilmiyorum, burada çan kulesindeki her çanın ayrı bir azize adandığını gördüm. Çanlar günümüze yaklaştıkça hafifleşmiş. Buradan zenginliğin İspanya'da nasıl da azaldığını anlamak mümkün oluyor.
Aşağı inip beni bekleyen eşimle buluşarak “horçata” (orxata yazıyor)içecek bir yerler arıyoruz.
İnternette bahsedilen pastaneden bir bardak alıp içiyoruz. (3,5 euro) Gerçekten insanı serinleten, hoş bir içecek.
Detayına ileri de gireceğim.
Burada kurulu süslemelerden bahsediyor. Bizden bir hafta önce
şehrin yortusunda şehrin mahallelerinde akşam bunların nasıl yakıldığını
anlatıyor bize. Eğlenceli olabilirdi. Burada daha fazla durmayarak şehrin
kapılarından birine geliyoruz. Eski Roma Surları önce Araplar sonrasında da
Hristiyanlar tarafından geliştirilmiş. Şimdiki hali 1460 ‘lı yıllarda inşa
edilmiş. Kapısında halen geçmiş yılların kuşatma izleri görülebilmekte. Kapıya
çıkış ise ücretsiz.
Sonunda “Sanat ve Bilim Şehri”ne ulaştık. Burası şehrin eski
sanayi kısmı. Zaten yıkılan fabrikalardan günümüze gelen bacalarından bunu
anlamak mümkün. Buraya devasa yapılar yapmışlar.
Bunlardan biri devasa bir göze benzeyen, 98 yapımı L’Hemisferik. İçinde bir sinema ve planetaryum varmış. Lazeryum diye bir şey daha varmış ama nedir bilmiyorum daha önceden böyle bir şey hiç duymadım. Oşinografi binası ise önünden baktığınızda ağzını açmış bir köpekbalığını andıran bir yapı. Ve bunların hepsinde kullanılan ana malzeme ise çelik. İnanılmaz boyutta çelik inşaatlarda kullanılmış. Devasa akvaryumunu da unutmamalı.
Burada indik. Yapıların arasındaki boşluklara iki tane de sığ
havuz yerleştirmişler. Bunlarda gezi tekneleri gezebilmekte.
“Muchos grasias mi signora ” dan ibaret İspanyolcam ve vücut dilim sayesinde satıcı teyzeyle hemen bir kontak kurduk. Kadıncağız bana orçatayı anlatan bir broşür verdi. Buna göre orçata bizimkilerin dediği gibi yerelmasından değil de Türkçesi olmayan “tiger nut” diye bir şeyden yapılmakta. Yer altında yetişen bir şey olduğu için kendine ait bir şekeri var. Tiger nut dünyanın pek çok yerinde yetişiyor ve orçata da İspanyol kültürünün yerleştiği her yerde bilinir, yapılır bir şey olsa da orçatanın vatanı Valensiya kabul ediliyor.
Rivayete göre İspanyol kralı buraya geldiğinde hararetini alacak
bir içecek ister. Küçük bir kız gelir kralın yanına ve bir bardak orçata verir.
Orçatanın tarihçesi için bu anlatılıyor.
Kadın, eliyle sindirime faydalı olduğunu gösterir bir işaret yapıp
ikinci bir bardağı öneriyor. Ben de aynı hareketi yapıp “mi normal” diyorum.
Sonra havayı işaret edip “sekundo orçata” deyip aynı hareketi yapıp zıplıyorum.
Kadın kahkahalarla gülüp ikinci bir bardağı daha veriyor. Müesseseden bu. Gerçi
benim reklamım ile epeyce bir satış yaptı ayak üstü. En sonunda vedalaşırken
orçata yapımımda kullanılan tiger nuts tohumlarından bir torba veriyor bana. Bu
leblebiyi andıran tohumlar ne yazık ki İstanbul'a gelene dek küflendi ve atıldı.
Gene yollardayız. Geceleyeceğimiz Alikante'ye doğru gidiyoruz. 1246
yılında İspanyollar'ın Arapların elinden aldığı Alikante turistik bir yerleşim. Dolayısıyla
gittiğimiz zamanda bir hareket yoktu. Buna karşın iki yüzyılda anca bitirilen
ve gördüğüm en sade facadeli katedrallerden Santa Maria ‘yı görüp sokaklarında
kaybolmayı tercih ettik. Gruptan bir abimiz verdiğim harita ile şehre tepeden
bakan Santa Barbara kalesine gitti. Dediğine göre manzarası çok iyiymiş.
İnternetteki fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla Alikante de turizmin avcunda can
çekişmekte olduğu için Akdeniz’in mavisi ve beton rengi arasında gidip gelen
bir şehir. Bu nedenle gün batımı sırasında göze güzel görünme şansı var kaleden
bakıldığında.
Aslında şehrin tek kalesi burası değil. Türk korsanlar tarafından
defalarca şehir vurulduğu için üç, dört kale daha inşa edilmiş çeşitli
tepelere. Kaleler korsanların karada ilerlemesini engellerken korsanlar da
şehrin deniz ticaretini kestikleri için gelişimini de engellemişler.
Biz ara sokaklara geri döndük. Alikante'nin de tıpkı Malaga gibi
dondurmaları meşhur. Ama dondurmadan önce ne yiyelim sorusunun cevabını bulduk.
“Paella”. Ne de olsa Paella Valensiya'nın meşhur yemeği, Alikante de uzak
sayılmaz deyip derli toplu bir restorana girdik.
Paella kabaca şu şekilde adlandırılabilir. Kısır yapılan bulgur
üzerine her ne ile yapılıyorsa – misal biz deniz ürünlü yedik ve akla
gelebilecek türlü deniz canlısı ile dolu bir tabak geldi – ondan bir ton
yerleştirdiğinizde paella yapmış oluyorsunuz. Eşim sangria içti. Ucundan
tattım. Tıpkı kardeşimin dediği gibi meyve oranı fazla olan bir meyve şarabı.
Hatta bizim Şirince Şarapları bile bunun yanında ağır alkollü olarak
nitelendirilebilir.
Paella sipariş verirken şunu hatırlatayım. Paellalar genelde iki
kişilik servis ediliyor ama belirtilen fiyatlar hep tek kişilik. Yaklaşık
fiyatlar adam başı 12-15 euro aralığında. Ama size gelen tabak işkembenizi tıka
basa doldurmanıza yetecek kadar büyük. Dondurmaya yer kalmadı. Halbuki yer
açabilmek için epey bir yol yürüdük ara sokaklarda.
0 Yorumlar
Yorumlarınız