Takip Et

8/recent/ticker-posts

Likya Turu : Genel Bilgiler

Fiyatlar 2006 Ağustos 'una aittir.

Türkiye içerisinde en azından turistik açıdan canlı dönemlerde kültür turlarının arasında mutlaka Likya turu adında bir tur ile karşılaşırsınız. Ben de katıldığım bir Likya turunu elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım.

Likya turları yöre olarak Muğla'da Fethiye merkezli bir alana denk gelir. Likyalılar Anadolu'nun en eski halklarından olup Yunan asıllı halklardan kendilerine özgün alfabe, dil, kültür gibi unsurlarla farklı kalmıştır. Bağımsızlıklarına düşkün olan bu halk ülkelerini istila eden güçlere karşı daima savaşmış, direnç göstermiştir. Pers yada Roma yönetiminde bile olabildiğince başına buyruk davranmıştır. Likyalılar ile ilgili olarak bulabildiğim  verileri sıralayayım size.

Güneybatı Anadolu'da, Teke Yarımadası denilen bölgede, Helenistik olmayan özgün bir kültüre sahip, başkenti Xanthos olan bağımsızlık ve demokrasi anlayışları ölümüne olan bir medeniyettir Likya medeniyeti. Piramitlerden sonra en önemli tarih hazinelerinden olan kaya mezarları, şehirler konfederasyonunu tarihte ilk defa uygulayan medeniyet olmalarıyla ABD anayasasına örnek oluşları, özgürlüklerini kaybetmektense ölmeyi seçen halkı (Xanthos'da, Pers istilasında bu şehrin halkı önce karılarıyla çocuklarını öldürüyorlar sonra da intihar ediyorlar ama teslim olmuyorlar. ) ile bugünkü Antalya Köyceğiz arasında kalan alanda kurulmuştur. Anadolunun güneybatı ucunda  , Karya ve Pamfilya arasında bulunan dağlık bölgededir. Herodot, halkının doğrudan Giritten gelenler olduğunu anlatır. Bu insanlara o zamanlar Termilae denmekteydi, Likyalılar denmesi Pandion oglu Atinalı Lycus`dan ileri gelir. Böyle der Herodot. Aslında, bu ad Hitit kaynaklarında da sözedilen Lukka kavminden türemiştir. Öte yandan Termilae kelimesi, trmmili biçimiyle İÖ. 4. yy. yazıtlarında da karsımıza cıkar.

Likyalilar, Priamos ‘un müttefiği olarak Troia savaşı 'nda da çarpışmışlardır. O dönemde bile, bugün klasik Likya diye andığımız bölgeye yerleşmişlerdi. Komutanları Sarpedon ve Glaukusun ise, savaşta gösterdikleri yiğitlikten ötürü Xanthos vadisi 'nde arazi ile ödüllendirildikleri söylenir.

İÖ 546 yılında bölge
Pers istilasına uğrar. Aristokratik kültürdeki, sanattaki Pers etkisi bu dönemde alır başını gider. Likyalılar İÖ 480 yılında Xerxesin kıta Yunanistan 'a yaptığı saldırıda gemileriyle Perslerin yanında yer alır. Yenilgi sonrası ise, Atina imparatorluğu 'na dahil olurlar.  Ancak kısa süre sonra yeniden Pers etkisine girerler.  i.ö. 4. yy.da satraplık sistemiyle idare edilirler. Bunlardan en önemlisi olan Periklesin sarayının Limyrada olduğu düşünülür.   

Bölge bir dönem
Mausolos idaresine girer, ardından İskendere  bağlanır, sonra da Ptolemaiuslara devrolur.

İÖ 197 yılında 3. Antiochus tarafından alınır. Fakat 189 yılındaki
Magnesia savaşından sonra Romalılar tarafından Rodosa verilir. Likyalılar bu duruma siddetle tepki verirler  ve İÖ 169 yılında özgürlüklerine kavuşurlar. Yoğun bir roma etkisi altında yaşamış olsalar da (İÖ 2. yy.da Xanthosa tanrıça roma kültü gelir),  i.s. 43 yılına dek özgür kalırlar.  Bu yıl, yeni bir roma eyaleti oluşturmak amacıyla bölge Pisidia (tamamı degil) ve Pamfilya ile birleşir.

Halkından basedersek, Lykia ‘nın küçük toplulukları arasında olağanüstü bir işbirliği, uyum vardı.   Pers idaresi altındayken bile (i.ö. 4. yy.), pek çok kentin kendi adına bastığı sikkelerde triskelion motifi ile karşılaşırız. Hellenistik devirde, belki de İÖ 200 'den bile önce bir konfederasyon kurulmuştu bölgede. Doğu 'da bulunan Phaselis ve Olympos gibi kentler bu dönemde bölgeye dahil olmuş; İÖ 83 yılında ise Kibyratis ‘in üç kentide katılmıştır.

Federal konsülde kentler boyutlarına ve önemlerine doğru orantılı oy hakkına sahiptiler.  Hellenistik dönem içinde toplantılarda üç oya sahip, lider konumdaki Likya kentleri şunlardı: Xanthos, Patara, Pınara, Tlos, Myra, ve Olympos. (Tüm Likya şehirleri; Tlos, Cadianda, Xanthos, Pinara, Kaunos, Patara, OlymposKarmylassos, Telmessos’dur.)

Dil ve yazıları İÖ 4. yy. sonuna kadar korunmuştur. Bu dönemde
Yunanca yerleşir. Oysa önceki asırda beraber kullanım görmüştür her iki dil. Özellikle mezar mimarisinde yerli   kültür kendini bariz belli etmektedir.

Roma imparatorluğu idaresi altında, Vespasyan 
dönemi 'nde çıkartılan Lex provinciae ile yönetilmiştir. i.s. 2. yy.da Rhodiapolisli bir cömert zengin olan Opramoas ile başka bağışseverler sayesinde   inşa faaliyetleri görülür.

Verimli-ekilebilir toprakların kısıtlı oluşu ve nüfusun az olması, Likya ' nın hiç bir zaman
Karia, Pamfilya ve hatta Pisidia kadar ekonomik refaha kavuşamamasına vesiledir. Likya kelime anlamı olarak güneş ülkesi, ışık ülkesi olarak adlandırılabilir.

Ne kadar doğrudur bilemediğim üç rivayetide sizinle paylaşacağım. Ne yazık ki doğrudur yada yanlıştır diyemiyorum. İlki, Likya adı, BM nin genel merkezinde giriş kapısının yan tarafında yazılı bulunmaktadır. Diğeri, Likya federasyonu devletleri Hititler ile birlikte Kadeş savaşına katılmışlar ve bu savaştan sonra yapılan ilk yazılı antlaşmada onlarında isimleri geçmiştir . Sonuncusu ise linguistik bir konu da , sahip oldukları dil İskender ‘in buraya gelişiyle yok olmuştur... Likya dilinin çok küçük bir kısmı çözülebilmiştir... Lycee kelimesinin bu uygarlıktan esinlenerek türetildiği söylenmektedir...

İstanbuldan kalkan turlar, Bilecik-Afyon-Burdur yolunu izleyerek Fethiyeye varır. Biri Bursada diğeri Afyonda olmak üzere genelde iki-üç mola verilmekte. Yollar oldukça iyi. Zaten yolda fazla bir rahatsızlık hissetmiyorsunuz.

 Fethiye:


 Bir gün mutlaka Fethiye içerisinde kullanılmalı. Antik Telmessos kentini de icinde saklayan Fethiye ilcesi, Fethiye körfezi 'nin dogusunda, Fethiye ovası 'nın güneybatısında yer alır. İzmir-Muğla üzerinden gelerek Antalya 'ya ulaşan kıyı yolu 1 km doğusundan geçer. Bu yolla il merkezi Muğla 'ya uzaklığı yaklaşık 130 km 'dir. Fethiye pek çok önemli deprem geçirmiştir. 1856 ve 1957 yıllarındaki depremlerde kent neredeyse tamamen yıkılmıştır. Tekrar inşa edilen Fethiye 'de şu an modern bir liman vardir.

Bugünkü Fethiye kenti yakınlarındaki Belen 'de,İÖ 3000 'lerde kurulduğu sanılan antik Telmessos kenti, Lykia'nın Karia sınırında yer alıyordu. Uzun bir süre Lykia 'ya karşi bağımsızlığını  koruduktan sonra, İÖ 6. yy ortalarında Pers egemenliğine girdi. İÖ 5. yy'da Delos birliği 'ne, İÖ 362'de de Lykia 'ya katıldı. Ardından Karia kralı Mausolos 'un eline geçti. İÖ 333 'te yöreye gelen İskender 'in egemenliğini Selevkoslar 'ın yönetimi izledi. İÖ 3. yy sonlarında Mısır 'daki Lagos hanedanına bağlandi. İÖ 188 'de Pergamon (bergama) krallığı 'nin egemenliğine girdi. Pergamon krallıgı'nın İÖ 133 'te yıkılmasından sonra kısa bir süre bağımsız kaldı ve Rodos 'la işbirliği yaparak Pontus kralı Mithradates 'e karşı koydu. Daha sonra roma ve bizans yonetiminde  de yaşadı. İS 8. yy'da Anastasiuopolis, 9. yy'dan sonra da Makri adıyla anılmaya başlandı. 1284 'te Menteşeogulları 'nın yönetimi altına girdi; 1424 'te Osmanlı topraklarına katıldı. Zamanla Megri 'ye donuşen adı, 1913 'te uçağı düşen ilk hava şehitlerinden Fethi Bey 'in anısına Fethiye olarak değiştirildi. 19. yy sonlarında Aydın vilayetinin Menteşe sancağına bağlı bir kaza merkezi olan Fethiye, 1919 'dan 1921'e değin İtalyan işgali altında kaldı.

İlçe, Muğla ‘nın diğer ilçelerinden olan Bodrum ve Marmaristen yapı, turist tipi unsurlar açısından karşılaştırıldığında oldukça farklı. Fethiye, diğerlerine nazaran daha usturuplu, ağırbaşlı bir yerleşim. Yerli halk özelliklede esnaf  içerisinde pek çok yörede insanların canını sıkan yapışkan üslup mevcut değil, aksine satışlarda ellerindeki malların kusurları varsa bunu dile getirip sizi uyarıyorlar. Örneğin herhangi bir çayhanede eğer çay demli yada taze değilse size çay servisi yapılmamakta. Müşteriye değil gönüllere servis yapılıyor dense yeridir. Belki bir bardak çay az satıyorsa da dürüst esnaflıklarıyla iki dünyalığını da çıkarmayı başarıyor gibi görünüyorlar. Öte yandan yaşamın yadsınamaz ilkesi etki-tepki burada da ortaya çıkıyor. Diğer yörelere doluşan çılgın turist kitlesi ile karşılaşmak Fethiyede pekte mümkün bir durum değil. Bodrumdaki gibi  aşırı çıplaklıktan dolayı insandan bıkma hissinin uzağından bile geçmiyorsunuz. Ama yinede yirmi küsur yıl önce geldiğim Fethiye ile  günümüz Fethiyesi arasında büyük farklar olduğunu söylemeliyim.

 İlçede pek çok süpermarket mevcut ve fiyatlar büyük şehirlerle kıyaslandığında oldukçada hesaplı. Gima ‘yı hararetle öneririm. Özellikle yöresel firmaların ürettiği ayranların lezzetini Türkçe gibi kuvvetli bir dille bile anlatabilmek çok zor. İstanbulda bulamamamız büyük kayıp.

Kabataslak anlatmak gerekirse Fethiye kapalı bir koyun önüne kurulmuş. İlçe özellikle Amintas kaya mezarının denizden bakıldığında sağında kalan kaleden oldukça net görünmekte. Kale eski çağlardan kalma. Yöreyi ele geçiren herkes tarafından kullanılmış. Ama en aktif kullananlar St.John şövalyeleri olarakta bilinen hospitaller. Kaleye çıkış için fazla yorulmuyorsunuz. Mahalle aralarından çıkınca hemen duvarları tırmanmaya çalışmayın.Yol zaten sizi kaleye götürecek şekilde uzanmakta. Eğer yolu izlemezde tırmanmaya kalkarsanız çıkamayacağınız kayalardan birde binbir güçlükle inmeye çalışacaksınız. (Ben yaptım oradan biliyorum) Kalenin içinde günümüze kalan bir iki duvar dışında bir şey yok.Ama panoramik bir Fethiye fotoğrafı için biçilmiş kaftan. Ama bunun için sabahın erken saatlerini yada gün batımını tavsiye ederim. Yoksa güneş sizi acımasızca kavuracak. Kalenin üzerinde durduğu kayalıklarda bile mezarların olduğunu eklemeliyim.

 simgelerinden biriside Amintas kaya mezarı. Fethiye ile ilgili tüm kartpostallarda neredeyse görebildiğiniz mezarların sahibi Amintas ‘ın bir kral mı yoksa asker mi olduğu hala bilinmemekte. Ama Fethiye ‘nin en bilinen eseri olduğunun altını çizmek lazım. Şu an koruma altında ve girişte 5 YTL alınsa da içeride kesif bir sidik kokusu ve türlü içki markasının şişelerine ait cam kırıkları var. Mezarın içi oldukça büyük. Haçlı seferleri sırasında pek çok mezar gibi buda yağmalanmış. Likya kaya mezarları içinde bazı tespitlerim var. Kaya mezarları genellikle ion düzeninde iki sütun, bir arşitrav ve alınlık içermekte. Sütunlu bölümün arkasında kaya bloğunun oyularak derinleştirildiği iç cephe, mezar odasına girişi sağlayan anıtsal bir kapı ile içeri açılıyor. Mezar odasında da ölülerin yatırıldığı ve armağanların bırakıldığı taş sedirlerden oluşan sade mekanlar var. Kaya mezarlarını da genelde denize bakan yüksek tepelere yapmışlar. Bunun nedeni, ölülerin ruhlarının harpyalar tarafından denize götürüleceği inancıdır. Zaten yöreyi uzun süre askeri ve kültürel açıdan ellerinde tutan Romalıların mezar taşlarıyla karşılaştırırsanız roma mezarlarinin üst kisminin üçgen prizma seklinde olmasi, likya mezarlarinin ise daha yuvarlak hatli ve ust kisminda bir serit olmasidir (ters bir tekne seklinde). Bu ters tekne seklindeki mezar, ilk zamanlarda olulerin ustune tekne örttükleri daha sonra ise bu tekneyle oluleri kapama rituelinin anitsal bir mezara donusmesi seklinde yorumlanabilir   

Sahil yolunu takip ederseniz amfitiyatroya varıyorsunuz. Çocukken geldiğimizde yoktu. Aradaki zamanda bir sel üzerindeki toprağı taşıyarak tiyatroyu gün ışığına çıkartmış. Pek emin değilim ama Roma döneminden kaldığını söyleyebilirim. Arap akınları sırasında büyük hasar görmüş ve zamanla unutulmuş. Güzel bir yapı,kimi mermerlerde  Roma dönemi süslemeler mevcut.

 Fethiyenin müzesi de meşhur. Gezilmesini öneririm. Ayrıca Fethiye civarında pek çok kaya mezarı mevcut. Yeterki dikkatlice bakılsın.

 Şahsi görüşüm sabah erkenden kale , kral mezarı ve amfitiyatro görülmeli. Öğle yemeğinden sonra müze gezisi ve alışveriş yapılması kafi. Fethiye ‘nin özellikle çam balı meşhur. Oradan ver elini Ölüdeniz.


 Ölüdeniz:

 Fethiyeden kalkan ve tıngır mıngır giden minibüsle adam başı 4-5 YTL ödeyebileceğiniz gibi taksiylede 40 YTL ödeyerek ulaşabilirsiniz.(Bu nedenle önceden taksiciyle anlaşmakta fayda var. )

Kara ile açık deniz arasında mevcut bir kıstak Ölüdeniz ‘i oluşturmuş. Fethiye 'ye 12 km uzaklıkta yurdumuz harikalarından biri. Hakkında birden fazla efsane var, bunlardan en gerçekçi olan iki tanesinin de senaryosu birbirine benzemektedir. Birinci hikayede kız ve erkek arkadaşı olan prens fırtınaya yakalanır, şimdilerde belcekız denilen yere kadar gelebilirler ama erkek suya düşerek ölür, bir süre sonra ölüdeniz adını veren koya giren tekne sığ sularda durulunca kız bu durumdan dolayı intihar eder, ikinci hikayede ise, kral ve oğlu yine fırtınaya yakalanır, oğlu ölüdeniz ‘in olduğu yerde fırtına olmadığını söyler, babası geminin oraya gitmesini ister, ama yine belcekız kısmında sular durgun olmadığı için babası oğlunun kafasını keser ve öldürür.

Açık deniz kısmı oldukça dalgalı ve aniden derinleşmekte. Dikkatli olmakta fayda var. Plajda şezlong paralı ama kumlar inanılmaz derecede sıcak olduğu için elzem.

 Ölüdeniz kısmı ise oldukça sıcak ve sığ. Öyle ki çocuklar ve iyi yüzemeyenler veya su ile sadece eğlenmek için girenler için bir cennet.

 Açık deniz tarafında sol tarafta yer alan  Babadağ yamaç paraşütü sporu için dünya çapında bir üne sahip. Atlayış fiyatları 50 ila 100 YTL arasında değişmekte. İlk atlayışlar mutlaka yanınızda birisiyle yapılmakta.


 Kayaköy:

Ölüdeniz hep gidilesi bir yer. Ama bir günde mutlaka Kayaköy ‘e uğramalısınız. Mimari yapısı, dar sokakları, kiliseleri ve doğasiyla etkileyici bir atmosferi olan kayaköy, eski bir rum köyü. Fethiye 'den Öludenizn'e giderken, Hisarönü  tatil beldesine geldiğinizde karymlassos tabelasını izleyin. Beş kilometrelik bir yolun sonunda, dik bir yamacı boydan boya kaplayan evlerin kalıntılarıyla karşılaşacaksınız. Biri diğerinin güneşini kesmeden , birbirine saygı duyarak sıralanan bu taş yapılar, yörenin ilginç tarihsel dokusunu olusturuyor. Kayaköy 'deki ilk izler, antik Llikya uygarlığının karymlassos kentine ait. Kayaköy, kimi kaynaklara göre 11. yüzyılda, kimilerine göre ise 14. yüzyılda bölgede yaşayan rumlar tarafından Likya uygarlığının kalıntılari üzerine kuruluyor. Evliya Çelebi 'nin seyahatnamesinde de sözu geçen ve rumca ismi levissi olan kayaköy 'ün, 20. yuzyılın başına kadar zengin bir kent olarak yaşamini sürdürdüğü biliniyor. 1912 yılında 6500 kişilik nüfusa ulaştığı bilinen köy, kilise, eczane, hastane ve hekimleri, okulları, postanesi ve zanaat atölyeleri ile yörenin en büyük sosyal ve ticaret merkezi konumundaydı. Aynı zamanda bir basımevi de bulunan köyde, tüm güney ege 'nin en güçlü gazetesi olan "karya" çıkartılıyordu. Burada kaçakçılık yapıyorlarmış denilsede Osmanlı döneminde , Topkapı sarayında bulunan bir belgede bu kente bir bilim adamının saray tarafından gönderilmiş olduğu görülmektedir. İstanbul Fethiye arasında ki mesafenin 800 km civarı olduğu düşünülürse kentin önemli bir kent olduğu anlaşılmaktadır. Köy [ya da kent] tamamen kayaların üzerine kurulmuştur. Halkıi demircilik, oymacılık, kilim dokuma gibi el sanatlarında gelişmiştir. Kıbrıs fethedilmeden önce; Osmanlı donanmasının bir kısmının sefer öncesi kışı bu kentin arkasında ki koyda geçirdiği bilinmektedir.

Genel olarak köyü tanımlamamız gerekirse  terk edilen kentte herbiri 50 m2 den büyük olmayan ve manzara ve ışık açısından birbirinin önünü kapatmayan, alt katları kiler olarak kullanılan, ikişer katlı, girişte çatıdaki yağmur sularının toplandığı zemin altı sarnıçlarının olduğu 350-400 konut bulunmaktadır. Konutların arasına serpiştirilmis çok sayıda sapel, iki büyük kilise, bir okul binasi ve bir gümrük binasi ile görülmeye değer bir yerdir.

Ama inanılmaz ilginçliklere sahip. Mübadeleden sonra en son terk edilen köy burası. Terk ediliş 30 lu yılları bulmuş.Her ne kadar köy girişinde buraya Batı Trakya ‘dan getirilen Türklerin yerleştirildiği yazsa da Lozan anlaşmasıyla Batı Trakya Türkleri ve İstanbul Rumlarının muaf tutulduğunu biliyoruz. Belki Karasu ötesindeki Kavala ‘ya yakın köylerden bahsediliyor olabilir. Batı Trakya Türklerine ait cemiyetlerden de bu konuyla ilgili bana bir cevap gelmedi.

Köyün haklıda Yunanistan'da pek tutunamamış, sevilmemiş. Onlar da kendi birliklerini koruyarak izole bir halk olarak bir adada yaşamayı tercih etmişler. Değişik inanışlarından bahsedilmekte. Bu durum, Türkiye ‘den gelen Rumlara gösterilen standart tepkinin yanı sıra artı bir dışlama vesilesi olmuş.

Şöyle açıklamaya çalışayım; rum köyleri genelde halkları denizci tüccarlar olduğu için denize dönük olarak kurulmuştur. Halbuki bu köyde tek bir ev bile denizi görmemektedir. Tepede mevcut olan gözetleme kuleleri denizi değil karayı gözler durur. Gerçi tepede denizi gören şapellerde yok değil. Ama bu tip dini yapıların adalarda olduğu gibi askeri amaçlı olarakta kullanıldığını unutmamalı. Zaten bir rivayete göre tepedeki şapellerde rahip kimlikli bir adam, gemilerin geldiğini görüp köye haber verirmiş. Köylüler de malları gemiye taşırlarmış.

Köyün mezarlığı da yok. Cesetler geçici mezarlar çıkartılıp şarapta, kemikler etlerinden ayrılana dek tutulmaktaymış. Daha sonra kemikler köy girişindeki kilisenin (panayia pirgiotissa kilisesi ) avlusunda bulunan bir odacıkta saklanmakta. Günümüzde de görünebilir durumda bulunan kemikler var. (Daha sonra bunun İstanbul Rumlarında da yapılan bir ritüel olduğunu okudum. Ama detaya inemedim, sadece asil ailelerin uyguladığını gördüm) Gelelim kiliseye; Büyük oranda ayakta olan kilise, yakın çağa kadar kullanılmıştır. Kuzey yöndeki kapının ahşap olan orijinal kanatları, halen Fethiye müzesi 'nde sergilenmektedir. Hz. İsa ve 12 havarisinin fresklerinin büyük bir bölümü korunmuş durumdadır. Bölgede bu kiliseye aşağı kilise de denir.

Üstteki kilise nispeten daha yeni bir kilise. Taşlardaki saçma sapan bir şekil rehberlerce cin olarak nitelendiriliyor. Her iki kilisede hazine avcılarınca delik deşik edilmiş.

 Kayaköy üzerine son söz…

Günümüzde Kayaköy, Türk -Yunan ilişkilerinin düzelmesi umuduyla, Türk ve Yunan girişimciler sayesinde barış ve dostluk köyü sıfatını kazanmıştır. 90lı yıllardakı restorasyon calışmalarında aşağı kilise dediğimiz 18 inci yüzyıldan kalma kilise ve bazı evlerin restore calışmaları tamamen gönüllü kişiler ve devletin katkılarıyla yapılmıştır. Ancak bu çalışmalar bölgede yaşamış olan insanların anılarına saygı için her yapıya uygulanmamış, onlardan bize kalanlarında aynı şeklıyle korunması amaçlanmıştır.

Köy Türklerin veya Yunanlıların olduğu kadar diğer insanlarında ilgisini çekmektedir. Burada yaşayan yabancı uyruklu kişiler içinde bohem olayını seçen ressam ve müzisyenlere rastlanmaktadır. Bazı evler sahipleri bulunup, şahıslar tarafından satın alınmış, evlerin tarihi dokusu bozulmadan aynı şekilleriyle yenilenmiştir, bazılari ise yunanistandan göç eden ailelerce başkalarına satılmış, ahır olarak kullanılmaktadır.

Fotoğrafçılara son söz.

Mart - Nisan arası özellikle sabah saat 7-8 arası evlerin arasından yükselen sis   sayesinde çok güzel fotoğraflar çekilecek yer denmekte.

Dalyan ve İztuzu Plajı

 Yörenin en ilginç yerlerinden biriside Dalyan ve İztuzu plajı. Dalyan geniş sazlıklarla kaplı bir sazlık. Köyceğiz gölünün denize ulaşmaya çalıştığı alanı kapsamakta. Özellikle  yukarıdan çekilen fotoğrafları oldukça göz okşamakta. Sazlığı detaylıca inceledim. Sazlar, sanki yüzlerce yıl üst üste birikmekten birikmiş saz adalarının üzerinde yetişmiş gibi. Derinliği Tanrı bilir ama girip tek bir kulaç bile atmam. Sazlar suyun yarım metre kadar altında kaldırım taşı benzeri nesnelere ulaşmakta.

Dalyan pek çok balık ve kuş türüne ev sahipliği yaptığı gibi ender bulunan caretta caretta ve nil kaplumbağalarına da yataklık etmekte. Gittiğimiz dönem carettalar için uygunsuzdu öte yandan olanca dikkatimi vermeme rağmen nil kaplumbağası da göremedim.

Dalyan'da İztuzu plajına giderken  sağınızda antik Kaunos kentinin kaya mezarlarına rastlıyorsunuz. Amintasla kıyaslandığında daha görkemli ve daha sarp yamaçlara kurulmuş durumdalar. Kaunos Likyayı oluşturan sitelerden birisi. Hikayesi oldukça ilginç. Kralın kızı ve oğlu birbirine aşık olur , kral bu aşktan vazgeçmesi için oğlunu uyarır, kızını sürgüne gönderir .Oğlan kendi adamlarıyla beraber babasından ayrılarak buraya gelip kendi şehrini kurar ama kardeşiylede bir daha görüşmez. Kızda intihar eder.(Bunun bir benzeri de yunan mitolojisinde var.)

Geçenlerde Kaunos için TRT2 de bir belgesel yayınlandı. Kıyıdan pek bir şey görünmese de büyük bir şehir var. Civardaki bir hapishanenin tutukluları şehrin kazılarında çalıştırılmakta. İlginçtir, mahkumlar çalışmaları aşırı derecede sahiplenmişler. Bu çalışmaların yarattığı hava hepsinde geçmişteki hatalarına karşı bir pişmanlık oluşturmuş, ders almalarını sağlamış. Ülkemizin tanıtılması, gelmiş geçmiş kültürlerin halkımıza tanıtılması çok gerekli bir olgu.

 

Kaunos'un tam karşısında sazlıkların ortasında üzerinde ağaçlar olan bir kayalık var. Bir dahaki gelişimin hedeflerinden birisi de burası.

 Dalyan'da gün içinde gidebileceğiniz yerlerin sayısı çok fazla değil. Ya İztuzu plajına gidebilirsiniz, ya da çamur banyosuna. Çamur banyosu için tek ulaşım imkanınız teknelerken, iztuzuna karadan ve denizden ulaşmanız mümkün. Karadan yaklaşık 6 km'lik bir yol ile ulaştığınız plajın gökbel diye de anılan diğer ucu. Burada 3 milyon giriş ödeyerek arabanızı park edip denizin tadını çıkartıyorsunuz. ( dalyandan kalkan dolmuşlarla da gelmek mümkün. ) .Tekne ile gitmek isterseniz 4 milyona gidiş / dönüş bilet almanız mümkün. Bu durumda tekneler sizi plajın bitiş noktası olan  Delikli ada ve Dalyan girişi kısmına bırakıyor. Dönüş ise akşam 7 ‘ye kadar gene dolmuş tekneler ile yapılıyor. Günlük tekne turları ise 2 ana güzergaha yapılıyor. birisi çamur banyosu -Kaunos kalıntıları- İztuzu plajı, diğeri ise Göçek koyuna dek uzanan açık deniz turu dedikleri tur

Rivayettir, Humphrey Bogard ‘in unlu the African Queen filminin bir kismi bu deltada cekilmiş. Bir daha ki sefere dikkatli seyredeceğim. :)

 İztuzu plajına teknelerle 35-40 dakikada ulaşabilmektesiniz.

 

İztuzu plajı meşhur caretta caretta kaplumbağlarının yumurtlama mekanı. Ama gözünüzde canlandırmak için şu şekilde tarif edeyim. Yaklaşık 5 km. boyunca uzanan bir sahili vardır. Denizi tamamen kumdur ve derinleşmesi 30-50 m. arası bir mesafede olur. Öte yandan Köyceğiz gölü de kumluk ama öyle bir tezat ki, çok hızlı derinleşiyor. Kıyıdan 5 m. açıldığınızda su sanki dik bir yokuşun üstünde gibi hissediyorsunuz. Açılmamakta fayda var. Buradaki güzel bir uygulama da plajda bir ambulans, acil yardım teknesi ve sağlık ocağı binasının bulunması.

Plajın hemen arka tarafında bulunan gölün kurumaması için ufak bir kanal açılarak dalgalar ile gelen suyun buraya akması sağlanmış.

 Plaj popülasyonunu özellikle eski doğu bloku ülkelerinin hatunları oluşturmakta. Özellikle rus bayanlar fark ediliyor yada bir şekilde kendilerini fark ettiriyorlar J

 Kumsal harika. Kısacık sürede harika kaleler yaptım.

 Saklıkent ve Yakakent:

 Saklıkent Muğla ile Antalya arasında uzanan sarp bir kanyondur. Fethiyeye yaklaşık 30 km uzaklıktadır. Bulunalı pek olmamış. Boydan boya geçen ekiplerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. İlk geçen ekip Atlas dergisinin. Bulunuşu 80'lerin başındadır.çoban otlattığı keçi koyun türü küçükbaşı kaybeder. Hayvanları en sonunda bu kanyonda bulabilmiştir. Çoban ağabeyimiz zamanla otel vb de yapsa yine bir rivayetle karanlık kişilerce korkutulmuş ve yöreden uzaklaştırılmıştır.

Etrafında alabalık ve açık büfe yiyecek hizmeti veren yerler var. Akarsuyun üzerindeki çardaklara kurulup afiyetle yemeğinizi yiyebiliyorsunuz. Ücret 10 YTL. Yemeğin güzel olduğunu iddia edemeyeceğim ama ambiyans gerçekten harika.

 Gelelim kanyona, gözünüzün önüne yamaca bitişik 1 m.eninde bir köprüden bir kıyıya geldiğinizi canlandırın. Kıyının hemen yanında gürül gürül adeta patlayarak çıkan buz gibi bir su var. Buz gibi lafı abartı değil, kendime bu konuda çok güvenmeme rağmen ayaklarımı bir müddet hissedemedim. İlkbaharda dağlardaki karlar eridiğinde su nasılda soğuktur, nede hızlı akıyordur kim bilir.

 Akılsız başın cezasını yine ayaklar çekti. Terlik getirmemiştim. O nedenle annemin 36 numara, turuncu terliklerini 41 numara ayaklarıma geçirdim. Ayağı saran sandaletler ile girmeniz iyi olacaktır. Gerçi ayakkabı vb kiralıyorlar ama mantar hastalığını başka yerlerde de kapabilirsiniz, acele etmenize gerek yok. Kanyon başlangıcına dek giden su içindeki ilk aşamada taşlar kaygan. Fotoğraf makinanıza dikkat etmelisiniz. Akıntı, soğuk ve kaygan taşlar sizi oldukça zorlayacak.

Kıyıya vardıktan sonrası kolay. Sarp yamaçların arasında kalan bir yarıktan yürüyorsunuz. Baseninize değin gelen bir su ve bir yükseltiye dek sorunsuzca ilerleyebilirsiniz.

 Yakakent ise turların son gününe saklanmakta. Son gün burada oyalanıp gününüz öldürülmekte. Yakakente çıkmak için Tlos antik kentinin yanından geçiyorsunuz. Tlosta heybetli bir kent. Savunulması da Telmessos ‘a (günümüz Fethiyesine ) nazaran çok daha kolay. Fakat giremedik, turun genç nüfusu dinlenmeyi tercih etti. Benimde içim gitti.

Dağın tepesine yakın, yine sulak bir yer burasıda. Pek çok nar bahçesini ve alabalık çiftliklerini geçerek ulaşılıyor burayada. Restoran tarzı , gözleme , balık vb yapan bir yer var. Yukarılardan akan ve çeşitli havuz ve havuzcuklardan kademe kademe inen su bardakla hemencecik içilebiliyor. Su çok soğuk. İlla suyu direkt içeceğim diyorsanız çıkabileceğiniz en üst havuzcuğa ulaşın ve oradan için, arada ayaklarını sokak bedevi ruhlu insansılar olabiliyor.

Tekne turları.

Turların içerisinde pek çok tekne turu da olmakta. Örneğin bir haftalık bir turda dalyan, on iki adalar, körfez turu ve kelebekler vadisi seferi olmak üzere en az dört kez denize çıkabilirsiniz. Bunlardan sadece kelebekler vadisi seferi zorlu , direkt açık denize çıkıyorsunuz ve dalgayı yandan alıyorsunuz. Meşhur kelebekler vadisine gitmek için ölüdenizden binmeniz gerekiyor. Söylenene göre ölüdeniz ‘in kaptanları kelebekler vadisine gitmeye pek istekli değiller. Sabah tekneyle yola çıkıyorsunuz, adam bir saate yakın bir süre geniş aralıklı , hacimli açık deniz dalgasını yandan aldı. Dalgaya yolu gereği direkt gidemezdi ama çaprazdan alsaydı bu kadar sallanmazdı. Çok kişi kustu yada nasıl becerdilerse uyuya kaldılar. (Bu kaptanlarımız marmaranın lodosunda ne yaparlar görmek isterim gerçekten) İşin en büyük rezilliği kelebekler vadisinin ağzına kadar gelip şartlar elverişsiz diye aynı yolu geri dönmemiz oldu.

Kelebekler vadisine bu adamların işkencesine mağruz kalmadan Faralya denilen köyden inilmeli. Vadide bir iki gece geçirmek lazım. Gün batımı ve doğuşu çok anlatılıyor. Bir nevi asri zaman hippilerine ait bir yer. İki yada üç şelaleden bahsedilmekte. Yalnız Faralya inişinin zorlu olduğu anlatılmakta, aman dikkat.

Neyse aynı günün devamında körfezin karşı tarafında açık denize kapalı koylara yönelindi ve herkes mutluluğa erdi. Zaten anladım ki kültür turu hikaye amaç yüzme. Dönüşte ben yine bir sallantı beklerken suyun sütliman olduğunu görünce afalladım. Demek ki neymiş efendim, öğleden sonra deniz yumuşuyor ve istenirse kelebekler vadisine gidiliyormuş.

 Tekne turlarında pek çok yere gidiyorsunuz. Ama genel olan fiyatlar 10 YTL civarında. Buna yemekte dahil. Kimi teknelerde kaydırak türü ıvır zıvırda mevcut. Teknelerde akvaryum var dediklerine aldanmayın. Mısırdaki gibi teknelerin altı yek pare cam değil. Livar gibi bir iki yere çift cam yerleştirmişler olmuş bitmiş. Ama oldukça güzel yerler var. Hele kendinden küçük bir koya sahip bir ada ve koydaki ada arasındaki boyu geçmeyen alan arasında yüzmek inanılmaz bir zevk.


 Kaş ve yine tekne turları

Yine makilikler arasında, Fethiyeden epeyce uzun bir mesafeyi, bol virajlı yollarda aldıktan sonra varıyorsunuz. (Bu kısımda bazı yerleri başka tekne turlarında gidilen yerlerle karıştırabilirim affola)

Kaş ‘ın eski adı Antiphellos. Meis adasının karşısında. Kaş ‘a giderken yine harika yerlerden , pek çok kaya mezarının civarından geçiyorsunuz. Yolda bir viraj var. Yapım sırasında pek çok işçi ölmüş. Ama inanılmaz bir denizi ve manzarası var.

Kaşın içindede pek çok lahit vb var. Özellikle bir kral mezarı olan Aslanlı mezar çok ilginç. Sokakları oldukça sevimli. Dükkanlarında çok kötü kazıklanacağımızdan korkarken en ufak bir zarara dahi uğramadık.

Tekne ile pek çok yere uğruyorsunuz. Batıkkent oldukça meşhur zaten. Keşke dalgıç olsaydım demeyin dalışta yasak. Tam karşısında harika başka bir yer olan Kale köy var. Tepesinde kocaman bir kale var ki adıda buradan gelmekte. Zaten tepelere dikkatli bakarsanız çok sayıda kale yada kalıntısı var. Köyün yapısı,binaları görülmeye değer. Tepede Rahmi Koç ‘unda bir evi var. Ev bir kaya mezarının üzerine kurulmuş. Olur bizde böyle olaylar diyoruz. Hemen yanındaki koy büyük deniz akıncısı Rauf Orbay ‘ın Hamidiye zırhlısı ile bulunduğu gizli limanı. Hemen yanında bir başka koyda denize girdik. Su derin ,ama oldukça temiz olduğundan dibi görünmekte.

Dönüşte Noel Babanın kilisesinin olduğu Demre ‘ye gidecekken gitmedik. Herhalde Noel Baba nasıl olsa yılbaşında gelecek gitmeye gerek yok dendi.

Son olarak hangi tekne turuna ait olduğunu bilemediğim bir iki yerden bahsetmek istiyorum. Çeşitli kişilere ait özel mülk adalar.Uzanlara, Çillerlere, Simavilere ait adalar. Bir ada kimden alınır yada kim satışa koyar .

 Akvaryum Koyu diye bir yer. Su buz gibi.

Birde Kleopatra hamamı diye bilinen bir yer var. Kleopatra kısmı işin palavrasıdır tahminen. Kanımca su içine çökmüş bir iki yapı söz konusu. Gerçekte tektonik hareketlerin sıklıkla yaşandığı bir yer burası. Adanın kıyısında hamam olduğu iddia edilen bir yapı var, her Allahın kulu içinde dolaşıyor. Ama az dikkat çeken şey,adanın tepesinde de kaya mezarları var. Çıkabileceğimi zannederek ilerledim ama sonra ormanda köpek vb çıkabileceğini ve tahmin ettiğim sürede varamayacağımı düşünerek caydım. Ayakkabı giymelisiniz bu tip yerlerde.Sandaletlerimle gereksiz sıçramalarım sırasında ayağımı kötü burktum.

 Çeşitli linkler

 http://www.kasexplorers.com            kaş

http://www.dalyaninfo.com/frtur.htm  dalyan ve çevresi

http://www.babadag.com/...n.php?lang=tr&p=gallery             ölüdeniz vb

http://www.shesailing.nl/...ling/bijlage/kayakoy.html    kayaköy

http://www.ifsak.org.tr/icerik.php/1413?sit_id=1 kayaköy

 

 

Yorum Gönder

0 Yorumlar