Tüm çok geceli turlarda olduğu gibi gece yarısı Ayvalık ‘a ,
daha doğrusu Akçay ‘a doğru yola koyulduk.
Sabahın epeyce erken saatlerinde Akçay'daki otelimize giriş yaptık. Normalde sabahın kör saatinde otellere girebilmek mümkün değildir ama şansımız yaver gitti. Otel eski tip. Öyle kart takınca çalışan elektrikler falan yok burada.
Yunanlılar Aivali derlermiş ama ne demektir bulabilmiş
değilim. Biz gidemedik ama etrafı
otellerle, pansiyonlarla dolmuş bir Sarmısaklı Plajı var. Onun dışında sahilde
pek çok restoran bulunmakta.
Önce şöyle bir Cunda Adası'na uğradık. Teknede çalışan
ihtiyarca bir amca Ayvalık ve civarı için sağlam araştırmalar yapmış. Notlarını
gösterdi ama kesinlikle çoğaltmaya yanaşmadı. Verdiği ilginç bilgilerden
aklımda kalanları paylaşmaya çalışacağım.
Cunda ‘nın tam karşısında küçük bir adacık var. Üzerinde
küçük bir kilise kalıntısı olan bu adanın adı Tavuk Adası. Zamanında
rahibelerin kullandığı birde iki yüz küsur odalı manastır vb varmış adada. Daha da ileride bir başka adaya ,
çakırkeyiflerin kendilerine gelmeleri için bırakılmaları nedeniyle tımarhane
adası adı verilmiş.
Tekne yolculukları 20 YTL. Buna sınırsız balık ve salata
servisi olan yemekte dahil. Yörenin balığı papalina. Fakat mevsimi olmadığında
hamsi veriyorlar.
Oturmaktan sıkılarak kendimi sokaklara attım. Yaklaşık altı tane değirmen yada kule benzeri yapı var. Adanın tepesine giden yolların hepsini düzensizce ama merakla bir istila ordusunun yağmacı askerleri gibi bir anlayışla gezdim. Burada da Taksiyarhis kilisesinin etrafında epey güzelce rum evleri görebiliyorsunuz. Bazı evlerde mimarlarının ( belki de ev sahiplerinin ) ad ve soyadlarının ilk harflerinin kazındığı işaretlerden burada da var. Bir nevi aidiyet duygusunun yansımaları bunlar. Başta kiliseden bahsedelim. 1873 yapılı ,küçük kubbeli son dönem Rum kiliselerinin tipik bir örneği. Avlusuna giriş yapılan kapının solunda ,yol kenarında bir çeşme vardı ama tüm susuzluğum a rağmen içmeye cesaret edemedim. Suyun içilip içilmediğini sorup da yanıt alamadığım ihtiyarında bir etkisi olmuş olmalı bunda. Hali hazırda tamirat görmekte ve içinden çıkan türlü ikona vb de ağırlıklı olarak Bursa Arkeoloji Müzesi'nde. Kaçakta olsa girecek bir delik falan aradım ama bulamayınca yine Arnavut kaldırımı sokaklara yöneldim. Tepedeki şapel ve değirmene gelmeden sağda bir kilise ve birde şapel kalıntısı çıkıyor. Kilisenin sadece apsis duvarı sağlam; şapelin ise bir duvarı yıkık ama içlerinin viran olduğunu söylemem gereksiz.
Tepede, bir değirmen ve buna yaslanan bir şapel görülmekte
demiştim. İçine girdim. Türlü ıvır zıvır ,bir iki sütun başlığı ile bahçesi
süslenmiş. Kulenin içine girdim ama üst
kata çıkılmamasını ikaz eden bir yazıyı görünce üstlemedim.
Buradan ayvalık sahilini takip ederek Şeytan Sofrası ‘nda
gün batımı izlemeye gittik. Önce ülkenin
ilk boğaz köprüsü olduğu iddia edilen kısa bir köprüden ilerleyerek adı Soğan
adası, lale adası ve dolap adası olan bir adaya oradan da sevgi yolu denilen
daracık bir yoldan anakaraya ulaşılıyor.
Gün doğumu ve batımı işin esprisi .Ama koya tamamen hakim bu noktadan bu saatlerde gözlem yapmak başka bir haz. Tabii ki bu güzelliği baltalayan birkaç sene önce bölgenin atlattığı yangın olmuş. Gerçekten de tepeden bakıldığında açısı iyice azalan güneşin gittikçe turuncuya dönüşen ışıkları kelleşmiş tepelere yansıyor. Neyse tekrar güzelliklere dönelim.
Şeytan sofrası dedikleri yer demir bir kafesin içerisinde
korumaya alınmış bir kayanın üzerindeki şekilsiz bir yarık. Efsanesine göre
şeytan bir ayağı burada diğer ayağı karşı tepede dururmuş. Dururmuş da bir
Allah'ın kulu çıkıp da bu şeytanın ayaklarında ciddi sorun varmış , o bacaklara
bu ayak pek bir minyatür kaçıyor dememiş. Bir başka rivayeti de ki bence ilki
kadar palavra olmalı, buraya çıkan çobanlar buranın manzarasından etkilenerek
durumu muhtara haber vermişler. Muhtarda bakıp bu güzelliği görünce, bu
güzellikten bihaber tek bir Allah'ın kulu kalmasın ama bunu nasıl yapalım
derdine düşmüşken bu taşı oyup bu söylentiyi yaymış. Bence işin gerçek yanı ayak izi olduğu
söylenen çukurun içine para atan zihniyet. Onca yer dolaştım, türlü geleneği
izledim, gözledim. Ama şeytandan ne dilek dilenir anlayabilmiş değilim. Hatta
bana bunu soran bir arkadaşa da parayı atanların satanist olabileceklerini de
söyleyerek günü kapadım.
Ama yine de buranın manzarası ,gün batımında bürünülen
renkler seyredilmeye değer. Kolay ayrılmak pek mümkün değil.
Ayrıca bu tepe ile
yakınında üzerinde verici olan bir tepe (hiç dikkat etmemişim ) aynı
yükseklikte imiş. Fakat bu tepelerden hangisinden diğerine bakarsanız bakın
diğeri daha alçakta görülürmüş. Buna tavşan kulağı denmekte ve buna benzer
değişik varyasyonlarda coğrafi kuraldışılıklar mevcut. Benim dikkatimi sadece yanan ağaçların olduğu
bölgedeki kalıntı benzeri taş yapı
çekti.
0 Yorumlar
Yorumlarınız