Kapadokya'ya gidiş için turlar gecenin yarısı yola çıkıyor. Ankara'ya kadar yolda herhangi bir sorun yok. Her ne kadar otobanda gittiğinizi fark etmesenizde yol çokta kötü değil. Ya da Ankara ile Aksaray arasındaki yol ile kıyasladığım için böyle bir hisse kapılmışta olabilirim. Çünkü Gölbaşından itibaren otobüste mi yolculuk ediyorum yoksa dörtnala ata binmiş mi koşturuyorum çözemedim. Gerçekten kötü, ülkenin başkenti ile en büyük şehri arasında bağlantıyı sağlayan ana yol bu.
Kapadokya Ürgüp ve Göreme'den ibaret sanılsa da aslında çok büyük bir coğrafya. Kuzeyde Karadeniz dağları güneyde Toroslar batı da Tuz Gölü ve doğuda Kayseri'nin doğu sınırları bu bölgeyi oluşturmuş. Tarihte doğudan batıya uzanan yolun üzerinde olduğu için ticari açıdan ipek yoluna kucak açmış ve bunun sayesinde zenginleşmiş . Öte yandan aynı yolu takip eden fatihlerce de defalarca hırpalanmış, yağmalanmış ama her zaman tekrar dirilmiş.
Coğrafi yapısı da oldukça ilginç ve vahşi. Etrafınızda sönmüş volkanik dağlar göreceksiniz. Bunların en haşmetlisi ise karlı zirvesi ile Hasandağı. Bunların patlamaları sonucu biriken kül, toz, tüf zamanla bu doğal yapının oluşmasını sağlamış. Toprağının işlenmesi kolay olduğu için otuz kadar yer altı şehri oluşturulmuş. Bunların tam sayısı da bilinmiyor.T ıpkı bu şehirlerin tam anlamıyla uzandıkları yerlerin bilinemediği gibi. Aynı yumuşak kayaçlar pek çok yamaçta kaya mezarı, konut yada güvercinlik gibi amaçlarla insanların kazıyabilmesine imkan vermiş.
Gölün kıyısına gün doğarken geldik ve burada küçük bir fotoğraf molası verdik. Aslında göle fotoğraf için gelinmesi gereken zaman gün batımı. Güneşin uçsuz bucaksız gökyüzündeki renklerle cümbüşünün göl yüzeyine yansıması harika görüntüler oluşturuyor olmalı. Göl kıyısında, göle doğru yirmi otuz metre kadar uzanan bir dilin üzerinde manzarayı ve gölü izleyebiliyorsunuz.
Yapı, Karamanlılar
ile Memreş adlı bir Türk beyi arasındaki çatışmada büyük tahribe uğramış, iki
kulesi yıkılmış; 14. yüzyıl başlarında Kerimeddin Gazan Han tarafından yeniden
yaptırılmış. Memreş kimdir bulamadım.
Yol üzerinde pek çok kervansaray
ve han mevcut. Hepsine uğramak mümkün değil. Sadece Anadoludaki han ve
kervansaray sayısı için beşyüz gibi bir rakam telaffuz edilmekte. Selçuklu bu.
Gerçek medeniyet bu.
Buradan sonra artık Kapadokya'ya iyice girdiğinizi fark
edebiliyorsunuz. Selime diye bir köyde ilk izlerle karşılaşıyorsunuz. Burada
köyün mezarlığında sekizgen, külahlı bir türbe var. Selime Hatun Türbesi diye
bilinmekte. Kimdir bu Selime Hatun bunu da bulamadım. Yaptığım araştırmalarda
bu türbenin Ali Paşa Türbesi olarak da bilindiği ve içinde mumyalık yada
cenazelik de denilen bodrumlardan olduğunu buldum. Mezarlıkta da bir kaç ilginç
mezar taşı görünmekte.
Mezarlığın hemen karşısında kaya oluşumları arasında Selime Katedrali adıyla bilinen bir kilise var. Gezecek yer o kadar çok ve gezecek zaman o denli kısıtlı ki… Ne yazık ki içine giremedik bu yapının da .Sadece dışarıdan birkaç poz görüntü alabildim.
Vakti olanlar için 1524 yapımı
bir camii ve içindeki freskolarının 10. yada 11. yüzyıllara tarihlendirildiği
Kale Manastırı Kilisesi de gezilebilir.
Yola devam ediyoruz. Artık gördüğünüz her şey
alışık olduğunuz dünyadan farklı. Sanki başka bir gezegenin yer şekilleri yolun
etrafına yerleştirilmiş. İçimde bu taşlıklarda gezmeye doğru iten bir duygu
var. Ihlara Vadisine kadar uzaklarda Hasan Dağı ‘nın karlı zirvesini seyrederek
bu vahşi ama cezbedici manzaranın eşliğinde gidiyorsunuz. Melendiz Çayı'nın
yakınlarında yeşil daha bir yeşil. Ama akarsudan uzaklaşıldıkça yeşilden de
uzaklaşıyorsunuz doğal olarak.
Ihlara Vadisi Aksaray'dan
Ihlara Vadisi, Hasandağı’ndan çıkan bazalt ve andezit yoğunluklu lavların soğumasıyla ortaya çıkan çatlaklar ve çökmeler sonucu oluşmuştur. Hasan Dağı ve çevresi, Neojen (Genç Tersiyer) ve IV. zamanda oluşmuştur. Bu zamanda oluşan yükselmelere karşın havzalar oldukça düşük kalmıştır. Hasan Dağı volkanın püskürmesine neden olan tektonik hareketler sonunda çevre yüzeyini geniş bir volkanik tabaka kaplamıştır. Aynı hareketler sırasında kalkerin basınç ve sıcaklık etkisiyle yarattığı kırık hattan fışkıran doğal sıcak su, Yaprakhisar ve Ihlara arasında bulunan Ziga Kaplıcaları ’nda görülebilmektedir. Çevrenin yapısal karakterini derinden etkileyen volkanik püskürme sonucu oluşan tüf taşları, rüzgar, erozyon ve diğer doğa etkenleri ile aşınmış, Selime ve Yaprakhisar’da değişik görünüm ve renklerde Peri Bacaları’nı yaratmıştır. Tektonik hareketler, bazı yerlerde yumuşak tüfün, bazı yerlerde gri, yeşil ve kahverengi tonlarının hakim olduğu ve iri tanelerle ufalanan kayaların kapladığı alanları çöküntüye uğratmıştır.
Ihlara Vadisi boyunca uzanan Melendiz
Çayı’na ilk çağlarda Kapadokya ırmağı anlamına gelen “Potamus Kapadukus”
denilmekteydi. Melendiz Çayı da bu tür çökmenin sonucu oluşan kanyon vadinin
tabanını oyarak daha büyük bir derinlik kazanmıştır. Vadiyi ikiye bölerek akan
Melendiz Çayı, Aksaray yakınlarında Uluırmak adını alarak Tuz Gölü’ne
dökülmektedir.
Vadiye Ihlara'dan bir giriş var. Buradan girdikten sonra sağınızda Melendiz Çayı olmak üzere üç-dört kilometre yürüyerek Belisırma'ya varıyorsunuz. Neyse iniş yaptığınız yerde tuvalet, park yeri, bir iki dükkan bulunmakta. Teras gibi bir mekan var ve iyi manzara fotoğrafları çekebilmenize olanak sağlamakta. Buradan üç yüz kadar basamakla vadi tabanına inilmekte. Merdivenler yorucu değil ve güvenli. Ama çıkışta yorucu olup olmadığı konusunda bir şey diyemeyeceğim.
İner inmez kiliseler başlamakta. Burası insanlardan kaçmak,münzevi bir hayat sürmek isteyen keşiş takımının yoğun ilgisini çekmiş. Bunda birde Bizans ordusunun rahatlıkla inememesinin de etkisi çok. Bizim gezimiz kiliseleri incelemekten çok Belisırma'ya dek treking şeklinde gerçekleşti. Bununla beraber bir iki kiliseye girmemezlik etmedim. Bunlardan biri merdivenlerin bitim noktasına yakın bir yerde bulunan Ağaçaltı Kilisesi.
Kilise içinde kalabalık bir grup vardı. O
nedenle yılankavi hareketlerle kalabalığı yarıp bir iki fotoğraf çektim.
Haç planlı, kubbeli haç kolları beşik tonozlu, üç apsisli bir kilisedir. Ana apsis ve güney yan apsis yıkılmıştır. Kiliseye giriş yıkık olan bu ana apsistendir. Beyaz zemin üzerine kırmızı, gri ve sarı renkler kullanılmış, kuzey haç kolu tonozu oldukça zengin bitkisel ve geometrik motiflerle süslenmiştir. Aziz tasvirleri Kapadokya ve Bizans tipinden çok ayrıdır. Plan V. ve VI. yy. yapılarına uygundur. Bu bölgedeki diğer üç kilise ise, ayrı bir gruptur. Azizler diğerlerine benzer, fakat ortaçağ özelliğine kaymıştır. İncil’den az metin verilmiştir. Bunlarda da Suriye etkisi açıktır. Göreme ve diğer kiliselerde rastlanmayan özellikler ve ifadeler vardır. Bütün resimlerde İncil sahnelerinin sembolik bir üslupla gösterildiği dikkati çekmektedir. Kilise İkonoklastik Dönem öncesine ya da IX.- XI. yüzyıllar arasına tarihlenmektedir. Freskolarda, vahiy, ziyaret ve doğum, Mısır 'a kaçış, Hz. İsa 'nın vaftizi ve Hz. Meryem'in ölümü işlenmiştir. Kubbede ise, göğe çekiliş sahnesi yer alır.
Yürüyüşünüz sırasında solunuzda kalan yamaçlarda çok sayıda kilisecik daha görebiliyorsunuz. Toplam sayının 105 olduğu söylenmekte. Haddi hesabı olmayan sayıda da kaya mezarı yada güvercinlik mevcut. Kısaca güvercinlikten de bahsedeyim. Güvercin dışkısının gübre açısından zengin olması yöre halkının zaten kolaylıkla kazınan yamaçlarda küçük delikler açmasına sebep olmuş. Burada yuvalanan güvercinlerden biriken dışkılarda mütemadiyen toplanmaktaymış. Burada çok sayıda tilki de olduğu söylendi. Av-avcı ilişkisinin doğal bir örneği.
Buradaki kiliseler için son bir bilgi verdikten sonra giremediğimiz ama mümkünse mutlaka gezilmesi gereken kiliseler için bilgileri vereceğim. Buradaki kiliseleri devasa tapınaklar şeklinde tahayyül etmeyin. Bunlar belirli görüşlere sahip keşişler ve onların müritlerince kullanılan odacıklar. İki tarih söz konusu. İlkinde Anadolu'da Bizans yönetiminin belirlediği inanç şartlarına uymayan kiliselerden söz edebiliriz. Bunlar yönetimden çok çekmiş ve büyük katliamlara maruz kalmışlar. En büyük suç İsa’nın basit bir ölümlü olduğu.Basit anlamda Paulusçular ile Ariusçuların kavgası diyebiliriz.
Kokar kilise; tek nefli ve beşik tonozlu olan kiliseye bugün yıkılmış olan
apsisinden girilebilmektedir. İhtiyaç nedeniyle kayanın iç kısımlarına doğru
oyularak cenaze salonu nefe ilave edilmiştir. Süslemelerin tonuna gri renk
hakimdir. Oldukça iyi korunmuş olan tonozda büyükçe bir haç motifi vardır. Haç
motifin ortasında yer alan kare çerçeve içerisindeki el motifi üçlü kutsama
işaretidir. Çerçevesinde ise oldukça zengin dört alana ayrılmış geometrik
bezemeler yer alır.
Kilise IX.yüzyılın sonlarına tarihlenmektedir. Kilise içerisinde Deesis, Müjde,
Ziyaret, Bakireliğin ispatı, Doğum, Üç müneccimin tapınması, Vaftiz, Üç yahudi
gencin fırında yakılması, Mısır’a kaçış, Son yemek, İhanet, İsa çarmıhta,
Kadınlar boş mezar başında, İsa’ nın göğe yükselişi, İsa’ nın Gömülmesi,
Pentakost ve aziz tasvirlerini içeren freskolar bulunmaktadır.
Yılanlı kilise; haç planlı,
beşik tonozlu ve apsislidir. Kuzey duvarında bulunan şapelin içinde keşiş
mezarları yer alır. Kuzeyindeki ve güneyindeki dar haç kolları, tavanı kabartma
bir haçla bezeli merkez mekanı çevreler.Batı duvarındaki yılanların saldırısına
uğramış dört çıplak günahkar kadınla ilgili sahneden dolayı kiliseye bu ad
verilmiştir. Sekiz yılanın saldırısına uğrayan birinci kadına ait kitabe tahrip
olduğundan suçu anlaşılmamaktadır . Yılanlar ikinci kadını çocuğunu emzirmediği
için göğsünden, üçüncü kadını yalan söylediği için ağzından, dördüncü kadını
itaat etmediği ve söz dinlemediği için kulaklarından ısırmaktadırlar.
Yılanlı Kilise IX.yüzyılın sonlarına tarihlenmektedir.
Sümbüllü kilise; manastır
mekanları iki kat halinde kaya kütlesine oyulmuştur.
Aziz tasvirleri Kapadokya ve Bizans tipinden çok ayrıdır. Plan V. ve VI. yy.
yapılarına uygundur. Bu bölgedeki diğer üç kilise ise, ayrı bir gruptur.Azizler
diğerlerine benzer, fakat ortaçağ özelliğine kaymıştır. İncil’den az metin
verilmiştir. Bunlarda da Suriye etkisi açıktır. Göreme ve diğer kiliselerde
rastlanmayan özellikler ve ifadeler vardır. Bütün resimlerde İncil sahnelerinin
sembolik bir üslupla gösterildiği dikkati çekmektedir.
Eğritaş kilisesi; Büyük bir tapınak ve vadinin en eski yapılarından olduğu anlaşılan
kilisenin Meryem'e ithaf edildiği, doğu duvarındaki bir kitabede
belirtilmiştir. İki melek arasında oturan İsa, iki melek ve altı piskopos
arasındaki Meryem, Hz. Yusuf'un rüyası, Mısır'a kaçış, vaftiz, Kudüs 'e giriş
gibi tasvirlerin yer aldığı fresklerin oldukça yıpranmış olmalarına karşın,
boyaları günümüzde de renkli ve canlıdır.
Fakat benim en çok görmek istediğim ve ne
yazık ki göremediğim kilise Kırkdamaltı kilisesi de denilen Agios Georgios
kilisesidir. (İnternette genelde İngilizce karşılığı olan Saint George olarak
bulunmakta. Bu ne yazık ki tarihin turizm gelirleri için heba edilmesi demek.
Çünkü Katolik kilisesi bile İngilizceyi 16. yüzyılın sonlarında bir dil olarak
kabul etti, Ortodoks kilisesi ise bunu hiç yapmadı. Bu insanların inançlarına
ve kültürlerine saygı göstermek için orjinalleri kullanılmalı ) Hatırlarsınız
yukarıdaki satırlarda kiliseleri tarihlendirme amacıyla iki döneme ayırmıştım.
İkinci dönem Bizansın bu topraklara yeniden hakim olduğu 10. yüzyıla ve
sonrasına denk geliyor. Belisırma taraflarındaki kiliselerde Bizans etkisi çok
fazla ve günümüze Direkli kilise ve Kırkdamaltı kiliselerinin kitabeleri
ulaşabilmiş.
Selçuklular yöreyi ele geçirdiklerinde tahmin
edebileceğiniz gibi oldukça müsamahakar davrandılar. İnançlarında özgür hareket
etmelerine izin verildiği gibi eskisine göre avantajlar elde etmeleri de mümkün
oldu. Tacir olan halk kervansaraylar sistemi içerisinde ticaret garantisi
altında tecim yaparken , tarımla uğraşan halkın toprakları ellerinden
alınmamış. Bizansın ezici vergi sisteminden sonra Selçuklu yönetimi yöre halkı
için büyük bir rahatlama imkanı sağlamış. Öyleki adını sıklıkla andığım
Kırkdamaltı kilisesinde İsa ikonasının yüzü olarak Selçuklu sultanının yüzü
resmedilmiş. (Dönem göz önüne alındığında II.Mesud olma ihtimali var.)
Neyse Belisırma tarafından çıktığınızda
güzelce balık yapan yerler varmış. Varmış diyorum çünkü önlerinden geçip
gitmeme rağmen burada balık yaptıklarını İstanbul ’a dönüşümde öğrenebildim.
Neyse buradan yolumuza Derinkuyu Yeraltı Şehri'ne gitmek üzere devam ediyoruz. En azından televizyonlarda defalarca yer altı şehirlerini görmüşsünüzdür. Burası en büyüklerinden biri. Sekiz kat olarak kazılmış fakat biz bu katların üçünü gezebildik. Mekan çok kalabalık ve daha da kalabalık olduğunda tur firmaları yakınlardaki Kaymaklı Yer altı kentine de gidilebilmekte.
Yer altı şehrine giriş 10 YTL. Dar bir yer
olduğu söylense de zorlanmadan hareket edebiliyorsunuz. Sadece bazı koridorlar
nispeten dar. Ama sanırım
Dışarısı kaç derece olursa olsun içerisinin
ısısı 16-20 derece arasında tutulabilmekte. Bundan dolayı da bu kısımlar hem
depo olarak oldukça işe yarar konumda hem de yaşamak için ideal. Çeşitli
noktalarda açılmış havalandırma tünelleri ısıyı ayarlamada kullanılmış. İçeride bazı aralıkların çimento ile örülmüş
yada tıkanmış olduğunu göreceksiniz. Bunlar kontrol dışı kaybolmaları ve
çökmeleri engellemek için yapılmış.
Sekiz kat meselesine geri dönelim. Bu sekiz
katı apartman katı gibi üst üstü hayal etmeyin. Çaprazlama katlar arasında
koridorlar ile ulaşım sağlanabilmekte. Bu koridorların bazılarında, yolu
kapatabilecek devasa değirmen taşı benzeri ortasında birer delik olan taşlar
var. Bunlar kapı görevini görmekte. Ortalarındaki deliğin savunma amaçlı
kullanıldığını söylüyorlar. Tek bir mızrak rakibini görmeden dar bir alanda
avantajlı olamaz.
Yapı yada bu tüneller ve holler topluluğu için boşuna yer altı şehri denmemiş. Gerçekten de bu alanlarda mutfak, şaraphane, ahır, kilise akla gelebilecek pek çok yer oluşturulmuş daha doğrusu kazınmış. Fakat herhangi bir kanalizasyon sistemi yok; dahası tuvalet ihtiyaçlarının nerede giderildiği de belirsiz.
Buradan çıktıktan sonra alış veriş imkanınız
var. Yöresel yiyeceklerden de alabileceğiniz gibi yörenin meşhur bez
bebeklerinden de alabilirsiniz.
Ben bu boşluğu farklı değerlendirdim ve dostum Güray ’ın aklına girerek
gözüme kestirdiğim kiliseye uğradım. Yer altı şehrinin çıkışında saat on, on
bir yönüne baktığınızda çansız zarif bir
çan kulesi ve bir kilise görüyorsunuz. Önce ermeni kilisesi sandığım yapı
aslında bir rum kilisesiymiş. Abdülmecit ’in izniyle yapılan kilise oldukça
heybetli. Narteks Fransız Kiliseleri gibi tonozlara andıran gotik üslupta.
Büyük bir ana girişin yanında iki de küçük kapı var. Ana kapının yanında
hareket eden sütunlardan bulunmakta. Hani her şey yolundayken dönen ama yıkılma
tehlikesi vb baş gösterdiğinde sabitlenen sistemden. Amasya da Bayezıd Camii'nde ve İstanbul Kuşkonmaz camiinde de
gördüğümüz sistem bu.
Kapının ve giriş duvarlarının üzerinde gördüğümüz çeşitli şekillerin anlamlarını etrafta koşup oynayan çocuklardan öğrendik. Efendim eskiden hristiyanlar kan dökmez iken birbirleriyle olan husumetleri deve güreşleri ile çözümlemeye çalışırlarmış. İki tarafta en eşkin deveyi meydana sürer devesi kazanan tarafın dediği olurmuş. Hasbel kader mücadele berabere biterse develerin kalplerine kılıç saplanır , en son can veren deveye sahip taraf bu şekilde münakaşada söz sahibi taraf olurmuş. Çocuk fantazyası mı gerçek mi bilemeyeceğim. Ama gördüğüm gerçekten güzel işlemeler mevcut.
Yazık ki bir kültür evi olarak
kullanılabilinecek bu yapı bom boş durmakta.
Aslında –anahtar deliğinden
gördüğüm kadarıyla- yüzlerce güvercine ev sahipliği yapmakta.
Buradan gerimizde devrilmiş,üstlerindeki
isimleri okunmaz hale gelmiş mezar taşlarını bırakarak otobüslerimize binmek
üzere ayrıldık. Bir zamanlar burada zengince bir köyün olduğu aşikar. Kesme
taşlı ama günümüzde yarı yıkık, viran pek çok bina görünmekte. Kasabada ayrıca
şu an cami olarak kullanılmakta olan eski bir Rum Kilisesi daha var.
Buradan Acı göl adlı bir göle gidiyoruz. Ama bu gidiş sırasında TRT ‘de son zamanlarda sıklıkla belgesellerde görünen Güzelyurt kasabasından da geçiyoruz. Durmadık. Kasabanın ortasındaki büyük kiliseyi görmeyi çok istediğim halde göremedim . Buna karşın kasabaya yaklaşırken yapayalnız duran bir kilise gözünüze ilişiyor. Önemli bir kilise ve adı da renginden gelmekte. Kızıl Kilise. Kilise hakkında belirli bilgiler var.
Sivrihisar – Niğde istikametinde, Güzelyurt’a 6km
uzaklıktadır. Bütün Kapadokya bölgesinin taştan yapılmış kiliseleri arasında en
güzel örneği teşkil eder. 6.Y.Y’da traşit taşından inşa edilmiştir. Sekizgen
üzerine kurulmuş kubbesi, haç şeklindeki yapısıyla ve göz alıcı ahengiyle
inanılmaz bir mimari güzelliğe sahiptir. Büyük bir olasılıkla Aziz Gregorios
ömrünün son günlerini bu kilise civarındaki çiftliğinde geçirmiştir.
Güzelyurt eski ve zengin bir rum yerleşimi.
Daha doğrusu merkezi rum , dış mahalleleri karma bir nüfus yapısına sahipmiş. Mübadele
sonrası rum nüfus Yunanistan’a gidince evler evvela sahipsiz kalmış zamanla da
viranelere dönüşmüş.
Merak edenler için Kaymaklı yer altı şehrinin
de aşağı yukarı Derinkuyu benzeri bir mekan olduğunu ekleyeyim.
Tekrar kısaca Acı Göl üzerinde duralım. İyi
bir Anadolu haritanız varsa dikkatlice baktığınızda çeşitli yörelerde pek çok
Acı göl göreceksiniz. Bunun nedeni göllerin bulunduğu coğrafi şartlardan
gelmekte. Karstik tabakalardan süzülen sular çeşitli maddeleri de koparıp
kendileriyle beraber taşımakta.
Yemeğe gitmek için yolda ilerlerken Nevşehir’ i solunuza alıyorsunuz. Nevşehir için uzaktan izlenimimi söyleyeyim. Eski adı Muşkara olan yöre Damat İbrahim Paşa tarafından merkez haline getirilmiş. Aynı paşanın tek kubbeli, tek minareli bir camisi de var. Şehrin tepesinde büyükçe bir kale görülmekte. Hızlı gittiğimiz için iyi bir görüntü alamadım. İnsanoğlu zamanla unutuyor. Şehrin bir ucunda üç mü beş mi ,sayısını hatırlayamadığım nefe sahip bir kilise var. Oldukça büyük.
Patatesin ve lalelerin başkentini kısa bir
süre sonra ardımızda bırakıyoruz.
Buradan yemek yenilecek mekana doğru
yollandık. Kapadokya yöresinde yemek yenilebilecek mekanlar gerçekten kaliteli.
Buna lafımız yok. Uzmanlar turistik kaygılar nedeniyle yerel yemeklerin artık
yapılmaz olduğundan söz etmekte. Yine de ortası sahne olan ve üç tarafı kayaların
içine oyulmuş temiz bir mekanda güzel bir yemek yedik.
Yemek sonrası Göreme yolundaki Avcılar denilen bir bölgeden Güvercinlik
Vadisini seyre koyulduk. Bir yamacın üzerinden vadiyi ve vadideki oluşumları
doyasıya izleme imkanınız var. Burada tripod ile panaroma çekmeye çalıştıysam
da pekte randıman alamadığımı söylemeliyim. Ama gene sol tarafta yassıca bir
tepe bana Beypazarı ‘nın renkli yamaçlarını andırmadı değil.
Buradan onix taşlarından çeşitli takı vb
yapılan atelyelerden birine girdik. Onix yörede sıklıkla karşılaşılan bir taş.
Artık gün sonunda Ürgüp'teki otele dönüş zamanı geldi. Ürgüp görmeyeli oldukça büyümüş. İğreti bir saat kulesi yapmışlar. Olmasa da olurmuş. Onun dışında kasabada eski bir cami, Temenni tepesinde Selçuklu sultanlarından birisine ait olduğu öne sürülen birde türbe var. Kasabanın çeşitli yerlerinde şu an harabe olan yada olmaya yüz tutan bazı kalıntılar var. Ürgüp, ipek yolunun üzerinde olmasının da etkisiyle oldukça gelişmiş. Fakat bu gelişim Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın sadrazamlığına dek sürmüş. Zaten bu konuda kasabanın tarihçesini ararken de denk geldim.
Ürgüp. Bizans Döneminde Osiana (Assiana),
Hagios, Prokopios - Selçuklular Dönemi'nde Başhisar; Osmanlılar zamanında
Burgut Kalesi; Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren de Ürgüp adıyla anılmıştır
11. yüzyılda , Selçukluların önemli
kentleri Konya 'ya ve Niğde 'ye giden yolların üzerinde önemli bir kale konumunda
olan ürgüpte, Bu döneme ait iki yapı Altıkapılı ve Temenni Tepesi Türbesi
Kentin merkezinde dikkat çekmektedir. Bir anne ve iki kızına ait olan ve 13.
yüzyılda yaptırılan 'Altı Kapılı Türbe', altı cepheli, her cephesinde kemerli
pencereli ve üstü açıktır. Ürgüp'ün Temenni Tepesi'nde bulunan iki türbeden
birinin, 1268 yılında Vecihi Paşa tarafından yaptırılan ve halk arasında
'Kılıçarslan Türbesi' olarak da anılan Selçuklu Sultanı IV. Rüknettin
Kılıçarslan'a, diğerinin ise III. Alaaddin Keykubat'a ait olabileceği
düşünülmektedir. Ancak araştırmacılara göre bu olasılıklar oldukça zayıftır.
1515 yılında Osmanlı topraklarına katılan Ürgüp, 18. yüzyılda Osmanlı Sadrazamı
Damat İbrahim Paşa'nın kadılık makamını doğduğu kent olan Nevşehir'e (Muşkara)
taşıması nedeniyle ilk kez ikinci planda kalır. Şemsettin Sami 1888-1900
yıllarında yazdığı Kamus-ül Alam adlı tarih ve coğrafya ile ilgili eserinde
Ürgüp'te 70 cami, 5 kilise ve 11 kütüphane olduğunu belirtmektedir..
Kasabanın içinde yeni bir anıt daha var. Kasabada
çekilen bir dizinin anısına dizinin çekildiği konağın sokağının başına bir anıt
yapılarak oyuncular onore edilmiş. Haz ettiğim yada izlediğim bir dizi değildi
ama inanılmaz bir şey, sanki bir türbe gibi dolup taşmakta. Aslına bakılırsa
Asmalı Konak adı verilen bu bina yöredeki pek çok konak gibi kesme taş
işçiliğine sahip.
Bu konağa yakın bir de şarap evi var. Herkes
koşa koşa gitti ama hemen hemen hiç birisi de beğenmedi.
0 Yorumlar
Yorumlarınız