Takip Et

8/recent/ticker-posts

Safranbolu - Bartın Gezisi Gün 1 - Yörük Köyü ve Safranbolu

Yine dolu dolu geçirebileceğiniz bir haftasonu aktivitesini daha gezi planlarınızın arasına alabilmeniz için anlatmaya çalışacağım.

 

Kendi imkanlarınız ile yada bir tur organizasyonunun aracılığıyla Safranbolu ve/ veya Amasra şeklinde bir turun dinlendirici olmasa da kültürel ve görsel açıdan oldukça doyurucu olacağını öncelikle söylemeliyim.

 

Kendi imkanlarınız ile 4-5  ,tur firması ile 6-7 saatte Safranbolu ‘ya varıyorsunuz. Yol oldukça güzel. Özellikle Bolu-Karabük arasındaki yol ağırlıklı olarak sarı kantaronlar, kan kırmızı gelincikler ve adını bilemediğim mor çiçekli bir bitki ile adeta taşmakta. Hatta bir iki yerde çiçeklerden oluşan renk cümbüşünü resme dökemememin üzüntüsünü anlatamam.

 

Yol üzerindeki bir başka harikada Türkiye'deki en uzun tünellerden birisi olan, ama bu tünellerin en meşhuru ve masraflısı Bolu Tüneli. İnanılmaz bir görünüm ve rahatlık içerisinde adeta kayarcasına ilerliyorsunuz. Yol o denli mükemmel ki yarış bisikletimle hız rekorumu rahatlıkla kırabileceğime eminim.

 

Safranbolu ‘ya giderken Bolu Tüneli de dahil olmak üzere iki tüneli aştık. Yol Karabük ‘e yaklaştıkça oldukça bozuluyor. Zaten ilginçtir ikinci tünelden çıktığınız andan itibaren  bambaşka bir ortama girdiğinizi fark edeceksiniz. Coğrafya gözle görülür şekilde değişiyor. Keskin yamaçlar, bozuk bir yol ile beraber size eşlik etmeye başlıyor. Yoldaki bozukluğun sebebi, demir-çelik fabrikasının ağır yükünü sırtlayan kamyon ve tırlar. Tonlarca ağırlık ve çok sayıda araç yolu oldukça hırpalamakta. Bu yol ve coğrafya Safranbolu'nun oldukça zengin bir kasaba olmasına yada başka bir deyişle civardaki diğer kasabaların fazla büyüyememesine neden olmuş.

 

Yol üzerinde görülen ilk önemli yapı ne Bizans ne de Osmanlı'ya ait. Genç Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk ağır sanayi hamlesi Karabük demir - çelik fabrikası yolun solunda yer almakta. Savaşlardan ve konjonktürden ders alan genç hükümet, tam bağımsızlığın iktisadi bağımsızlık ile olabildiğinin farkına varmış ve taş kömürü kaynaklarına yakın bu mevkiye devasa bir yapı inşa etmiş. Otobüsle dakikalarca yanından geçtiğiniz bu yapıyı oluşturan dev binalar 1925-30 arasındaki zihniyetin olayları nasılda ciddiye aldığını gözler önüne sermekte. Zor bir şartta, 24 saatte makine parkının silah üretebilecek hale gelebilmesi başka bir hayret kaynağı. (Cumhuriyet'in kendi tankını üretip Avrupa'ya sattığı, dünyanın beşinci jet üreten ülkesi olduğu gibi gerçekler her ne kadar unutturulmaya çalışılsa da unutmayacağız, unutturmayacağız) Uzun menzilli uçakların ve balistik füzelerin olmadığı dönemlerde 24 saat oldukça kısa bir süre. Ayrıca fabrikanın bulunduğu yerde düzenli orduların, zırhlı birliklerin kolaylıkla ilerlemesini engelleyebilecek ,buna karşın gerilla tarzı savunmaya  elverişli bir mevki. Zaten Safranbolu Bizans döneminde müstahkem mevzi yada kale olarak nitelendirilmiş. Milyonluk ilk haçlı ordusu Kudüs'e olan  yolu kısaltmasına rağmen bu rotayı izlemeden, yolu çok çok uzatarak Eskişehir (Dorilion) üzerinden gitmeyi tercih etmiş. (Daha sonra ikiye ayrılan ordudan yarım milyona yakın bir nüfus Amasya-Merzifon taraflarında yok edildi. Coğrafi açıdan benzer bölgeler…)

 

Günümüzde 3500 kişinin çalıştığı ama 30’lu yıllarda 15,000 kişiye rızk dağıtan fabrika Karabük ‘ün büyümesine, dolaylı yoldan Safranbolu evlerinin ayakta kalmasına vesile olmuş. Şimdi de nasıl sorusunu yanıtlamaya çalışalım.

 Osmanlı'nın gücünün azalması İstanbul'un, sarayın ışıltı ve ihtişamının kaybolması sarayla paralel bir yaşantıya sahip Safranbolu'yu da derinden etkilemiş. Genelde sarayın mutfağını, yemek kültürünü elinde tutan kasaba, payitaht ile Anadolu arasında olmanın etkisiyle hızla gelişmiş ve zenginleşmiş. Ortalama bir Safranbolulu'nun biri eski kasabada kışlık, diğeri Bağlar mevkiinde bütçesine uygun iki hanesinin olması şaşılacak, hayret edilecek bir durum değilmiş. Fakat zamanla yukarıda da değindiğim gibi İstanbul'daki ışıltının azalması Safranbolu'ya da aksetmiş. Ekonominin daralması sonucunda iki evi geçindiremeyen, bakımının altından kalkamayan ahali  zamanla eski kasabadaki evlerinden ellerini ayaklarını çekmeye başlamış. İşte bu sırada fabrika için gerekli iş gücü devreye girmiş. İşçilerin konaklayacağı yapılar bu eski Safranbolu Evleri olmuş. İçlerinde fakirde olsa bir yaşantıya destek olan evler bu şekilde ayakta kalabilmiş. Ama Hıdırlık tepesinden baktığınızda görebileceğiniz gibi kimi yapılarda olumsuz tadilatlarda gerçekleşmiş. Kah çatısındaki kiremitlerle (orijinal Safranbolu kiremitleri oluklu olmakta) kah kimi duvarlarda briket ve tuğlalarında, teneke kaplanmış duvarlarında bunları görebiliyorsunuz. Daha sonra 80 li yıllarda kültürel alanda artan ilgi dalgası ile kasaba  koruma altına alınmış.

 

Yörük Köyü:

 

Safranbolu'ya gidenler tarafından mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisi Yörük Köyü. Köy Safranbolu'dan dahi daha orijinal olduğu iddia edilen evleriyle oldukça otantik bir havaya sahip. Evler alelade köy  evi olmaktan oldukça uzak basbayağı konak tarzı çok katlı yapılar. Ayrıca köy, Cumalıkızık ile beraber Unesco listesinde yer almakta. Bununla beraber –şahsi görüşüm- Cumalıkızık'tan bir kaç gömlek üstün.

 

Köye giriş Cumalıkızık'ta da olduğu gibi mezarlığın yanından yapılmakta. Mezarlıkta, İstanbul'un eski mezarlıklarındaki taşları andıran işlemeli taşlar da var. İki tane küçük, lahit tarzı mezarı da bunların arasına eklemem lazım. Mezarlığı zaman darlığından dolayı yeterince gezemedim. Turla gitmenin bu tip handikapları da yok değil elbet. Bir başka ilginçlikte çok sayıda küçük boyda mezarın olması. Aslına bakılırsa yol boyunca pek çok mezarlıkta buna benzer çok sayıda küçük mezar gördük. Göz yanılması mı yoksa çocuk ölümlerinin çokluğumu bilemiyorum.

 

Köy içinde bazı sokaklara Cemil İpekçi, Leyla Gencer gibi isimlerin verilmiş olduğunu görüyorsunuz. Bu isimler bir şekilde kökenleri itibariyle köy ile bağlantıları, akrabalıkları iddia edilen kişiler.

 

Köy her ne kadar Bektaşi Köyü olarak lanse edilmekteyse de bu konuda araştırmalar yapan arkadaşlarım köyde yaşlılarla yaptıkları sohbetlerde durumun farklı olduğunu görmüşler. Hatta bu sohbetlerde yörede dini bir alimin yaşamış olduğunu, halveti tarikatının adının geçtiğinden ve Kadirilere ait mezar taşlarının varlığından bahsedilmekte. Dediğim gibi mezarlığı etraflıca gezemediğim için net bir şey söyleyemeyeceğim.

 

Öte yandan köyde bir miktar Bektaşi etkisinin varlığı da yadsınamaz bir gerçek. Örneğin köyün çamaşırhanesinin on iki köşesinin on iki imamı temsil ettiği söylenmekte. Çamaşırhanenin yapımında Bektaşilerin desteği olmuş. Belki bu ayrıntı yardıma karşılık bir jest, belki de yardımın şartıydı bilemiyoruz. İnşa sırasında belli etmeksizin yapılmış olması da muhtemel.

 

Yolunuzun üzerinde kimi evlerin çatılarının saçaklarına asılı bir şekilde sarkık duran geyik boynuzlarını göreceksiniz. Uğur getirdiğine inanılan bu gelenek Yörüklerin Şamanist geçmişinden gelmekte. Şamanist inanç içerisinden bazı ritüeller zamanla İslami anlayışa adapte edilmiş. Mesela köyün nazardan korunması için bir de kurşuntaşı var. Granit, büyükçe,sağlam bir kayaya yivler açılıyor; ve bu deliklere kurşun dökülüyor. Kurşunun kayayı çatlatması yada deliği doldurup akması nazara karşı olumlu şekilde yorumlanmakta. Köy girişiden dümdüz ilerlerseniz sol kolunuz hizasında gözleme satan bir bir mekan var. Bu konağın kapısından çıktığınızda saat onbir yönünde tam köşede böyle bir kurşuntaşı göreceksiniz. Mekandan bahsetmişken mükemmel bir kızılcık şerbeti sattıklarını belirtmeliyim. Fiyatlar oldukça hesaplı, müşterilerine oldukça saygılı davranıyorlar. Davranışlarında neredeyse rahatsız eden bir saygı olmasına rağmen en ufak bir yapmacıklık sezmediğimiz için sizlere de hararetle salık verebilirim burayı.

  

Evlerden üstün körü de olsa bir bahsetmekte fayda var. Üç-dört katlı konakların giriş katlarına hayat denmekte. Evlerin, özellikle pencerelerinin kirişlerinde basit ama hoş bir incelik görülüyor. Evlerde ahşap çıtaların üzerine sürülü kireç tabakası hem yalıtımı sağlamakta hem de evlerin beyaz rengini vermekte.

 Yöresel olarak kapı kolları ve metal aksamı hoş süslemelere sahip. İnce bir işçilik göz okşamakta.

 

Birde şöyle bir gelenek var. Evde ve misafir ağırlayabilecek durumdaysanız kapınızdan bir ip sarkıtıyorsunuz. Aksi durumlarda ise aynı ip kapının iki kanadını da değecek şekilde duruyor. Böylelikle hangi eve misafir gidip gidemeyeceğinizi anlayabiliyorsunuz.

 

Köyde çok sayıda çeşme bulunmakta. Çeşmelerin üzerlerinde örneklerine Safranbolu'da da rastlayacağımız tarzda, kabartma motifler işlenmiş.

Köyde turla giderseniz sizi gezdirecekleri yerlerden birisi de Sipahioğlu Konağı. Bizzat konağın sahibi Ali Bey sizi gezdiriyor. Yaklaşık 250 senelik konak içerisinde ayrıntılarını Safranbolu'ya değinirken vereceğim detaylar görünmekte. Odalardaki kalem işlemeleri büyük ihtimalle İstanbul işi. Köy standartlarına göre oldukça zengin bir mekan. Özellikle üst kattaki odalardan sağda kalanında tavanda asılı cam kürede tüm odada oturanları bir arada görebilmeniz, diğer odada sinekleri kovaladığı varsayılan aslında rüzgardan sürekli hareket eden hafif, eğreti nesne akılda kalan hoşluklardan. Yukarıda bahsettiğimiz çamaşırhanede Sipahioğlu Konağı'nın bir parçası. Çamaşırhaneye girerken anahtarlı kilit sistemi dışında birde mandallı bir dil sistemi var. Kimseyi durdurabileceğini sanmıyorum ama hoş bir detay.

 

Köydeki diğer konaklara da girmek istediğinizde mahremiyet çerçevesinde size herkes tarafından hoşgörü ve güleryüzle izin verildiğini görüyorsunuz. Konaktan biraz daha ilerlerseniz pansiyon olarak kalabileceğiniz bir yerde mevcut.

 Köyde Cumalıkızık'taki gibi köylülerin kendi emeklerini satmakta olduklarını görüyorsunuz. En ilginç ve özgün nesne kırmızı mısırlar. Dayanamayıp sorduk. Bu mısırların haşlanmadığını ama tıpkı cin mısırı gibi patlatıldığını öğrendik.

 

Civarda Yörük Köyü gibi aslında yine Yörük köyü olan Hacıobası ve Davutobası köyleri bulunmakta. Davutobası köyü safranın üretildiği son yer.

 

Safranbolu:

 

Safranbolu'ya giriş yaptığınız yer aslında kasabayı en net şekilde görebileceğiniz nokta olan Hıdırlık tepesi. Anadolu'da Bursa, Beypazarı ve pek çok yerde Hıdırlık tepeleri bulunmakta. Kasabanın nefis panoramik fotoğraflarını çekebileceğiniz bu nokta ülkemizdeki yedi açık hava  namazgahından birisi. Tepede biri yakın tarihli olmak üzere iki de türbe yer almakta. Hıdırlık tepesinden Safranbolu'nun doyumsuz manzarasını çekmek ücretli. Ama bu ücret mukabilinde hem bu harika manzarayı seyredebiliyor hem de yerel bir lezzet olan Bağlar gazozundan bir şişe içebiliyorsunuz. Bursa'nın Uludağ'ı, İstanbul'un Çamlıca'sı (Ülker tarafından içine edilen değil de bizim çocukken özellikle top oynadıktan sonra buz gibi içtiğimiz Çamlıca'dan bahsediyorum) gibi kendine has, özel bir tadı var. Bana limonu biraz fazlaca kaçmış gibi geldi.

 

Kasaba bir obruğun içinde yeralmakta.İki, üç katlı zarif ve naif yapıların arasında ön plana çıkan yapılar Cinci Hanı ve Hamamı, hepsi birbirinden farklı üsluplara sahip camileri şeklinde sıralanabilir.

 Tepeden kasabaya bakarken tam karşınızdaki tepelikte bir tümsek daha doğrusu bir tümülüs bulunmakta. Aslında rehberden aldığımız bilgiye göre Safranbolu'da bu tümülüsle beraber iki tane daha Tümülüs mevcut. Bir diğeri kasabaya bakarken tam solunuzda elektrik direklerinin arasında bulunmakta. Üçüncü nerede öğrenemedim ama tümülüslerin soyulamamasının nedeni eskiden kale olan yükseltide ki sarı renkli hükümet konağı ve saat kulesi ile hemen fark edeceksiniz, jandarma merkezinin olması ve her iki tümülüsüde gayet net görmesinden kaynaklanmakta. Tamam soyulmaması güzel bir durum hiç kuşkusuz ama hiçbir arkeolojik ekip tarafından araştırılmaması ise aymazlığın başka bir boyutu ne yazıkki.

 

Tepeden kasabaya doğru inerken kasabanın tarihçesinden de şöyle bir söz etmekte fayda var.

 Kasabanın yaklaşık 3000 küsur yıllık bir tarihi var. İlyada da Paflagonya adı ile anılan yöre çeşitli Anadolu devletlerinin hükümdarlıklarını yaşadıktan sonra Roma hakimiyetine Bitinya eyaletinin bir şehri olarak geçmiş. Bizans döneminde Dadibra adıyla anılan kasaba Arap akınlarının İstanbul'a doğru yönelmesiyle zamanla bir akratia haline gelmiş. Akratialar savunma noktaları, müstahkem mevkiler olarak da düşünülebilinir. Oldukça sarp bir kayalıkta yer alan kale 1196 da dört aylık bir kuşatmanın ardından kaledekilerin susuzluğa dayanamaması nedeniyle düşmüş .Osmanlı dönemine dek birkaç kez el değiştirmiş olması muhtemel. Fakat kasabanın rum halkı mübadele dönemine değin Türklerle beraber yaşamış. Zaten Bağlar mevkiinden ve şimdi ulu cami olarak anılan aya stefanos kilisesinden bahsederken bu konuya döneceğiz.

 

Kasaba Selçuklular zamanında Zalifre, Osmanlı zamanında Borlu olarak anılmış. 16.yy da yöreye yerleştirilen Taraklı aşiretinden dolayı yöre Taraklıborlu olarak da bir süre anılmış.

 Fakat günümüzdeki ismi Safranbolu'ya geçiş biraz değişik. Safran boyacılıktan tutun ilaç sanayine dek pek çok alanda faydalanılan pahalı bir bitki. O denli pahalı ki zenginliğin ve lüksün her zaman simgelerinden biri olmuş. Şöyle söylemeliyim gramı altından da platinden de değerli safranın. Günümüz rayiciyle kilogramı 20,000 YTL . Aslında yetiştiği yer Anadolu'da değil. Osmanlı bu zenginliğin ithal değil ihraç edilmesinin avantajlarını görerek Anadolu'ya getirtmiş ve çeşitli yerlerde ekimini yaptırtmış. Küçümsediğimiz Osmanlının bu arge çalışması en çok Zağfiranbolu'da başarılı olunca kasabanın şansı birde bu yönden gülmeye başlamış. Günümüzde sadece Davutobası'nda sembolik olarak yetiştirildiğini öğreniyoruz.


Tepeden inerken gezebileceğiniz ilk yer Kaymakam evi. Kışla kumandanı Hacı Mehmet Efendi ‘ye ait olan yapı günümüzde  her odasında Safranbolu yaşantısının örneklerinin gösterildiği bir müze haline gelmiş durumda. Giriş katında Rumlara ait yazı vb de görülebilmekte. Bu konuda yarım yamalak bir şeyler yazmaktansa Safranbolu evlerinin özelliklerini ilgililerinden topladığım bilgileri yansıtacağım.

 Tüm evler kendilerine göre daha merkezi konumdaki kamu binalarına, dini yapılara ve anıt eserlere dönüktür. Hangi evden bakılırsa bakılsın manzara kapanmaz. Evlerin yakın plan cepheleri kör, uzak plan cepheleri açık ve birbirlerini izleyecek konumdadır.

 

Şehrin ortasında bulunan meydana yönelik yollar ve sokaklar tamamen arnavut kaldırımlıdır. Anıt eserlerin avluları ve meydanlar da arnavut kaldırımlıdır. Mevcut taş kaplama tarzı rutubeti en aza indiren, sel sularına karşı dayanıklı ve ağaç köklerinin yeterli su almasına uygun yapıdadır.

Safranbolu evinin boyutu ve biçimini belirleyen üç temel unsurdan söz edilebilir: Çok nüfuslu büyük aile yapısı, yağışlı iklim, kültürel ve maddi zenginlik. Bir ailede karı kocanın normal olarak iki ya da üç çocuğu vardır. Erkek evlat evlendirilince ona ayrı bir ev açılmaz, gelin aynı eve getirilir. Amcalar, yengeler, halalar ve torunlarında dahil olduğu aile hep birlikte bir evde yaşarlar. Evin kadınına işlerde yardım etmek amacıyla evlerin çoğunda evlatlık kız bulunur. Evlatlık kız evin kızı gibi görülür.

Kalabalık aile yapısının yanında evlerde harem-selamlık ayrımı vardır. Ailelerin sahip olduğu hayvanlar evin zemin katındaki ahırlarda barındırılır. Yağışlı iklim nedeniyle kapalı alan ihtiyacı da fazladır. İnsan ve hayvan yiyecekleri, yakacak odunlar hepsi evin uygun bölümlerinde muhafaza edilirler. İşte tüm bunların sonucu olarak Safranbolu evleri büyük hacimlidir.

Doğa-insan-ev; sokak-ev, sokak-çarşı ilişkileri son derece düzenli ve dengelidir. Çevreye olduğu kadar komşuya da saygı egemendir. Hiçbir ev diğerinin görünüşünü engellemez. Evlerin yapımında taş, kerpiç ahşap ve alaturka kiremit kullanılmıştır. Bahçeler sokaktan taş duvarlarla ayrılmıştır.

Din ve gelenekler evi dışarıya kapar, bu yüzden ev içi ve bahçeler yüksek duvarlarla ayrılmıştır, pencereler kafeslidir, kadın yabancı erkeğe görünmez. Bazen aynı evin içinde bile, kadınlar ve erkekler ayrı ayrı yaşarlar. Safranbolu´da selamlık ve harem olarak ikiye bölünmüş böyle evler vardır. Hacı Memişler Bağ evinde ve Kaymakamlar Evinde harem ve selamlık girişleri değişik katta iki ayrı sokaktan sağlanmıştır. Aile yaşantısını tedirgin etmeden kolay ulaşılabilen bir odası da selamlık olarak kullanılır. Selamlık odaları biraz daha özenlidir.

 

Evin girişinde zemin katta “hayat” vardır. Bu bölüm eğer taş kaplıysa “taşlık” adını alır. Burada ışık almayı sağlayan ahşap kafes “gliste” mevcuttur. Zemin katlarda ayrıca ahırlar, büyük kazan ocakları ve ambarlar bulunur.

 

Üst katlara ahşap ustalığının üstün örneklerini sergileyen merdivenlerle çıkılır.  İkinci kat diğer katlara göre daha basıktır. Bu katta gerektiğinde yatak odası olarak da kullanılabilen bir mutfak bulunur. Gündelik yaşam orta katta geçer. Soğuk kış günlerinde bu katın ısıtılması daha kolay olur.

Üçüncü kat evlerde mükemmelliğe varılan noktadır. Bu katta tavanlar daha yüksektir. Odalara sekiz kenarlı bir çokgenden oluşan “sofa”nın daha kısa olan dört çapraz kenarından açılan kapılardan girilir. Odaların giriş kapıları köşelerdedir ve oda ile doğrudan teması kesen özel ahşap paravana düzeni bulunur. Odaların her biri bir çekirdek aileyi ya da bir aile yakının barındırabilecek tüm unsurlara sahip, bağımsız birim olarak tasarlanmıştır. Bu doğrultuda her odada ahşap dolapların (yüklük) içerisinde bugünün duş kabinlerini andıran gusülhaneler mevcuttur.

Safranbolu evlerindeki çıkmalar, evin dış görünümünü tek düzelikten kurtarır. Evlerin pencereleri çok özel biçimde tasarlanmış olup dar ve uzuncadır. Ahşap kanatlı pencerelerde ayrıca “muşabak” denilen kafesler bulunur.

 

Evlerde ısınma ocaklarla sağlanır. Ocaktan alınan közler mangala konarak taşınır. Katlar arasında zaman zaman tecrit malzemesi kullanılmış olsa da ahşap evlerde ısının muhafazası güçtür. Bu nedenle prensip mekanın değil insanın ısıtılmasıdır. Soba ise son dönemlerde kullanılmıştır

 

Aydınlatma aracı gaz yağı lambasıdır. Son zamanlarda “lüks lamba” diye tanımlanan, daha büyük boyutlu ve daha fazla ışık veren lambalar kullanılmıştır.

 

 Evlerin bazılarının içlerinde serinlik vermesi ve yangından korunmak amacıyla yapılmış olan havuzlar bulunmaktadır.

 

 Kaymakam evinden sola kıvrıldığınızda karşımıza çıkan yer ilk tarihi camimiz olan İzzet Mehmet Paşa Camisi. Her ne kadar üzerinde 1796 yazmaktaysa da içerisine şöyle bir göz attığımızda gördüğümüz kalem işleri, vaiz kürsüsü yapının Balyanlar yada onların çok çok etkisinde kalan ustalarca restorasyona tabi tutulduğunu göstermekte. Cami NuruOsmaniye Camiine benzer densede ben pek benzetemediğimi söylemeliyim.


Tek kubbeli cami, çift taraflı merdivenlerle çıkılan bir son cemaat yerine sahip. Aslında işlemesi güzel ama boyası kötü bir kapıdan içeri girdiğinizde tek minareli caminin alçak ama oldukça geniş çaplı kubbesini görüyorsunuz. Geniş kubbeler yörenin en azından caminin banisinin zengin olduğunun bir göstergesi. Caminin kubbesinde ve duvarlarında hoş kalem işleri görülmekte. Mihrap ve minber göz okşamakta. Sonradan öğrendiğime göre mihrabın üzerindeki tuğra 3. Selim'e aitmiş.

 Cami aslında bir külliye olarak geçmekte. Göremediğim kütüphane, abdesthane, iki çeşme ve arastalarından oluşan külliye İstanbul külliyelerinin yanında zayıf kalmakta.

 

Caminin bahçesinde İzzet Mehmet Paşa'nın mezarını görebilmektesiniz. Paşa 1794-98 yılları arasında 3.Selim'in sadrazamlığını yapmış. Paşanın naaşı 2005 yılında medfun olduğu Manisa'dan memleketi Safranbolu'ya nakledilmiş.

Caminin altında tuvaletin içinde kalan ve Osmanlı tünelleri denilen bir nevi kanalizasyon sistemi mevcut. Buruk kokulu ve loş ortam aslında Akçasu Deresi. Dere bu sistemle kontrol altına alınarak Safranbolu'nun sel riski bertaraf edilebilmiş.


Hemen bir not olarak 1880 yapımı  Kaçak yada Lütfiye Camii'nin aynı dere üzerinde daha zarif bir kemer üzerinde kurulu olduğunu resimlerinden gördüğüm kadarıyla söylemeliyim

 

Caminin yakınlarında külliyenin çeşitli arastaları yer almakta. Demirciler çarşısı kasabanın yeniden dirilişi ile şahlandıysada yemeniciler ve bakırcılar turizm sayesinde ayakta durabilmekte. Kanımca semercilik ise gün saymakta olan bir zanaat. El zanaatları gün be gün Anadolu'da ölmekte.

 Arnavut kaldırımlarını arşınlamaya devam ederken ikinci bir anıt cami sizi karşılar.1661 yapımı Köprülü Mehmet Paşa Camii de büyük bir kubbeye sahip . Gerek kubbenin içindeki gerekse pandantiflerdeki kalem işleri ve taş işçiliği ortalamadan oldukça farklı bir tarzda. Fakat camii bunlardan daha çok bahçesindeki güneş saati ile tanınmakta. Saat bir restorasyon sırasında üzerine bir taş düşmesi suretiyle hasar alıyor ve tamirat için İstanbul'a gönderilen parçalar her nedense genelde olduğu gibi kayıplara karışıyor. Neyse ki Safranbolulular uyanık insanlar. Parçaları göndermeden önce kalıplarını alıyorlar ve parçaların gelmediğini görünce de eldeki kalıplar vasıtasıyla güneş saatini yeniden yapıyorlar.

 

Bir sonraki durak Cinci Hanı ve Hamamı. Kanuni ve Sarı Selim dönemlerinde kazaskerlik yapan cinci hocanın kasabaya kazandırdığı yapılar oldukça ihtişamlı. 1645 yapımı han iki katlı ve 63 odalı. Günümüzde de oldukça hesaplı bir fiyata otel olarak çalıştırılmakta.

 Bir sonraki camimiz Cinci Hamamı'nın yanında yer alan Kazdağlıoğlu Camii. 1779 yapımı cami yapılan restorasyonlar neticesinde özgünlüğü çoktan kaybetmiş. Ama kapıdaki ahşap  işlemeleri insanı uzun süre kendine bağlayabilmekte. Gece oldukça iyi aydınlatılmakta olan camiinin  yanında yörenin gezdirilmesinde kullanılan ufak araçlar yer almakta. Üç rota var. Bunlardan ikisi çarşı ve civarını gezdirmekte. Kısa olan 4 YTL. Bir diğer tur ise kasabanın dışına çıkıp su kemerine kadar turistleri gezdirmekte. Ama kesme taşların üzerinde bu araçlar gezmek ne denli rahattır tartışılır.

 

Kazdağlıoğlu Camii'nin tam karşısında İmren Lokumcusu yer almakta. Lokumcunun sahibi beyefendi gelen gruplara dükkanın üst katında kasabanın tarihi ve doğal güzelliklerini, kültürel yapısıyla ilgili bilgiler içeren bir slayt gösterisi yapmakta. Gösteri sırasında izleyicilere buz gibi bir bardak bağlar gazozu ikram edilmekte. Bilgiler oldukça ilginç ve yararlı olsa da gözlemlediğim kadarıyla büyük bir çoğunluk gazozu içer içmez dışarı kaçtığından pekte etkili olabildiğini sanmıyorum. Gösteri sırasında ve sonrasında sorulan bazı soruları bilen izleyiciler zerde, helva vb gibi yöresel tatları ödül olarak kazanabilmekte. Slayt gösterisi gerçekten faydalı; aklımda kalan iki anekdotu paylaşmak istiyorum. Safranbolu'da cevizli baklavanın göbek kısmı damada ait. Fakat bu kısma ceviz konulmuyor. Manası ise damadın sadece kızı aldığı ama kontrolün  hala kızın ailesinde olduğu şeklinde. Bir diğeri ise kasabanın içerisindeki bazı evlerinde kapılarında görebileceğiniz kapı tokmaklarıyla ilgili. Bazı kapılarda iki tokmak var. Üstte olan  ve genelde kalın bir halkadan ibaret olan tokmak pes bir ses verdiği için gelenin erkek olduğu, onun biraz aşağısında bulunan ve vurulduğunda tiz bir ses veren tokmak ise gelenin bir bayan olduğunu belli etmekte. Evlerin üst katında kapıya bakan bir çıkma bulunmakta. Üst katta oturanlar bu bölümden aşağıdakilere belli etmeksizin geleni kontrol edebilme, kim olduğunu anlayabilme  imkanına sahip oluyorlar.

 

Biz Safranbolu gezimizde Selvili Konakları'nda geceledik. Kazdağlı Camii'nden yukarı doğru çıktığınızda yolun solunda önce bir çeşme ardından Hamidiye Camii ve hemen yanında Selvili Konakları'nı görebiliyorsunuz.

 Hamidiye Camii üzerinde konuşmaya değer. Gerek cemaati ve gerek imamının iyi niyeti ve yardımseverliği camii kadar üzerinde konuşulacak bir konu. 1884 yapımı caminin hemen girişinde 2. Mahmut'a ait olduğu söylenilen bir tuğra bulunmakta. Bahçesinde çok sayıda dini şahsiyete ait mezar bulunmakta. Caminin planı tahminimce kareye yakın dikdörtgen olmalı. (Daha önceden saydığım üç caminin kare planlı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim) Caminin ahşap kaplı hariminin duvarlarında güzel hat örnekleri mevcut. İmam beyin açıklamalarına göre (her bir yazıyı gecenin geç saati olmasına rağmen üşenmeden çevirdi, açıkladı ama ne yazık ki tek kelimesini bile kaydedemedim) yazıların dini bir içeriği yok sadece öğüt tarzı vecizeler. Örneğin vaiz kürsüsünün solundaki yazı, kişi ne kadar çok şey bilirse bilsin Tanrının bilgisi yanında bir hiç olduğu gibi içeriğe sahip. Mihrap basit ama hoş bir boyama ama minberin ahşap işçiliği oldukça kaliteli.

 

İmam caminin bulunduğu yerde bir medrese olabileceğinden bahsetti. Dediğim gibi haziredeki medfunların çokluğu burasının alimlerce önemsenen mihenk noktalarından birisi olduğunu işaret etmekte. İmam tarafından bize gösterilen ve benim yıllarca gitsem farkına varmayacağım bir başka detay ise itkafhaneler. İtkafhaneler dervişlerin zikir için kendilerini kapatıp kendilerini zikre ve tasavvura adadıkları çok küçük odacıklar. Sözün özü bu yapı Safranbolu'dan bahsedilirken adı geçmeyen ama benim şiddetle görmeniz gerekli diye önereceğim bir yapı.

 Kazdağlıoğlu ‘ndan sol çapraz yolu takip ederseniz kaleye çıkıyorsunuz. Kale Bizans Dönemi'nde de ondan öne Roma Dönemi'nde de aynı görevi üstlenmekteydi. Zaten yaklaştıkça sıradan bir kuşatma ile pek kolay alınamayacağını anlayabiliyorsunuz.

 

Bizim akşam karanlığında gittiğimiz kaledeki yapıların aydınlatılması dört dörtlük. Hayatımın en zevkli gece çekimlerini  burada yapabildim. Özellikle sizi hemen girişte karşılayan hükümet konağı gerçekten zarif bir yapı.1904 yapımı binanın ardında Mehmet İzzet Paşa ‘nın yaptırdığı saat kulesi bulunmakta. Pek çok saat kulesi gibi kare planlı saat kulesinin Cuma, Cumartesi ve Pazar gezilebildiği söylenmekte. Saat kulesinin yapımı 1797.   

Bir başka güzel aydınlatılmış güzel yapı ise eski cezaevi binası. Bu yapıda 1906 da 2. Abdülhamit tarafından yaptırılmış. Bu binada çok güzel aydınlatılmakta. Zaten kasabada 2. Abdülhamit ‘in çok emeğinin olduğu gözlemleniyor. Üzerinde tuğrasının da olduğu, çarşı içinde bulunan güzelce bir çeşmesinden de bahsetmeden olmaz.

 Safranbolu'nun diğer kısmı Bağlar kısmı. Bağlar kısmı şehrin eski yazlığı. Tepede Ulucami olarak bilinen bir yapı var. Bu Ayastefanos Kilisesi olarak inşa edilmiş. Hikayesi yine Konstantinus ‘a dek dayanmakta. Hristiyanlığı yeni seçmiş olan Konstantinus ‘un annesi Kudüs'e gider ve bulabildiği her türlü kutsal nesneyi yeni başkent İstanbul'a taşımaya başlar. Bu nesneler arasında Aya Stefanos ‘un kemikleri de bulunmaktadır. Kervan Kudüs dönüşü Safranbolu'da şimdiki caminin olduğu tepelik alanda konaklar. Civardaki suyun şifalı olmasından dolayı imparatorun annesi dayanamaz ve buraya ilk kiliseyi kondurur ve zeminine azizin kemikleri gömülür. Zaten kilisenin civarı mübadele dönemine değin  Rum mahallesi olarak anılmış.

 

Bağlar yöresinde önemli ayrıntı, büyük bahçelerin içerinde çok katlı konakların oldukça ihtişamlı olması. Bir ana caddenin sağlı sollu sokaklarında pek çok buna benzer ev görülebilmekte.

 

Tabii ki Safranbolu bu anlattıklarımdan ibaret değil. Süre nedeniyle gidemediğimiz yerlerde yok değil. Bunların başında İncekaya sukemeri gelmekte. Bununda Sadrazam Mehmet İzzet Paşa'nın yaptırdığı söylense de Roma yada Bizans'tan kalma olduğu da iddialar arasında. Çarşıdan 7,5 km uzaklıktaymış.

Pek çok köyde  kaya mezarları bulunmakta. Tabii pek çoğu (belki de hepsi) yöre halkının emekleriyle patlatılmış ve yağmalanmış. Aşağıya belediyenin sitesinden bir alıntı koyalım.

 

İlk çağ tarihlerinde Paflagonya olarak bilinen yörede saptanan 116 kaya mezarının büyük çoğunluğu Karabük ili ve çevresinde yer almaktadır. Safranbolu´nun Gündoğan, Üçbölük, Hacılarobası ve Çavuşlar köyleri çevresinde Roma dönemine ait pek çok kaya mezarı bulunmaktadır. Bunların en önemlilerinden 4´ü Hacılarobası köyünde, 5´i Üçbölük köyünde bulunmaktadır. Bir temel kazısında çıkarılan Roma dönemine ait mezar alınlığı bulunmaktadır.

 

Bununla beraber yöre treking içinde elverişli. Kanyonlar boyunca yürümek eğlenceli olabilir. Zaten burada yer alan Vala Kanyonu'nun dünyanın en uzun kanyonu olduğu söylenmekte.

 

Yörede dünya çapında tanınan mağaralarda var. Bunların içinde en meşhuru Mencilis mağarası. Bulak Mağarası da denilen mağara kasabaya 9 km uzaklıkta. Ayrıca Ağzıkara ve Hızar Mağaraları ilgililerince bilinmekte.( Bir dahaki sefere en azından Mencilis ‘e girmek ekipman sağlayabilirsek başka birinde ilerlemek planlarımız arasında)

Yorum Gönder

0 Yorumlar