Yol üzerinde bir noktada kahve molası veriyoruz. İlerilerde bir tepenin üstünde yıkık bir kale seçiliyor belli belirsiz. Burası Filippoi Antik Kenti'nin kalesi olmalı.
Mağaralara girmek için bir köyün içine yöneliyoruz. İçinde
yaşayan kimseyi görmediğimiz köyü turladıktan sonra mağaranın otoparkına ulaşıp
aracı park edip mağara girişine doğru yürümeye başlıyoruz.
Adam başı 7 euro verip mağaraya giriyoruz. Mağara oldukça
güzel bir şekilde organize edilmiş. Öncelikli olarak mağarayı bağımsız bir
şekilde gezemiyorsunuz. Bu da kafasına göre takılan meraklı kitleyi ve mağaraya
verebilecekleri zararı minimuma indiriyor.
İçeride başlangıçtan başlayan bir platform bulunmakta. Tüm
gezinizi kimi zaman akarsuyun üzerinde kimi zaman kıyısında olacak şekilde bu
platformun üzerinde yapıyorsunuz. Aydınlatması
çok iyi ve bizim mağaralarda aydınlatmanın olduğu yerlerde yaşanan yosunlaşma
problemi de yok. Rehber kadına bunu nasıl başardıklarını sorduğumda çok büyük
masraflı özel bir sistem kurulduğunu söyledi. Sonuçları ortada, aydınlatma
olayı sıfır problemle çözülmüş.
Dönüş yolunda başka bir kısma geçiliyor. Burada bir çöküntü
alanı var. Kafanızı kaldırıp yukarı baktığınızda gökyüzünü görebiliyorsunuz. Bu
kısımda bir zamanlar yer alan su değirmeninin daha bir güncel halini görme
imkanınız var. Burada bir su değirmeni varsa 1952‘de mağara keşfedildi söylemi
biraz tutarsız geliyor bana.
Osmanlı döneminde Sefarad Yahudileri şehre yerleştirilmiş.
İkinci Dünya Savaşı'nda Bulgar ordusu Yahudileri toplamış ve hiç biri geri
dönememiş.
Her Drama görselinde yer alan havuzların olduğu parka kadar yürüyoruz. Büyücek bir park. Çok daha büyük bir park ise Agias Varvaras adı ile biliniyor. Burada pek bir numara yok aslında. Aradaki sokaklardan dalıp Bizans surlarına göz atmaya çalışıyoruz. Binaların arkasında yada boş alanların içerisindeler. Bir tanesine yakından bakmak istediğimizde ise köpeklerden oluşan bir grup yolumuzu kesiyor. Uzaktan fotoğraf çekerek işimizi görmüş oluyoruz.
Dönüşe geçmeden önce meşhur 'Drama Köprüsü 'nü bulmanın
derdindeyiz. Debreli (günümüz Makedonya'sının Debar şehri) Hasan isimli asabi bir
abimiz askerliği sırasında bir subayı öldürüp dağlara kaçar. Yolu Drama'nın
dağlık yörelerine dek ulaşır. Efsaneye göre halka zulmeden Rumları da vurup
öldürdüğü için halk kendisini benimser. –Benimsemeyince rum zannedilme riski de
var sanırım, neyse- Zamanla Abdülhamit de kendisini affeder.
“Drama
Köprüsü Hasan, dardır geçilmez” ve “Soğuktur suları Hasan
bir tas içilmez” mısralarından yola çıkarak Drama'ya su taşıyan,
şehir dışında kalan Osmanlı dönemi su sisteminin köprüleri olduğunu
düşünüyorlar. Buna dair bir iki fotoğrafları da var.
Biz de Sadettin Teksoy programları ile büyümüş bir nesil
olarak bu gizemi çözmeye ant içip yola koyulduk.
Devam ediyoruz. Yolun solunda bir su kemeri parçası gibi bir
şey var. Arabayı usturuplu bir yere park edip yakından bakmaya gidiyoruz.
Etraftaki böğürtlenleri yağmaladıktan sonra yolumuza devam
ediyoruz. Hedef Kavala. Önce Kavala girişindeki seyir alanında şehre bakıyoruz.
Ne zamandır, belki de bir onbeş senedir kalesine çıkmıyorum. Şehir merkezine
inip oradan eve, Gümülcine'ye dönüyoruz.
0 Yorumlar
Yorumlarınız