Ben Gurion havalimanını yukarıdan gördüğümde bu kadar büyük
bir yer ile karşılaşacağımı hiç düşünmediğimi fark ettim.
Tel Aviv ‘e indik. Sorunsuz bir yolculuk oldu ama giriş prosedürleri gözümü korkutmuyor değil. Gerçi vize alımı sırasında denk geldiğim insanlar artık sorun olmadığını söylemiş olsa da internetten okumuş olduklarım farklı telden çalıyor. Eşim insanların abarttığını söylüyor daima.
Ben daha öncekilerden duyduğum rivayetlerin huzursuzluğu
içindeyim. Ama henüz yamuk bir şey görmedik. Pasaportları görevliye veriyorum.
Hiç bir şey sormadan ve damga bile basmadan pasaportumu bana verdikleri mavi
bir barkod ile beraber iade ediyorlar.
Gerçi İsrail vizesini almakta sorun olmamıştı. Levent'teki vize bürosundan ücretsiz olarak almıştım vizeyi. Gerçi rivayetlerin haddi hesabı da yoktu. Çırıl çıplak soyulacağımdan bahsedenler bile vardı. Hiç biri olmadı, bir iki ıvır zıvır sorudan sonra aldıkları pasaportumu bir hafta sonra bedavadan vize yapıştırarak verdiler. Tek kötü yanı da bu vizenin pasaportuma yapıştırılması oldu. Tüm ısrarlarıma rağmen vizeyi bağımsız bir kağıda işlemek yerine pasaportuma yapıştırarak pek çok ülkeye gidişimi engellemiş oldular.
Neyse, Ben Gurion Havalimanı oldukça büyük. Bununla beraber
boş yerlerin çokluğu nedeniyle rahat hareket edebiliyorsunuz. Girişte
aranmadık. Hızlıca pasaportlarımıza bakıldı ve girişimiz tamamlanmış oldu.
Alışveriş merkezinde, dinlenme, tuvalet ve serinlik gibi tüm
ihtiyaçlarımızı sağladıktan sonra dışarı
çıkıp yolun karşısındaki otobüs duraklarına ulaştık. İlk gözlemlerim şu şekilde
diyebilirim. Sıcak. Çok fazla asker var. Kadın askerler kerhen orduda sanırım.
Sıcak. Otobüs durakları ana baba günü. Çok sıcak.
Otobüs durağına varıyoruz. Binmemiz gereken otobüs artık
yok. Hangi otobüs gidiyor diye sağa sola soruyorum ama insanlar pek yardımcı
değiller. Dönüp bakılmıyor bile. Neyse ki bisikletli, sonradan Romanyalı
olduğunu öğrendiğim bir adam bana yardımcı olmayı görev bilip bu sorunun
çözülmesini sağlıyor.
Sahile yakın bir yerde olduğumuz için pek çok araç geçiyor. Buz gibi soğutulmuş bir otobüste seyahatin bedeli 6 şekel. 100 şekel de verseniz tam para da verseniz şoförler tavır yapmaksızın işlerini yapıyorlar.
Otele giriyoruz. Kaldığımız en pis yerlerden birisi. Ama
denize bir sokak uzakta ve oldukça pahalı bir şehir olan Tel Aviv ‘in geneline
göre oldukça hesaplı. Tel Aviv'de oda fiyatları oldukça yüksek ve ek olarak
kalış başına kişi sayısınca sağlam bir de temizlik bedeli ekleniyor. Burada bu
yoktu. Zaten içerideki tozlar o kadar kalınlaşmıştı ki etrafında hareket
ettiğinizde uçuşmuyordu bile. Topu topu iki gece dedik verdik parayı.
Hemen yakınlardaki bir marketten alışveriş yapıyoruz. Ülkede
domuz eti yasak olduğu için ilk kez yurt dışında rahatlıkla bir şeyler alabilmenin mutluluğu
içindeyim. “Bu adamlar anasının gözüdür, halkına kötü bir şeyler yedirmezler”
düşüncesi ile turluyorum rafların arasında. Fiyatlar epeyce yüksek. Neyse ki süt
ürünleri çeşitli ve genele vurulunca hesaplı kalıyor. Yiyecek işi halledildi.
Hemen yakındaki plaja doğru yakıcı güneşin altında ilerliyoruz. Üç beş bir şey verip bir şemsiye ve iki şezlong tutup denize giriyoruz. Şok. "Dışarısı bu denli sıcakken donar mıyım?" diye kendime sorarken daha ilk girişte suyun dışarıdan pek bir farkı olmadığını anlıyorum. Dolu bir küvette yüzer gibiyim. Su çok sıcak. Rüzgar da yok. İncecik kumlardan bir kale inşa ediyoruz hemen. Kumun kalitesi harika. İnsanları izliyorum. Kimse kimseyle ilgilenmiyor. Turist de pek yok. Bununla beraber İsrail, dünyanın türlü bölgelerinden topladığı Yahudilerden bir Babil yaratmış. Herkes ayrı bir dil konuşuyor. İnsanların dertten uzak ama birbirlerinden uzak olduğunu fark ediyorum.
Üç dört saati sahilde geçiriyoruz. Tel Aviv çok genç bir
kent. Bölgenin merkezi Hayfa iken yüz kadar fanatik Alman yahudisi burada
yüzyılın başlarında bir koloni kurmak istiyorlar. Dönemin Osmanlı hükümeti
herkesin delice diye küçümsediği bu çabayı umursamaksızın izni veriyor.
Kumulların arasında önce evler kuruluyor, bir şekilde temin edilen su ile
bahçeler oluşturuluyor.
Cehennemi sıcakta dönüyoruz. Sıcaklık ve boğucu nem şehri
yaşanmaz hale getiriyor. Odaya dönüp klimanın yakınlarında vakit öldürüyoruz.
Uyuklamak mümkün değil. Gün batıyor nihayet.
Akşam tekrar sokaklara atıyoruz kendimizi. Odada erimektense sokaklarda kaybolmak daha eğlenceli olacak gibi. Birkaç saat öncesi ile tek fark tepemizde bizi kızartmaya ant içmiş bir güneşin olmaması. Onun dışında sıcaklık aynı nem ise daha da artmış durumda. Her adımımda eriyorum gibi hissediyorum.
Tel Aviv yüz yılı yeni aşan kuruluşu ve topu topu yetmiş
yıllık şekillendiriliş öyküsü ile yaşasa da iç kesimlerdeki binalar Beyrut
sokaklarını andırıyor. Ülkede bir teknoloji ve tüketim çılgınlığı var ama o
Ortadoğululuk halen devam etmekte. Kırmızı ışık bir engel değil. Sokaklarda çok
sayıda hırpani evsiz de var. Ama ne kalabalıklar onları görüyor ne de onlar
kalabalığın pek farkında.
Paralel caddelerden birindeki büyük marketlerden birine giriyoruz. Nüfus yaşlandıkça yardımseverlik artıyor. Hangi su daha kalitelidir diye kendi aramızda konuşurken adamın biri yardım ediyor Türkçe. Türk sanat müziğine vurulmuş, anlamak için Türkçe öğrenmiş ve defalarca Türkiye'ye gelmiş. Kasada Türk olduğumu anlayan görevli tokalaşıp “Fenerbahçe” diyor. Sorun olur mu derken Türk olmanın meyvelerini topluyorum. Torbaları doldurduk. Yeni arkadaşlarımızdan güçlükle ayrıldık.
Sokaklar artık gençlerin. Epey yürümüşüz. Son yaşlılar köpekleri
ile evlerine çekilmenin derdinde. Çiftler gayet rahat takılıyorlar ortalıkta.
Yahudi şeriatı buna ne diyor dediğimde bana “Tel Aviv ayrı, İsrail ayrıdır”
diyorlar. “Cumartesi Kudüs'te görürsün, merak etme” diye takılıyorlar.
Tel Aviv her telden çalan insanları ve onların yarattığı
kültür ile tezatların ve görmezden gelmelerin kenti olarak aklımda kalacak.
0 Yorumlar
Yorumlarınız