Son gün ise Selçuk taraflarını gezerek dönüş yoluna geçtik. İlkin, Kuşadası sahillerini dolanarak yola koyulup meryem ana evine uğradık. Aslında meryem ana ‘nın israil'den kaçışı sırasında uğradığı iddia edilen pek çok yer var. Hemen hemen Akdeniz'e sahili olan tüm hristiyan devletlerde bir iki sahil kenti yada kasabası bu konuda bir şeyler ortaya atmış durumda. Bunun rivayetinde meryem ananın öldüğü yerin deniz kıyısında bir tepede olduğu yatmakta. Elbette bir iki detayı daha var unuttuğum. Stigmatalardan bir rahibe kadın Anna Katerin Emerick ölürken burayı tarif etmiş. Papazlarda önceleri gizlice sonraları da Osmanlı'nın aczinden dolayı aleni etrafı kazabilmişler.
Çıkışı zor. Turla gelmiyorsanız merkezde taksiye binmek dışında bir şansınız yok. Dini bütün hristiyanların tepeye yürüyerek çıktığını duydum. Ama çıkışınız sırasında Efes ‘in de yanından geçip gidiyorsunuz.
Aslında pek bir numara yok. İki
odalı küçük bir şapel. Oldukça yaşlı bir rahip ile neredeyse meryem ana ile
çağdaşmış gibi görünen bir rahibe var. Bunlar bu küçük mekanda fotoğraf
çektirmiyorlar. Zaten fotoğraflanacak bir şey de yok. Sadece isterseniz mum
yakabileceğiniz yerler var.
Dışarıda ise insanların
dileklerini yazıp astıkları bir duvar var ki kağıt kaplanmış gibi görünüyor.
Ayrıca içene para, aşk, sağlık verdiği söylenen bir çeşmedeki üç ayrı musluktan
su içebiliyorsunuz. Rivayete göre meryem ana döneminden kalma bir su bu. Güncel
rivayetler ise belediye tarafından döşendiğine dair.
Buradan Efes ‘ e doğru dönerken yolun solunda büyükçe bir Meryem Ana heykeli daha var.
Şimdi
Efes'teyiz. Roma zamanında uzunca bir süre dört büyük kentten biri olan
Efes'teyiz. Daha İstanbul bile bir kasaba iken Roma, Antakya ve İskenderiye ile
birlikte en büyük dört kentten biri burası. Defalarca başına felaketler gelen
bir kent. Tarihi MÖ. Üç binlere dek inmekte. İonyalılarca geliştirilmiş
,Romalılarca limanı dolana dek gözde bir kent olarak kullanılmış. Sonrasında
Aziz Yuhanna ( kimi St. Jean demekte direniyor ) ‘nın yaşadığı söylenen noktada
Justinianus ‘un günümüzde Selçuk Kalesi taraflarında kalan Ayasuluk tepesinde
yaptığı bazilikanın etrafına taşınmışlar. Sonrasında da bir iki kez Selçuklular
ve Bizanslılar arasında gidip gelmiş yöre.
Büyükçe bir yer olduğu için yanılma imkanım var. Bununla beraber girişte küçük bir tiyatrosu var. Tabi bu küçük tiyatro en az 5,000 kişilik. Burada bouletarion ve çeşitli agoralarda görülebilmekte. En ünlü agora ise devlet agorası. Burada devlet kontrolü altında dini ve politik tartışmalar yapılabilmekteymiş. Agoranın ortasında bir tapınak ,batısında da Pollio çeşmesi ve çeşmeye ait bir havuzun olduğu biliniyor. Bouletarion yani meclis binası zamanla konserlerin verildiği bir odeon ‘a dönüşmüş.
Buradan
limandaki agoraya değin uzanan caddeye Kuretler Caddesi denilmekte.
Sağda solda korint tarzı sütun
başlıklarının üzerinde durmakta olan taşlar ve bunları taşıyan sütunlar sizleri
selamlamakta.
Yolun sonunda birbirlerine yakın evlerin yanından geçiyoruz. Önlerinde zemini mozaikli yollar var. Bu yollara Roma döneminde plaza denilmekte. Allahtan günümüzde bu yollarda yürünmesi yasaklanmış durumda. Bu yolların alttan ısıtması olma ihtimali var. Ama en azından bulduğum bilgiler evlerin alttan ısıtmalı olduğu yönünde. Bu da şehrin altının tünellerle bir ağ gibi örülü olduğunu gösterir. Evlerin orjinali üç katlı.
Efes ‘in meşhur mekanlarından
birisi de umumi tuvalet. Kadınlı erkekli grupların toplu halde sosyalleştikleri
mekanlar. Ayaklarının altından ince bir oluktan su akmakta ve Romalı arkadaşlar
bu suyyu süngerleri ile ıslatarak temizliklerini yapmaktalarmış. Pek steril
değil. Salgınların neden bu bölgelerde oldukça ölümcül olduğunun bir
göstergesi.
Dağınıkta olsa anlatayım. En
önemli yapılardan biri Celcus kütüphanesi.1.yüzyılda Aquila tarafından
yaptırılmış. Bir kütüphane olduğu kadar Aquila ‘nın Partlara karşı başarılarıda
üstlerde gösterilmekte. Girişte dört kutsal olguyu simgeleyen kadın heykelleri
var. Sophia (bilgelik), Episteme (bilgi), Ennoia (kader) ve
Arete (erdem). Ne yazık ki bu heykeller imitasyon. Orijinalleri Viyana'da. Kütüphanenin zamanında en zengin kitaplıklardan biri olduğu ve rafların kitap tomarlarının en az zarar göreceği şekilde hava sirkülasyonuna izin verebilecek şekilde dizayn edildiği aldığımız bilgiler arasında. Kütüphaneniz karşısında genelev binası var. Çift katlı. Alt kat kadınlara üst kat ise erkeklere hizmet veren odalara sahip. İşin ilginci kütüphanenin altından geneleve giden gizli bir geçidin olması.
Bir şehrin büyüklüğü imparator
adına bir tapınak yapılıp bunun bekçiliğininde şehrin kendisince yürütülmesinde
saklı. Efes bunu dört kez yaşamış.
Domitian ,Hadrian ve Trajan (dördüncüyü bulamadım ) adına yapılmış
tapınaklar mevcut. (Hadrian için yapılmış büyük bir çeşmede mevcut )
Buradan liman tarafındaki tiyatroya ulaşılıyor. Bu oldukça büyük bir tiyatro ve kapasitesinin 25,000 kişilik olduğu söylenmekte. Turistlerin önünde hoplayıp zıplayarak yeteneğimizin karşılığını alkışlarla da aldık. Şaka bir yana bu tiyatroda gladyatör dövüşleride yapılan gösteriler arasında. Geçen on yıl içerisinde Efes ‘te bulunan gladyatör mezarlığıda mekanın ilginçlikleri arasında.
Tiyatroya
doğru ticaret agorasından dik gelen bir cadde var. Bu caddeye doğru giderken
yolun solunda tarihin ilk reklamı olduğu iddia edilen bazı işaretler var.
Reklam genelevin reklamı. Parayı veren düdüğü çalar gibi mesaj taşıyor olmalı.
Ticaret caddesinin diğer adı
Arkadiene Caddesi olarakta geçmekte. Uzunca bir cadde. Boyu üç stadion (1800
ayak) kadar. Geceleri de kandiller ile aydınlatılmakta olan bu cadde daha
öncede dediğim gibi ticaret agorasına gitmekte.
Efes dediğim gibi çok büyük bir yer. Gez gez bitecek bir yer değil aslında. O nedenle ne kadar gezerseniz gezin ,unutacağınız pek çok ayrıntı olacak.
Buradan
turların klasiği olan yöresel çömlekçi dükkanlarından birisine uğrama olgusunu
yaşamak için girdik. Kapadokya'da tabakların üzeri verniklenirken burada tabaklar
önce cam tozu ile kaplanarak fırınlanıyor. Cam tozu fırında eriyerek tabağı
kaplayınca güzel parlak bir görünüm oluyor.
Buradan Yediuyurlar Mağarası'na
gidiyoruz. Anadolu'da pek çok yerde de olduğu gibi burada da bir yedi uyurlar
mağarası var. Burada kapalı bir mekan var ama kapısı parmaklıklarla
çevrilmiş. Aradan makinayı uzatarak bir iki çekim yaptım .Sağda hoş bir lahit
var. Yukarılarına çıkıp üstten bir poz almaya çalıştım. Fakat yüksek otlarda
olabilecek kene (ödleklik ) saldırısı nedeniyle cesaret edemedim.
Ama yamaçlarda çok sayıda mezar var. Girilmedik yağmalanmadık bir tane bile olduğunu sanmıyorum. Hatta Maria Magdelena'nın mezarının bile burada olduğu söylenmekte.
Son durak Şirince. Selçuklu
fethinden sonra yerleştirilen Bizanslılar yöreyi başkaları ile paylaşmak
istemediklerinden nasıl bir yerde yaşadıkları sorularına “çirkince” diye yanıt
vermişler. Ama eski adı kirkince. 1930 ‘larda İzmir valisinin talimatı ile adı
Şirince'ye çevrilmiş. Şimdilerde pek anlatan olmasa da Yunan işgali sırasında
köyün rum ahalisi pek bir memnun pek bir mutlu olmuş. Neyse işgalciler sepetlenince
büyük bir kalabalıkta kendilerinin yaptıkları başlarına gelir korkusuyla
Yunanistan ‘a kaçmış. Kalanlarda mübadele sırasında Kavalalı ve Selanikli
Türkler ile yer değiştirmiş.
Selçuktan yaklaşık on
dakikalık bir yolu varsa da yol oldukça dolambaçlı ve kaza olduğunda da manevra
yapılma ihtimali düşük olduğundan epeyce beklenmek zorunda kalınıyor.
Şu sıralar şaraplarıyla meşhur bir yer. 1-9 Eylül arasında şarap festivalleri yapılmakta. Yörede her türlü meyve şarabı yapılmakta. Gezimiz sırasında eski rum okulu olan şarap evine uğradık. Şarap tadımı yapılıyor elbette. Ben bilindiği gibi, şarap gibi alkollü içkilerden uzak bir insan olmama rağmen özellikle karadut şarabının kokusu epeyce beni ikileme düşürdü.
Bu
yapının terasından klasik Şirince manzarası alınabilmekte.
Buradan alışverişimizi yaparak
köyün çarşısına süzüldük. Benzeri pek çok yer gibi Şirince çarşısında da
yöresel sabunlar, el işi örgü çanta ,elbise gibi giyim eşyaları ve zeytinyağı
vb satılmakta. Evler genelde beyaz. İki kilisesi var. Gidemediğim için net bir
şey diyemiyorum ama Aziz Dimitrios ortodoks ,vaftizci Yahya ise katolik
kiliseleri imiş. Bir rum köyünde iki karşıt kilisenin bir arada durması bana
gerçek dışı göründü.
Yoksa benim gözümde İstanbul'daki Polonezköy gibi bir yer. Fazlaca bir farklılığı yok ama reklamı oldukça iyi yapılmakta. Sit alanı kapsamında olduğu için binalarda tamirat ve tadilatlar özel izne bağlı.Halkta bundan epeyce bezmiş. Yapılaşmanın serbest olmasını istemekteler. Acaba yapılaşma serbest bırakılsa burada da ipin ucu kaçacak mı yoksa yerli halk turizmin yaşayabilmesi için gerekli dengeyi kurabilecek mi?
Sonuç olarak bu gezi oldukça
yoğun ve bir o kadar da yorucu idi. Sadece Selçuk ve etrafının gezilmesi başlı başına bir etap.
Selçuk ‘un içerisinden geçerken bile pek çok Selçuklu ve ilk dönem Osmanlı
tarzı hamam ,cami vb görülebilmekte. Fakat bunların içerisinde en ünlüsü
Aydınoğlu İsa Bey ‘in yaptırdığı cami.
0 Yorumlar
Yorumlarınız