Satyricon ‘da “işler ters gitmeye görsün ” diye başlayan bir
bölüm vardır. İşler hele bir ters gitmeye başlasın durdurmak epeyce güçleşir.
Bizim içinde durum pek farklı olmadı. Saat 9 gibi çıkarız,
kendi başımıza gezeriz derken, nasıl olsa turda bizi götürüyor; gidiş dönüş
ulaşımı için boşa masraf yapmayalım dedik. Demez olaydık J
Kısaca ama çok kısaca Floransa'dan bahsedelim. Etrafı epeyce
termal ile dolu olduğu için Romalılar lejyonerlerin dinlenebilmesi için burada epeyce kaplıca kurmuşlar. Şehir
Fiorentia adıyla Ceasar tarafından kuruldu. Böylece lejyonerler Roma'dan hem
uzak tutulmuş hem de gerektiğinde çabucak toparlanacak kadarda yakında
bekletilmiş. Tipik Romalı aklı.
Roma'nın batı kıyısı dağılınca tüm Toscana da zamanla şehir
devletleri kurulmuş. Floransalılar bankacılık ve dokumacılık ile uğraşan bir
cumhuriyetken Medici ailesi başa gelmiş ve akılcıl hamleler ve entrikalarla
ilkin diğer Toscana şehirlerini gerek savaşlar gerekse zorlamalarla kendilerine
bağlamışlar. Mediciler döneminde şehir rönesansın başkenti olmuş. Maddi güç (ki
ilginç örneklerine yer vereceğiz ilerleyen satırlarda) pek çok sanatçının
buraya gelmesine yada getirtilmesine vesile olmuş. Bunların başında Medici
ailesinin yanında yaşayan ve onların istediği tüm eserleri yapan Michaelangelo
gelmekte.
Şehrin simgesi zambak çiçeği. İtalyanlar Firenze demekte.
İtalyan birliği kurulduğunda ilk başkent burası olmuş. İtalyancanın en iyi
konuşulduğu yerin burası olduğu söylenmekte. Ayrıca Floransalılar parayla o
kadar içli dışlı olmuş ki bugün pek çok ülkenin para birimi olan Florin şehrin
adından türemiş.
Otobandan Toscana ‘nın dağlarını, tepelerini aşarak bir
müddet yol aldık. Yol kenarlarında büyük saksılar içinde ağaçlar sıralanmış.
Öğrendik ki İtalyada orman yangınlarından sonra devlet bu adamlardan yetişkin
ağaçları alıp yanık bölgelere ekermiş. Böylece orman alanının geri kazanımı
daha başarılı ve hızlı olmakta. Neyse Floransa ‘ya geldik ama şehrin girişini
bulamadığımız için şoförümüz sayesinde epeyce zaman kaybettik. Trenle gitmiş olsaydık
şehir içinde yaklaşık 12 km. lik bir yürüyüşle kendi göbek bağımızı kendimiz
kesmiş olacaktık. Olmadı.
Şehrin banliyölerini, uyduruk mahallelerini bile gördükten
sonra şehrin doğu taradındaki, Arno kıyısındaki girişlerden birisinde
aracımızdan inerek turumuza başladık. Ancak şunu da söylemeliyim, o neresi
olduğunu bilemediğim mahallelerde de epeyce ilginç ama metruk kilise yada
manastır yapılarının varlığı söz konusu.
Önce Arno nehrinden bahsedeyim. Bir gün önce Pisada gayet
sakince akan nehir Floransa da biraz acımasızca akabilen bir nehir. Nehrin
geniş bir yatağı var. Vlatava ‘daki gibi taşkınlarda nehrin hızını
dizginleyebilmek için kimi yerlerine setler inşa edilmiş. Son büyük taşkın 1966
‘da olmuş. Suyun yükselişinin anısına bir plaket Santa Croce meydanının
köşesine çakılmış. Taşkın olacağı
yetkililer tarafından öğrenilince durum sadece Ponte Vecchio ‘daki kuyumcu
dükkanlarına bildirilmiş. Ölen sayısı için net bilgi yok ama tarihi eserlerin
aldığı zararın hesaplanması pek mümkün değil gibi.
Neyse nehre dönelim. Güney kıyısında, nehir boyunca dizili
duran ve bakıma ihtiyacı olduğu her halinden belli binalar ve nehir yatağının
kenarında birikmiş toprak alanlarda balık tutan yada tutarmışcasına takılan
kişiler güzel manzaranın parçaları.
Ayrıca bulunduğumuz noktadan nehrin iki kıyısındaki Roma
dönemi iki burç görülebilmekte. Hoş bir detayda şu. Nehir kıyısındaki
aydınlatma direklerinde lambaları taşıyan direkleri bir kaplumbağa
sırtlamakta.
Şehre doğru yürüyoruz. Solumuzda Arno, askeri hapishaneyi geçtikten
sonra önce kütüphanenin güzel binasının önünden geçip Santa Croce meydanının
önündeki meydana ulaşıyoruz. Santa Croce kutsal haç anlamına gelmekte. Beyaz,
İtalyan mermeri dediğim malzemeden neo gotik tarzda bir ön cephesi var. Üç
giriş kapısı bulunmakta ve alışıldığı
gibi ortadaki kapının gerek işlemeleri gerekse üstündeki mermerleri diğerlerinden
daha da güzel ve zarif. Çan kulesi 1512 ‘de yıldırım çarpması sonucu yıkılınca
1842 ‘de bu görülen kule inşa edilmiş.
Güzel görünümü, dünyanın en büyük Fransisken kilisesi olması gibi
özelliklerinin yanısıra Floransalı Galileo, Machiavelli, Michaelangelo gibi pek
çok ünlüye de son uykularında eşlik etmekte. Kilisenin içine giremedik. Önünde
epeyce bir sıra olduğu için sonra gireriz dedik, giremedik. Böylelikle Stendhal
sendromuna yakalanmaktan da kurtulduk. Gerçekten de böyle bir hastalık var.
Stendhal efendi Floransa'ya gelip de duomoydu, campanileydi deyip gezip
birde buraya gelince başı dönmüş kendinden geçmiş. 1979 ‘da literatüre girmiş.
Kilisenin önünde pek çok İtalyan şehrinde de olduğu gibi
pastel rengi binalarla çevrili bir meydanı var. Bu meydanın
- kiliseye göre- solundaki binada beyaz
üzerine epeyce hoş kalem işine benzer bir çalışma ile desenler yapılmış. Meydanın
bir başka özelliği ise
rugby benzeri bir
oyunun neredeyse yüzyıllardan beri oynanıyor olması. Hatta oyunu oynayanların
arasında papaların, asillerinde olduğu söylenmekte. Haziran ayının üçüncü
haftası bu etkinlik yapılmakta.
Buradan Signora Meydanı'na ulaşmak için yola düşüyoruz. Dar
sokaklardan birinden geçerken şehrin adliye sarayını görüyoruz. Gerçekten
harika, saray gibi bir bina bu.
Signora Meydanı şehrin kalbi. Tahminimce Floransa insandan
çok heykel barındıran bir şehir. Meydan bir çok heykel ve anıta ev sahipliği yaptığı gibi Savonarola gibi önemli kişilerin
idamlarına da ev sahipliği yapmış.
Önce arkadan Fontana di Nettuno ‘yu görüyoruz. Ammannati
tarafından 1575 yılında Toskana
devletçiklerinin deniz zaferlerini nitelemek amacıyla yapılmış. Dört atın
çektiği istiridyeden bir arabanın içinde Neptün görülür. Yanında 1. Cosimo ‘nun
at üzerindeki heykeli bulunur. Cosimo için Medicileri tefecilikten otoriter bir
güce kavuşturan adam denilebilir. Paraya hükmeden herkes gibi biraz deli, biraz
menfaatçi ama tamamen fırsatçı bir kişiydi. Kimseye güvenmediği için Palazzo
Vecchio ‘ya kadar karşıdaki Palazzo Pitti ‘den gizli bir yolu Vasari ye
yaptırdı. Paranoyaklığı nedeniyle karısıda dahil pek çok kişiyi ortadan
kaldırdı. Bir kuşak öncesinde gelen Lorenzo ‘da pek farklı değildi. Fatih ‘in İtalya
seferini haber alır almaz hemen ön tarafında Fatih ‘in arkasında kendi yüzünün
yer aldığı altın paraları bastırmıştı.
Neyse Palazzo Vecchio yani eski saray günümüzde de belediye binası
olarak kullanılmakta. Medici zamanında yüksek çan kulesindeki çan çalınır ve
halkın meydana dolması sağlanırdı. Bu şekilde şehrin yöneticisi (yani herhangi
bir Medici) halka alınan kararları bildirmekte. Sarayın girişinin hemen
üzerinde Toscana kiliselerinin hepsinde bulunan YHS yazısı bulunmakta. Bu
İsa insanlığın kurtarıcısıdır anlamına
gelmekte.
Ayrıca sarayın dış duvarlarındaki çıkmalarda Toskana'da yer
alan ve Floransa'ya tabi olan şehir devletlerinin armalarını görebilirsiniz.
Fakat meydanın en güzel köşesi Loggia dei Lanzi ‘nin altındaki
heykellerle dolu kısım. 1382 yılında Orcagna tarafından tasarlanmış. Burada
Cosimo ‘nun silahlı muhafızları yer alırmış. Buradaki en ünlü heykellerin
başında Giambologna ‘nın yaptığı Sabinli kadınların kaçırılışı heykeli. Bu en sağda yer almakta. En solda ise Cellini tarafından yapılmış
Perseus heykeli var. Bu Cosimo ‘nun düşmanlarının başına gelenlerin
nitelendirilmesini güden bir eser. Arka
sırada ise Roma imparatorlarına ait olduğu sanılan heykeller var. Alana giriş
için iki Floransa aslanının arasından geçmeniz gerekli.
Ayrıca arayın girişine yakın Davud heykelinin replikası
görülebilir.
Uffizi ‘ye yöneliyoruz. Uffizi ofisler demek. Cosimo ‘nun
çalışmalarını yapabilmesi için kullandığı bu mekanın da tasarımı Vasari ‘ye
ait. Buontalenti ve Parigi de çeşitli
eklemeler yapmış. İçerisinde pek çok meşhur eser sergilenir. Boticelli ‘nin Venüs ‘ün Doğuşu da bunlardan biridir.
Ponte Vecchio ‘ya doğru giderken Uffizi ‘nin revaklı
koridorlarının altından geçmeniz gerekiyor. Burada çeşitli kılıklara girmiş çok
sayıda sokak tiplemesi görülmeye değer. Ama revakların altında, duvarlardaki
nişlerde Medicilere ait çok sayıda heykel görülebilir.
Ponte Vecchio yani namı diğer eski köprü. Kendi gibi
dünyadaki üzerinde dükkanlar olan dört köprüden en meşhuru. Bizde bunun ufak
bir versiyonu olan Irgandı Köprüsü var. Köprü ilkin 972 ‘de ahşaptan yapılır ama 1117 ‘de
seller götürür. Ardından taş destekli yapılan köprüde 1333 ‘de yangına kurban
gider. 1345 ‘te bu son hali inşa edilir ve 1565 ‘te Vasari koridoru ekler. Yapıldığında kasaplar, dericiler ve aşk
tacirlerinin yer aldığı dükkanlar 1.Ferdinando zamanında boşaltılıp kuyumcular
vb yerleştirilmiş. Santa Trinita köprüsüne bakan taraftaki boşlukta Cellini
diye birinin büstü var. Bunun ilginçliği ise üzerindeki kilitler. Bir kilit
asıyorsunuz ve bir daha geldiğinizde bulup açıyorsunuz.
Buradan duomoya gitmek için gene sokaklara dalıyoruz. Piazza
della Republica meydanından geçiyoruz. Burada zafer takı gibi kemerli devasa
bir yapı iki benzer binayı birbirine bağlıyor. Başkaca bir numarası yok.
Artık duomo ile yüz yüzeyiz. Önce tam önünde yer alan Vaftizhaneyi
anlatalım. Dante gibi önemli kişilerinde vaftiz edildiği yapının tarihçesi 4.
yy ’a dek uzanmakta.Yapının kapıları meşhur. 1401 ‘de şehrin vebadan
kurtuluşunu kutlamak için bir yarışma açılır. Yarışmaya büyük sanatçılar
katılır ve yarışı Ghiberti kazanır. Kuzey kapılarını 21 yılda tamamlar. Bunun
üzerine günümüzde Cennet Kapıları da
denilen doğu kapılarını yapmaya başlar ve bunu otuz senede tamamlar. Kapı on
rölyef panoyu içermekte. Panoların hepsi incildeki temaları betimlemekte.
Kaynaklarda bronz olarak geçen ama benim altın sandığım kapıların orjinalleri
duomonun müzesinde sergilenmekte.
Duomodan behsedelim. Asıl ismi Santa Maria del Fiore yani
çiçeklerin aziz meryemi. Ön yüz sayısız heykeli barındırmakta. Ana giriş
kapısının da bir başyapıt olduğunu söylemenin pek gereği yok. Yapının inşaatı
1296 ‘da Cambio tarafından başlanmış ve yaklaşık 150 yıl kadar sürmüş. Dev
kubbeyi Brunelleschi 1463 ‘te tamamlamış. Doksan metre yüksekliğinde, 37,000
ton ağırlığında ve 4 milyon kiremitten oluşan bu kubbe için kimi kaynaklar kubbenin 16 yy.da çöktüğünü , 19
.yy da ise aslına sadık kalınarak tekrar yapıldığını yazmakta. Ama arada geçen
zaman zarfında kubbenin durumu hakkında bir bilgi yok. Kubbenin içindeki Son Yargı frekleri Vasari tarafından
başlandıysa da bitirmesi çırağı Zuccari ‘ye kalmış.
Kilisenin yanında Giatto tarafından yapılan çan kulesi yer alır. 1334
‘te başlanan kulenin inşası 1359’da mimarın ölümünden yirmiiki yıl sonra
tamamlanabilmiş. Kule renkli mermerle (pembe, beyaz ve yeşil ağırlıklı ) kaplı.
Buradan Dante ‘nin evine ve sıklıkla gittiği küçük kiliseyi
görmek için ara sokaklara tekrar giriyoruz. Labirenti andıran bu ara sokaklarda
7-8 kişilik küçük otobüsler işlemekte.
Tekrar duomo meydanındayız. Yemek yemek için bir yerler
arıyoruz. Fiorentina adıyla anılan kanlı biftek ve tagliata adında bir et
yemeği var. Tagliatayı denedik. Yok böyle birşey. Hıncal Uluç ‘un sayfalarca
yazı yazacağı, Evliya Çelebi ‘nin uğruna menkıbeler düzebileceği mükemmel bir
lezzet ama biraz pahalıca. Ama değer mi . Kesinlikle. İyice pişmiş iki kalın
biftek parçası roka gibi yeşilliklerin eşliğinde takdim ediliyor. Fakat et
kalın olmasına rağmen o denli iyi pişmiş ki ağızda hemen dağılıyor. Kesinlikle
denenmeli.
Floransa ilginçlikler, gizemler ile dolu. İstanbul ve Roma
gibi umulmadık yerlerde umulmadık sürprizlere gebe. Bunlardan birisi de San
Lorenzo kilisesi.
Kilisenin facade bölümü tam bir hayal kırıklığı. Öyle ki
kiliseye bakınca eskiliği yüzünden okunmakta. Giriş paralı ve belirli saatlerde
mümkün. Biz bu belirli saatlerin kapsamının dışında kaldığımızdan giremedik, o
ön yüzün yarattığı hayal kırıklığı nedeniyle de sonra döneriz bile demedik. Ama
aslında bu kilise oldukça önemli bir yapı. Başta 1.Cosimo olmak üzere Medici
familyasının mezarları bu yapıda saklı. İçerisinde Brunelleschi, Michaelangelo
gibi ustaların yaptığı ,elinin değdiği pek çok yapıt bulunmakta ve duomonun çan
kulesinden bakıldığında epeyce büyük bir yer kapladığı görülüyor. Buna karşın
ön cephede özellikle demir parmaklıkların ardında kalan ahşap kapı güzel ama
çokta zarif bir görünümü yok.
Buradan geçerken yine vaftizhaneye uğradık. İçine girmedik. Sadece
kapısından içeri girdik, turnikenin önünden deklanşöre basarak fotoğraf çektik.
İçerisi dışarıdan bakıldığından daha da büyük görünüyor. Tüm ikinci kat duvarları
ve özellikle tavan sarı ağırlıklı zeminin üzerine yapılmış dini resimler ile
kaplı. Tavan kubbe değil. Keskin hatlı üçgenler bir tepe noktada birleşmekte. Sütun
başlıkları altın havası vermesi için sarıya boyanmış. Ana duvarlar ise mermer. Pisano
‘nun adı burada da anılıyor.
Şimdi şehrin duomo ‘sundayız. Bu kez içini gezeceğiz.
Dış cephesi harika. Oturup saatlerce bakılacak
tarzda bir görünümü var. Bununla beraber
içerisi dış süslemesine oranla çok sade. Girişte tam arkanızda bir
astronomik saat var. Rehberin biri kalabalık bir İngiliz gruba anlatım yaparken
aralarına karıştım. Tıpkı akvaryumdaki küçük balıkların kendilerine etobur bir
balığın saldırısı sonucunda kitle halinde kaçışması gibi benden uzaklaştılar.
Başımı derde sokmayayım diyerek rehberi dinleme fırsatını kaçırmış oldum.
İç kısım dediğim gibi epeyce sade. Renkli camlar içerisinde bir iki
tane hoşuma giden örnek oldu. Onun dışında ilginç mekanlardan biri ana girişin
sağından aşağıya inen merdivenler. Buradan inerek kilisenin ilk yapıldığı
dönemden günümüze ulaşan kalıntılar görülebilmekte. Kilise ilkin 4. yy da
Germenlere karşı kazanılan savaşın şükranı amacıyla inşa edilmiş. Bu kısımda
paralı. Çok sayıda lahit kapağı vb var. Duvarlarda bizim Kalenderhane Camii'nin
altındaki bölmedeki tarzda freskolar da görülebilmekte.
Kilisenin en meşhur yeri kubbesi. Buna çıkabilmek için ise
hiç ilerlemeyen bir sırada beklemeniz gerekmekte. Floransa bekleyişler kenti.
Bir müddet bekledim, insanlara ne zamandan ber beklediklerini ve ne kadar
ilerlediklerini sordum. Onbeş metrenin bir saati aşkın zamanda geçildiğini öğrenince
de sonra geliriz diyerek Floransa'nın ara sokaklarını gezelim diye ekibi ikna
etmeye koyuldum.
Dev kubbeyi mümkün olduğunca gözden kaçırmamaya özen
göstererek önce annunziata meydanına ulaştık. Burada bizleri 1. Ferdinand
heykeli karşıladı. Heykel
Sn.Stephan
örgütü şövalyelerinin Trablusgarb kıyılarına yaptığı bir seferde bizim
korsanlardan ele geçirdiği bronz toplardan yapılmış. Önündeki levhada ayrıca
heykeltraşının bu heykeli 80 ‘li yaşlarını geçtikten sonra yaptığıda yazmakta.
Meydanda, heykelin gerisinde kenarlara yakın iki küçük havuz ve revaklı
duvarları olan binalar görülebilir.
Biz meydanda bakınırken ilerilerde iyi giyimli erkekler ve bir o
kadarda bakımlı kadınların oluşturduğu kalabalığa kapıldı gözlerimiz.
Kalabalıktan uzak durup öteki kapıdan içeri giriş yaptık. Şansımıza Annunziata
kilisesinin ölüler manastırı denilen kısmına girdik. İstanbul'daki San Pietro ve
Paolo kilisesi gibi bir yer. Yalnız ortasında bir kuyu olan avlunun duvarları
olsun, yürüdüğünüz yollar olsun hepsinde mezar kapakları vb var. Pandantiflerin
arasındaki yarıküreler ise gene dini motiflerin işlendiği resimlerle kaplanmış.
Burada bize musallat olan bir sarhoşu ekarte ederek kilise bölümüne girdik. Burası
da karanlık, kasvetli bir yapı. Yüksek duvarlarında pencere araları gene
resimlerle bezenmiş. Tam fotoğraf
çekerken kilise görevlisi içeri geldi ve hayvan kovalarcasına bizi dışarı
çıkartmaya çalıştı. Uzatmadık, çıktık. Özcan görevliye içeride dolanan sarhoşu
gösterince de adam umursamaz bir tavırla omuz silkti ve görmezden geldi.
Bir şeyler dönüyor diye Afşin Abi ile beraber kalabalığın
arasına giriştik. İnsanlar bize bakıyor ama bir şey demiyorlar. Ben çok
bakanları başımla selamlıyorum ve onlarda beni selamlıyorlar. Anlamadım. Önce
bir kapıdan içeri daldık. Sonra bir kapı daha. Demir parmaklıklar ile karşı
karşıyayım. Geri dönüp küçük kısma girip demin bizimle beraber dışarı çıkarılan
kız ile sessizce konuşuyoruz. Kız Alman ve protestan rahibesi. O da odada
olanlara bir anlam veremiyor. Sanki bir cenaze olacakmış yada konuşma
yapılacakmış gibi bir ortam. Afşin Abi'nin aşırı ısrarcı tavırları, bitmek
tükenmez soruları derken buradan da bu kez daha nazikçe çıkarılıyoruz. Tam
çıkarken duvardaki ilanı tıkladım.
Sacro militare ordine
costantiniano di san giorgio isimli bir şövalyelik örgütünün Toscana
yöresindeki yeni şövalyelerinin örgüte alınma merasimi imiş tüm bu tantana.
Adamlar geleneklerini sürdürmekte.
Buradan çıkıp sağa doğru döndük. Küçük bir meydan ve bir kilise. San
Marco kilisesi ve meydanındayız. Kilisenin girişinin üzerinde güzel mermer
rölyefler var. Yapılaşma İtalya'da standart. Her kilisenin önünde ortasında bir
heykel yada havuz olan küçük bir meydan bulunuyor. Bu kilisenin özelliği bir
zamanlar Savonarola ‘nın buradaki manastırda kalması. Bu papaz Floransalıları
Medicilere karşı bir ayaklanmaya hazırlar ve böylece Medicileri şehirden
çıkartır. Medicilerin yaptığı çoğu eseri ve kitabı ahlaksızlık, edepsizlik,
dinsizlik gibi nedenlerden ötürü yaktırır. Mantalitesine göre insan elinden
çıkmış her şey günah kaynaklıdır. Yararlı fikirleri de vardır. Floransa'nın 500
kişilik bir meclis ile yönetilmesini sağlar.
Fakat Mediciler aptal değildir ve her günahın ve hatanın bir bedeli
olduğunu bilirler. Roma bağlantılı bir entrika ile Savonarola ‘nın dine karşı gelip
peygamberliğini ilan ettiği şeklinde bir
dava ile hasımlarını indirip yaktırırlar. Mediciler böylelikle dine de el
atarlar ve aile üç te papa çıkarır.
Meydandan duomo tarafına giden yol üzerinde meşhur Academia
müzesi var. Müzenin en ünlü özelliği Michaelangelo ’nun Davut heykelinin
orijinalinin olması. İnanılmaz derecede uzun bir kuyruk var ve bu kuyrukta
ilerlememekte. Burayı da mecburen pas geçtik.
Tekrar duomo meydanındayız. Demin sırada bıraktığım
yüzlerden tanıdık kimse yok ama sıra aynı sıra.
Kubbeye çıkma imkanı yok. Giatto ‘nun kulesi denilen çan kulesine
çıkalım dedik. Eşim aşağıda kaldı. Ben daldım hemen. Ne de olsa serde çıkılmış
bilmem kaç minare var.
Geniş, rahat çıkılan merdivenlerden tırmanarak ilk terasa
vardım. Tam köşede küçük bir delikten daha da yukarılara çıkılan merdivenlere
ulaşılıyor. Çıkmadan yukarı Floransa ‘ya
bir baktım. Signora Meydanındaki Palazzo Vecchio ‘nun enteresan ama hoş kulesi
görülüyor.
Yükseldikçe görüş açısı genişliyor ve görülen yapı sayısı da
haliyle artıyor. Havranın yeşil kubbesi ve pek çok kule görülmekte. Ortaçağ
İtalyası'nda bir kule hastalığı var. Kuleler hem ailenin ekonomik ve askeri
gücünü gösteriyor hem de rakip ailelerin saldırılarına karşın onları korumaya
yarıyor. Kulelerin son kısımlarına dek delikler mümkün olduğunca dar. En üst
bölme hem savaş alanı hem de mutfak. Çünkü mutfakta yangın çıkarsa aşağıya
ulaşma imkanı bu şekilde sağlanabiliyor. San Gimignano, Bologna, Cenova ve
hatta bir İtalyan kolonisi olan bizim Galata ‘da vakti zamanında var olan çok
sayıdaki kulesi ile anılıyor.
En tepedeyim. Yukarılara çıkılıp da teraslar açıldıkça
merdivenler darlaşıyor. Son terasta nefesim kesildi ve gözüm karardı. Epey
yorulmuştum. Hele sırtlarında çantalarıyla o daracık koridorlardan geçen bazı
kafasız tayfayı saygıyla anıyorum. Çıkışın en güzel yanı, her ne kadar nefes
nefese kalsak da herkes aynı durumda olduğu için basit ama neşeli sohbetler
yapılabiliyor. Son kısımda camekanlı bir bölüm var. Buradan son balkona
çıkılıyor.
Buradan neleri mi görüyorsunuz. Söyleyeyim kısacası tüm Floransa'yı...
En yakında devasa kubbe ve tepesinde bir topun üzerindeki tahminimce altından
yapılmış bir haç. Kubbenin de bir balkonu var ve epeyce kalabalık. Bizden altı
metre daha yukarıdalar. Öte tarafa dönerseniz Santa Croce kilisesi. Sağa doğru
gidersek Signora meydanı ve etrafındaki yapılar görülüyor. Uffizi gayet
belirgin. Nehrin öte yanındaki Pitti sarayı ve havanın kapalı olmasından
kaynaklanan görüş bozukluğu nedeniyle pek seçemesem de Boboli bahçeleri. Karşı yakada iyice solda zar zor seçilen
Davud heykelinin bir kopyası ile Michaelangelo tepesi. Tam tepede sanatçının
yaptığı meşhur kilise. Bizim tarafta eski püskü görünümüyle tahminen Novella
kilisesi ve arkasında tren garı.
İniş. Ne yapacağımız pek belirgin değil. Çünkü yukarıdayken
yağmur atıştırmaya başlamıştı. Signora meydanına gideceğiz ve oradan Ponte
Vecchio ‘ya çıkacağız. Meydanın tam köşesinde Loggia del Bigallo mevcut. Buraya
terk edilmiş çocuklar bırakılıyordu. Duomodan ilerlerken küçük bir kilise
olduğu söylenen gene Medici ailesinin yaptırdığı Orsanmichele kilisesinin önünden
geçiyoruz. Basit bir bina ama duvarlarını süsleyen zarif heykeller seyredilesi.
Heykeller Donatello ‘dan. Ayrıca önemli bir tüyo. Buradan Floransa müzelerine
giriş için bilet alabiliyorsunuz. Haberimiz olsa buradan biletimizi alır Uffizi
‘yede, Academia ‘yada girerdik. Kısmet.
Yine Signora meydanındayız. Kalabalıkta en ufak bir eksilme yok. Sağa
sola bakıp sayısız fotoğraf çekiyoruz. Uffiziye doğru yönelirken belediye
binasının (palazzo vecchio) içine girdik. Ortada bir fıskiye. Sütunlar
harikulade. 2/5 ‘i yere dikey çizgilere sahip. Geri kalan kısmı tam olarak
kemerlerin birbirine birleştiği yere dek rölyefler içermekte ve burası daha
giriş. Duvarlar resimler ve bezemelerle kaplı. Bu kısım Vasari tarafından
dizayn edilmiş. Bizde pek bilinmeyen ama İtalya'da özellikle Toskana
taraflarında epeyce iz bırakmış bir sanatçı bu. Burada giriş için vaktin
azalmış olması, İtalyanların ağır çekim giriş yapanları araması nedeniyle biz
eşimle beraber Uffizi yolundan diğerleriyle buluşma noktamızı belirleyerek
köprüye yöneldik.
Dışarıda yağmur iyice hızlanmış. Ekşi sözlükte Floransa'ya yağmur çok
yakışırdı diye yazmışlar ama yağmur bu şehre gitmiyor kesinlikle. Uffizi'nin
portikolarından hızlıca geçerek yola çıktık. Buradan itibaren köprüye dek zenci
seyyar satıcıların markesinde ilerliyorsunuz. Elli avroluk bir çanta siz
durmayıp ilerlediğinizde on – on beş avroya dek düşüyor. Bu adamlar genelde
Senegalli. Ama sağlam yapışıyorlar bunu hatırlatayım.
Köprüye varınca merdivenlerden çıktık. Çift taraflı dükkanlar gerçekten de ağırlıklı
olarak kuyumcu dükkanları. Orta gözün üzerinde dükkanlar yok. Buradan nehri
seyredebilirsiniz. Burada da nehir üzerinde pek çok kürekçi görülebilir.
Manzara güzel. Uffizi tarafında üzerinizden geçip de Pitti Sarayından belediye
binasına dek giden gizli yol daha belirgin görülmekte. Burada İtalyanlar
Gerhard Wolf için bir plaket asmışlar. Bu Gerhard Wolf Floransa'daki Nazi
birliklerinin başındaki albay. Görevi müttefik ilerleyişini durdurmak için Arno
nehri üzerindeki tüm köprüleri uçurmaktı. Hepsini havaya uçurdu ama bu köprüye
kıyamadı. (Halbuki Yunanlılar Bursa'dan kaçarken benzeri Irgandı Köprüsü ‘nü
yıkmışlardı).
İleride Santa Trinita kilisesi var. Köprünün üzerinde mermer bir
kabartma (yada rölyef) var. Bu Floransalıların Sienalıları yenmesinin anısına
yapılmış.
Bundan sonra her zamanki gibi koşar adımlarla sabah tura
başladığımız yere doğru otobüslere dönmek amacıyla yol aldık. Karanlıkta pek
birşey seçememeksizin Floransa'nın zenginlerinin oturduğu semtlerden geçip
nehrin öte tarafındaki Michaelangelo tepesine ulaştık.
Burada daha öncede yazdığım gibi Davud heykelinin kopyası
sergilenmekte. Şehrin dışında bir yükseltide olduğu için geniş açıda şehri
görebilmekte. Nehir, eski köprü, duomo, belediye binası, santa croce akla ne
gelirse görülebilmekte. Gece de görüntü oldukça güzel. Şanssızlığımız havanın
yağışlı olması ve pillerimin bitmesi oldu. Burada bir büfe var. Oldukça pahalı,
uzak durun.
Sonuçta Floransa da mutlaka gelinip gezilmesi gereken bir
şehir.
-
Gelmeden önce festival yada eğlenceli bir dönemi yakalayıp ona göre
gezinizi ayarlayın. Mesela Haziran ayının üçüncü haftasında Piazza san croce
‘de rugby maçı yapılacak. Yaklaşık beş yüz yıllık bir gelenek.
-
Gezi için sabah 8 gibi yola koyulun. Orsan
michele'den bilet temin edemezseniz en azından Academia, Uffizi ve (veya) Pitti
sarayından bilet temin eder ortak bir noktada buluşup gezinize başlarsınız.
-
Mutlaka çan kulesine yada kubbeye çıkın.
-
Önemli noktalar arasında mesafe çok değil bununla
beraber önemli yerlere giriş sıraları uzun.
-
Akşam tripodunuzu kurun ve Michaelangelo
tepesinden çekim yapın.
0 Yorumlar
Yorumlarınız