Tire, Ödemiş ve olabilirse Birgi planlarımız arasında.
Selçukta planlarımın içinde. Ama nasıl gideceğiz önemli bir soru ve sorun. Bu
nedenle araç kiralamaya karar verdik.
Volkswagen Passat bir aracı ayarladık. Otomatik vites. 90 tl. den düşe düşe 85 ‘ e düşürebildim. Paslanıyor muyum ne. Sezon açılmadı diye ağlanıyorlar ama müşteri gelince de burunlarından kıl aldırmıyorlar.
Araç sabah erkenden otele geldi. Kontrol ettik bir sorunu
yok. Önce benzin aldık. Sonrasında Selçuk ‘un içine girip kahvaltı için
bir şeyler aldık. İsa Bey Camii'nin önündeki pastane mi börekçi mi ne desem
bilemeyeceğim ve hangisini dersem de tam doğrusunu bulamayacağım dükkanlardan
alışveriş ettik. Fena değil.
Tire görünüyor. Kasabanın
dışına doğru büyüme var. Düzenli apartmanlar inşa edilmesine rağmen
insanın gözünü tırmalamakta,rahatsız etmekte. Tren yolunu solumuza alarak devam
ediyoruz. Az sonra Tire-kutsan ‘ın girişinin önünden geçiyoruz. Ortalık kamyon
dolu. Meğerse akşam okuduğumuz gazaeteden öğreniyoruz ki kamyoncular ile firma
arasında anlaşmazlık varmış. Tüm kalabalık bundan. Sağa sapıyoruz. Uçsuz
bucaksızmış gibi görünen tarlalar tekdüze bir görünüm oluşturmuş. Sıcaktan uyumamak
için kendimi zor tutuyorum.
Ödemiş’ e giderken solda ağaçlık alanda ilk kurşun anıtı
görülüyor. Ardında da eski adı Hacı İlyas olan ilk kurşun köyü yer almakta.
Köylüler 1 haziran 1919 ‘da Yunanlılara karşı burada kurdukları cephede beş
altı saat direnmişler. Sonrasında direniş kırılmış ve Yunanlılar tüm köyü
yakmışlar. Günümüzde bu direnişin anısını yaşatmak amacıyla anıt inşa edilmiş.
Değişik bir öğretmenevi binası var. Müzelerde yolun
üzerinde. Yerel olarak Ödemiş köftesi adıyla anılan bir yemeği var ama
fotoğraflarını beğenmediğimizden pas geçtik.
Buradan güzel bir göl olan Gölcük ‘e ulaşılabilmekte. Burada
manzara çok güzel ve balıkta avlanabiliyor. Bununla beraber İzmir'in tek kayak
merkezi olan Bozdağ ve güzel olduğu söylenen Kiraz isimli belde de buradan
kolaylıkla ulaşılan yerler.
Bunula beraber yoğun göç veren Birgi son zamanlarda bir
cazibe merkezi olmuş durumda. Çok kişi ev almakta. Genelde iki katlı köy evleri
var. Yolu bozuk. Ama havadar,güneş tüm hışmı ile tepemizde dursa da direnç
veriyor, tepede olduğu için çok güzel bir manzaraya sahip ve ulaşım nedeniyle
de kalabalıklar gelip tılsımını bozamamakta. İnsanları ise dört dörtlük. Uzun
uzadıya anlatacağım burayı zaten.
Önce kurumuş dere yatağını aşmak zorunda kaldık. Yol
çalışmaları yapılmakta ama şu an sadece toprak yol var ve ya lastik patlarsa ne
yaparız diye düşünmedim değil. Neyse asfalta ulaşıp yokuş yukarı çıktık ve Ulu
Cami'nin yanındaki Umur Bey anıtının yanına park ettik. Buranın manzarası oldukça güzel.
Caminin karşısında oturan ahaliye Birgivi külliyesine gidişi
sorduk. Biraz ötesinde diye bildiğimiz Yılan kalesinin aslında 16 km ötede
olduğunu ve restorasyon halinde olduğundan görülebilecek pekte birşey
olmadığını öğrendik.
Yıldız ve oğlum
yokuşun başlangıcındaki çeşmeden su içip şişeleri doldurmaya başladılar. Ne
lüks. Su içilebiliyormuş. Çocukluğumdaki İstanbul'un çeşmelerinden içildiği
gibi.
Burada İmam Birgivi’
yi anlatırken aslında Birgi'den de bahsetmek gerekli. Bölgenin bilinen ilk adı
Dios Hieron. Güneş ile bağlantısı olan
bir isim bu. Sonrasında Roma ve ardılı Bizans eline geçti. Türkler bilgiyi ele
geçirdiğinde adı Pyrigion idi.
Türkmenler bir dönem yöreyi ele geçirdiyse de Bizans
tarafından püskürtüldüler. Ardından gelen Türkmen akınları yöreye Türk yerleşimini sağladı.
1304 ‘te şehir alındıysa Anadolu'nun en renkli olaylarından biri olan Katalan
paralı askerlerden oluşan Bizans ordusu toprakları geri aldı. Aydınoğlu Mehmet
Bey dört sene sonra yöreyi ele geçirip burayı başkentleri yaptı. Şehri ilk alan Tire Beyi ile Aydınoğulları
arasında çıkan savaşı Aydınoğulları kazandı ve yörenin tüm yönetimi ellerinde
kaldı.
Ardılı olarak gelen Umur Bey
tam bir savaş adamı idi. Bizans ve Frenk ordularıyla devamlı savaştı.
Onun döneminde Birginin önemi azalmış başkent İzmir yakınları olmuşsa da Umur
Bey ‘in Kadifekale kuşatmasında şehit olması nedeniyle Birgi ‘ye dönüş yapılır.
Ulucami ‘ye dönerken yol kenarındaki küçük bir kahvede çay
molası verdik. Belki küçük, iddiasız bir yer ama İstanbul'daki çoğu yerden daha
iyi. Hizmet olsun, uğraşmaları olsun, çayın lezzeti olsun her şey iyiydi.
Her şey dediğim gibi
merkezde dönüyor. Birgi'nin Ulu Camii gerçekten sıra dışı. Biz gittiğimizde bir
cenaze vardı. Biz girmeye çekinirken camide görevli bir kişi (ki şükürler olsun
Anadolu'da camilerinin tarihlerini bilip bunu insanlara anlatan çok sayıda
görevli var) bizi içeri davet etti. Vakti zamanında -1312 de yapıldığında - hamamı ve medresesi
olan külliyeden günümüze ne yazık ki cami ve türbe ulaşabilmiş.
Caminin içine merdivenlerden inerek ulaşılmakta. Karaköy'deki
Yeraltı Camii'nden sonra ilk kez böyle bir yere denk geldim. Ama benzersiz yanı
kubbesinin olmadığı gibi tavanının da düz olmaması. Beylikler dönemi camilerinin
küçük kubbeleri olması yada düz bir tavana sahip olması alışılageldik yapı
şekli iken Birgi'de caminin tavanı adeta gemi omurgası şeklinde.
Minber bir şaheser. Kündekari tekniği burada da kendini
gösteriyor. Ustasının Muzafereddin bin Abdulvahid olduğu sanılıyor. Kullanılan
ahşap tabii ki ceviz. Güneş sistemini nitelendiren yapının geometrik gelişimini
görevli arkadaş kolayca anlayacağımız şekilde anlattı. (Ha yine yapamam,yapmak
değil kafamda hayal bile edemem) Fakat mimberin kapısının başına gelenler
anlatmaya değer. Kapının üzerindeki geometrik işlemeri anlatmaya gerek yok.
Beylikler döneminin bence en iyilerinden. Başkaları da benle aynı fikirde
olmalı ki kapıyı çalmışlar. İngiltere'de bir kadın rastlantı eseri kapıya denk
gelir. Bir yerden gözü ısırmaktadır. Evine dönüp fotoğrafları gözden geçirirken
Birgi Ulu camiinin minber kapısına ait olduğunu görüp ihbar eder. Bir iki
yazışmadan , uğraşıdan sonra kapı ait olduğu yere geri döner.
Caminin içindeki sütun başlıkları devşirme malzeme. Çoğu ulu
caminin olduğu gibi eski bir kilisenin yerine yapılmış değil. Bununla
beraber dediğim gibi kimi yerlerinde devşirme madde kullanıldığı
gözlemlenebiliyor. Bunun en çarpıcı örneği arkaik dönemlere ait olduğunu
sandığım aslan geykeli. Caminin tam kenarında görülebilen bu aslan heykeli de
zamanın acımasızlığından nasibini epeyce almış gibi.
Camiden çıktıktan sonra neredeyse kurumuş dere yatağının
üzerindeki köprüden öte yakaya geçtik. Burada da Birgi'nin meşhur yapılarından biri,
Çakırağa Konağı yer almakta. Giriş 3 TL. Annem ve Öznur Abla ‘yı burada
müzekart sahibi yapıp içeri girdik.
Günümüzde müze
olarak kullanılan yapı 1761 ‘de Çakıroğlu Mehmet Ağa tarafından yaptırılmış.
Bahçesinde Birgi ve civarında bulunmuş olan Roma ve Bizans dönemi mermer
parçalar ile bir ik imezar taşı sergilenmekte. Yapının giriş katı yer
seviyesinden bir kat kadar aşağıda kaldığı için merdivenlerle iniliyor. Tipik
bir Türk evi olduğu için ilk kat bir nevi depo. Ahır,kiler, bekleme odası bu
katta görülebilecek alanlar.
Bir üst katta ise
misafir odaları yer almakta. Bu odalarda diğer yörelerdeki Türk evlerinden pek
farklı değil. Odalarda ve antrede kalem işleri hakim. Tavanlarda ise zarif
ahşap motifler görülebilir.
Bununla beraber
çizimlerin güzel olduğunu söylemek gerekli. Onun dışında konağın içerisindeki
kalem işlerinde ağırlıklı olarak çiçek
motifleri yer almakta. Restorasyon iyi yapılmış. Şimdilerde de önüne uzanan yol
asfalt döşenmekteydi.
Birgi de gezecek görecek epeyce detay var. Gördüğüm en güzel
yerlerden biri. Umarım bozulmaz.
Birgideki gezimizi
bitirip yola düzüldük gene. Güneş camı öyle bir ısıtıyor ki uyudum
uyuyacağım.Neyse Ödemiş ‘in içinden tekrar geçerek Tire yoluna düştük. Önce
benzin aldık. Gideceğiz dediğimiz yerler çok ama ne kadar benzinle gideriz
konusunda pekte bir bilgimiz yok.
Dönüş yoluna koyulurken Tire içinde bir miktar dolanmak
zorunda kaldık ki bu hiç birimiz için sorun oluşturan bir durum değildi. Güzel
bir yer Tire. Gezmek için, yemek için.
Buradan önce Efes ‘e girdik. Annemlerin Çakırağa Konağı ‘nda
aldıkları geçici müze kartlarını burada değiştirttik. Efes ‘e giriş 20 TL olmuş.
Önce tiyatroya tırmandık. Ardından ana caddeyi takip ederek Celcius Kütüphanesi'ne geldik. Teras evleri
kapalı olduğundan gene giremedik ve önündeki Hadrianus tapınağının önünden
geldiğimiz yolu döndük. Dönüş sırasında daha önceden girmediğimiz bir yola
girerek Meryem Ana Kilisesi ‘nin olduğu alana ulaştık.
Buradan Meryem Ana
‘ya da çıkalım dedik. Dolambaçlı yoldan önümüzde bir otobüs olduğu için ağır ağır
çıktık. Daha önceki gezilerde buraları anlattığım için bu kez detaya
girmiyorum. Bu kez akşama denk
gelmesinden olsa gerek epeyce tenha idi. Bir kaç japon,bir iki italyan dolanıp
duruyorlardı. Burada fazla vakit kaybetmeden Şirince ‘ye yöneldik.
Selçuk’a iniyoruz. Oklar kolaylıkla Şirince ‘ye götürüyor.
Sokaklarda dolaşıyoruz. Bir kaç şarap evine girip tadım yapıyor bizimkiler. Arada
bir iki yudumda oğlan sebepleniyor. Ban uzak şarap tadımı vb. İşin ilginci her
şarap evi bir diğerini kötülemekte.
İlginç bir düzen.
Şirince'nin çarşısını
dolandık bir müddet. Sonra geri dönüş için tekrar yola koyulduk. Dönerken bir
pazara rast gelip indik. İstanbul'dan pekte farklı olmayan fiyatlar ile
karşılaştıysak da elimiz kolumuz bağlı bir şekilde alışveriş yaptık. Sonuçta kırsal ve her çeşit meyve sebzenin
yetiştiği bir yerde dahi fiyatların yüksek olması pek hayra alamet değil.
0 Yorumlar
Yorumlarınız