Sabah erkenden uyandık. Erken dediysem 7:20 gibi. Sekiz
olmadan çıktık. Bora ile tam 8 ‘de buluşmak üzere sözleşmiştik.Tahmin ettiğim
gibi öncesinden oradaydı. Sorduğumda henüz indiğini söylediysede bunun kalıtsal
kibarlıklarından kaynaklandığına eminim. Allahtan erken inmişiz.
Kaldığımız Riad Hotelden Hama otobüs garajına değin yürüdük. Bora alem kız. Uç kişi 50 SP (yaklaşık 1 USD ) ödeyip taksi ile gideceğimiz yere yürüdük.
İlk hedef şövalyelerin kalesi Crac des Chevaliers. Güncel
adı ile Qalaat Hosn yani Hasan Kale de diyebiliriz.
Bunun için önce Homs (Humus) şehrine geçmek gerekli. Homs ‘a otobüslerle gidilebilmekte. (30 SP) Yolculuk yaklaşık bir saat sürmekte. Bununla beraber aynı yol garajın oradaki mikrobüsler ile de yapılmakta.
Neyse Homs garajında indik. Açlık hissetmiyorum,susamadım
da. (Fakat bizim tayfa Kore- Türk işbirliği ile alışverişe çıktı )
Başta Homs garajından bahsedelim sonrasında da üstün körü de
olsa şehirden. Kaleye ve diğer çeşitli yerlere giden mikrobüsler büyük
otobüslerin yolcu alıp indirdiği garın sağında kalmakta. Kalaat Hosn
dediğinizde zaten araçları gösteriyorlar yada sizi götürüyorlar. Şehrin Şam
yolu üzerinde olması nedeniyle canlı bir garı olduğunu söylemek lazım. Şehirde
üniversitenin de yer alması insan çeşitliliğini arttırmış durumda. Şehirde
gezebilecek pek bir yer yok. İçinde Halid bin Velid ‘in de türbesinin olduğu
aynı isimli bir cami ki resimlerden gördüğüm kadarıyla fazla iyi bir
restorasyon sonucu oldukça yeni görünmekte. Ayrıca bu camide büyük Türk
savaşçısı Baybars ‘ın da sandukası bulunmaktaymış. Bunu yazık ki Şam'da
öğrendim. Birde için de Meryem Ana ‘nın kemerinden bir parçanın olduğu iddia
edilen El Zennar isimli Süryani kilisesi görülebilir. Kalesi için yıkıntı
denilmekte. Gezginlerin pek uğramadığı yada bizim gibi garajından ötesine pek
geçmediği bir şehir.
Mikrobüse gelince. Bizim köylerden kasabalara giden minibüslerin mantığında çalışmakta. Tüm araç dolunca sabit bir bedel ödeyerek yola çıkıyorsunuz. Eğer beklemek istemezseniz, koltuk bedelleri araçtakilere pay ediliyor. Tabii ortalama Suriyeli bu bölüşüme pek yanaşmadığından boş koltukları sizin ödemeniz gibi bir seçenek kalıyor geriye. Ama frekansı yüksek hatlarda biraz beklemek yeterli.
Ama araçlar rezalet. Eskiden Aksaray'da yer alan dolmuşlar
gibi. Ama çok daha konforsuz. Koltuk araları daracık. Ben bile orta boylu
sayılmama rağmen çapraz durabildim. Koltuk sıralarının en sağında açılabilir,
iğreti bir mekanizma ile birer koltuk daha arttırılıyor.
Neyse bir yere geldik. Neresi Tanrı bilir. İnin dediler. Üçümüzde şaşkın bir şekilde birbirimize baktık önce. Sonra yolun aşağısında, ağaçların arasına pusuya yatmışçasına duran elemanı işaret ettiler. Gittik. Adam başı 100 SP ödeyerek döne döne kaleye doğru yola koyulduk.
Kale yolu epeyce
uzun. O nedenle yürürüm , giderim deme ve dediğinizi yapabilme imkanınız
yok. Uzunca bir süre tepe çıktığınız için manzarayı seyredin. Zaten yapacak
başka bir şey de yok.
Kale devasa, ele geçmez bir yapı. Krak, kale anlamına geliyor. Crac des chevaliers şövalyelerin kalesi demek kısaca. Zaten Hama'daki oteller kaleleri gezdiren özel turlar düzenlemekte. Fiyatları 25 ila 30 USD arasında değişen bu turlarda Crac dışında, Misyaf, Marqap (Merkep yani) ve Selahattin Eyyübi kalesini görme imkanınız olmakta. Bunlar içinde resimlerinden vardığım sonuca göre Misyaf sağlam görünümlü bir kale. Ben Misyaf ‘ı Şii kalesi sanıyordum ama Haşhaşilere ait olduğunu gördüm. Alamut'tan sonra en meşhur kaleleri burası imiş. Selahattin Eyyübi 1176 ‘da kendisine iki kez suikast düzenleyen haşhaşileri ortadan kaldırmak için kaleyi kuşatırsa da başarılı olamaz. Rivayete göre Haşhaşiler Eyyübi'yi tüm ailesini yok etmekle tehdit ederler. Bir diğer rivayette ise Haşhaşilerin reisi Reşideddün Sinan bir tepeden kuşatmayı izler. Selahattin Eyyübi adamlarını gönderirse de askerler bayırı tırmanırken aniden felç geçirirler. Durumdan çekinen Eyyübi çadırının etrafına kireç döktürür. Böylece çadırın etrafına yaklaşan birileri olup olmayacağını anlayabilecektir. Gece ansızın uyanır ve Reşideddün Sinan ‘ın çadırdan çıktığını görür. Yatağının kenarında bir not vardır. Notu okur ve sabah erkenden kuşatmayı kaldırır. Notta sadece şu yazar. “Sen elimizdesin”
Ayrıca meşhur Kadeş
Savaşı da bu kaleye yakın bir yerlerde yapılmış.
Kuşatmalar oldukça serttir ama savunucularda elit askerlerdir.1163 ‘te Nur ad-Din kuşatır başarılı olamaz. Arada olan pek çok deprem kuşatmalardan daha fazla zarar verir kaleye ama hepsi kolayca onarılır.1188 ‘de kalenin önünde Selahattin Eyyübi görünür. Askerleri kalenin önemli burçlarından birini ele geçirip kapıyı açsa da bu kuşatmanın sonunda kale hala Hospitallerin elindedir. Ama 1271 ‘de kale Memluklerin eline geçer. Çok güçlü bir ordu ve mükemmel kuşatma araçları ile şehri kuşatan bu kez Baybars'tır. Şövalyelerin Grand Master ‘i kaleyi vire ile teslim eder. Burada gene rivayetler devreye girer. Bunlardan birine göre grand masterden Kudüs’e giden mektup bir şekilde Müslümanların eline geçer. Baybars akıllı bir manevra ile Kudüs'tekilerin ağzı ile bir mektup yazdırıp Müslümanlarla anlaşma yapıldığını, anlaşmaya göre kalenin teslim edilmesi gerektiğini bildirir. Buna göre kalenin grand masteri kendinden yüksek bir makamdan gelen emri gerçek sanıp dinlediği için kaleyi kaybetmiştir. Bana göre külliyen palavra.
Kaleyi Arabistanlı Lawrance nam zat dünyanın en korunaklı, en etkileyici kalesi olarak nitelendirmiş ki bunu her yerde de yazıyorlar zaten. Ama işin ilginci gerçekten inanılmaz derecede müstahkem kaleyi bizimkilerin kullanmamış olması.
Tarihçesinden yapısına geçelim. Etrafında hendek vb yok.
Zaten bir tepenin üstünde kale. Etrafında rahatlıkla mangonel yada mancınık
gibi kuşatma aletleri kurabilecek bir yerde yok. Günümüzde bir tepe ve bir
bayır varsa da o devirlerde bunun kurulmamasını sağlayacak bir kule daha olması
gerekiyor o tepede.
Kalenin içinde daha girer girmez sol tarafta ahırları
görebiliyorsunuz. Sağlam duvarların ardında kala bu alanlar bir kaç kat. Bir
merdivenden indik ama yanımızda fener getirmediğimiz için daha aşağısına
gitmeye cesaret edemedik. Çeşitli odalara ve tünellere çıkan hatta katlara inen
ana koridoru takip ederseniz bu kez iç kalenin yamacına ulaşıyorsunuz. Burada
küçük bir hendek var ve içi su dolu. Zaten bunun aşağısındaki kısımda bir
zamanlar hamam olduğunu gösteren levhalar var.
Kaleden çıkmaya karar verdik. Bizi getiren adam dışarıda beklemede. Zerre İngilizce konuşamıyor. Biz otobana çıkıp servis beklemek istiyoruz, geçmez diyor. Haklı olabilir. Zaten tabut gibi daracık araba. Üç kişilik yer olan birini yakalamak mümkün değil gibi. Adamla tartışmaya başladık. Homs ‘a dek üç kişi 1500 SP dedi. "Yok, pahalı" dedik. Bu arada Koreli kız servisle gidelim derken sanki nasıl gideceğiz diye soruyor adeta. Ya üçümüz birden gideceğiz yada gitmeyeceğiz, seni burada yalnız bırakmayacağız dedim. Rahatlamış göründü. Bu esnada adam ana yola yaklaşınca 1200 SP dedi bu kez. Adam Arapça dışında başka hiç bir dil bilmiyor. Bizde ise sadece Koreli kız biraz Arapça bilmekte. O da pek ikna edici değil. Adam eline paraları alıyor,1200 SP oluşturup sallıyor. Ben yanındaki koltuktayım. Önce arkaya dönüp teklif bu diyorum. Uğur nötr, Koreli için her şey "gallin" (Arapça pahalı). Gel zaman git zaman biz 600 dedik, adam 700 ‘de ısrar etti. Sonunda adamın elinden parayı alıp 650 SP yaptım. "Tamam" dedim. O da tamam dedi. Bu Suriye'de işe yarar bir taktik. Bir kaç kez daha uyguladım. Sizden biri adamlarla fiyat için konuşurken karşı tarafla tıkanma yaşandığında devreye girin ve mantıklı ise orta fiyatı verin. Belki biraz kazık yemiş oluyorsunuz ama gerçekten üç kuruş için uzatmaya gerek yok.
Yolda gidiyoruz. Adam kendince bir şeyler anlatıyor. Başta Koreli adaşımı eşim sandı. Yok, eşim İstanbul'da. Birde velet var dedim. Kendinde iki evlat (veledin çoğulu) varmış. Başka bir şeyler daha anlattı. Anlayan kim. Sonra bizi bir araç solladı. “Servis” dedim. Demez olaydım. Adam önce servis şoförüne seslendi., ardından içinde garaj, polis gibi kelimeler geçen bir şeyler söyledi. Bizi indirdi ve servise bindirdi. Film gibi.
Homs'tayız gene ve garajda. Bu kez Hama ‘ya mikrobüsle
döneceğiz. Turist tarifesi çektiler. 50 SP ödedik. İçeride konuştuğumuz
Suriyeli ise sadec 32 SP ödediğini söyledi.
Konuştuğumuz çocuk Hama'da oturup Homs'ta Telekomunikasyon mastırı
yapan bir mühendismiş. Almanca biliyor. İngilizce konuşabilecek fırsatı
yakalayabildiği için sevindiğini söyledi. Hayali Türkiye'de yada Avusturya'da
çalışmak. "Hayırlısı" diyorum. Bizim takımların maçlarını seyrediyorlarmış
burada. Dün gece basketbolda İspanyolları yenmişiz. Takım çok iyi oynamış.
Seyretmedik deyince çok şaşırdı. Spordan
politikaya, Suriye Türkiye ilişkilerinden, Arapların kendi aralarındaki
münasebetlere kadar epeyce konuştuk. İyi eğitimli, aydın bir genç.
Saat kulesinin köşesindeki, siyah “Sultan” isimli dükkana
giriyoruz. Burada sabit kur üzerinden parayı bozduruyoruz. Komisyon almıyorlar.
Hatta 1000 SP ‘yi de bozduruyoruz. Arkamızdaki gişede ise adaşıma gene olumsuz
cevap vermişler. Yüzü gene asılıyor. Öteki gişeyi gösteriyorum. Umutsuzca
gidiyor ama ilk binliği bozdurunca ötekileri de uzatıyor gişedeki kadına. Ayrılırken
diyorum,"Ortadoğu'da kurallar yoktur, olasılıklar ve durumlar vardır"
Koreli dostumuzu otele bırakıp Apamea için yolumuza devam ediyoruz. Her geçen mikrobüs ve otobüsü durdurup soruyoruz. Cevap hep aynı. “Yok”. Bir tanesi artık otobüs olmaz,ancak taksi ile gidersiniz demeye çalışıp taksi taklidi yapıyor anlayabilmemiz için.
En sonunda başka bir durakta temiz yüzlü bir adam
görüyoruz. Bize garaja gidin, mutlaka orada bulursunuz diyor. Hava sıcak,
yürümeye cesaret edemiyoruz. Taksi en pratik çözüm. 28 SP tutuyor ama adam 50
SP istiyor. Sussun yeter ki deyip veriyoruz parayı.
Garajda, Apamea ‘ya sadece Alkadmus gider diyorlar. Saat
üçte tek sefer var. Yarım saatten daha fazla bir zaman var. Çocuklarla
konuşuyoruz. Epey zevzekler. Bize Tuğba Büyüküstün ‘ü soruyorlar. İstanbul'a
gelsek Tuğba'yı görebilir miyiz? Diyorlar. Hey Allah'ım. Adam cep telefonundaki
resimleri gösteriyor. Bu kadının uğruna ölecek ne kadar adam var bu ülkede. Ben
tanımam bile. Saçma sapan soruları bir tenisçinin topları karşılaması gibi
karşılıyorum. Bir ara Uğur ‘u araba benzetiyorlar. Neyse adam başı 35 SP
ödüyoruz. Otobüs şoförü adam başı 100 SP ‘ye bizi antik kente götürecek.
Kselbi denilen kasabaya dek otobüsle gidiyoruz. Gidiş sırasında Sheissar köyünden geçiyoruz. Burada iki tane naura var ama çalışmıyorlar. Hama'ya yakın tarafta, yolun sağında ise kale kalıntısı var. Onun dışında yol tekdüze.
Kselbi'de iniyoruz. Adam bizi özel aracına alıyor. Bir şeyler
gösteriyor, bir şeyler anlatıyor ama anladığım sadece Şamlı olduğu. Söylemese,
başka bir yerde görsem İspanyol derdim.
Tepeye doğru çıkıyoruz. Fakir evler. Tahminen
filistinillerin yaşadığı yerler.
Sağlı sollu çok sayıda sütun var. Onun dışında civarda taş
yığınları öylece durmakta. Acaba gelmese miydik? Etraf kertenkele dolu.
Toprakta çok sayıda, çoğuna rahatlıkla kolumun dahi girebileceği delikler var.
Geri dönüyoruz. Gişedeki görevli yerinde. Uğur ısrarla indirimli girmenin, adamsa sokmamanın derdinde. Israrla soruyorum içeride görülecek birşey var mı diye. Adam sonunda biriniz indirimli diğeriniz tam ücret ödesin girsin diyor. Uğur'a sorarsanız benim ısrarlarıma dayanamamış. İtalya'ya gitmenin artılarıda varmış demek.
İlerliyoruz. Upuzun bir yol boyunca etrafınızda sütunlar,
yürüyorsunuz. Arada bazı yapılarda çıkıyor. Ama çoğunluk sütun. Yaklaşık iki km
boyunca kırk metreye yakın genişlikle bir caddede yürüyoruz. Bin iki yüz
sütundan dört yüzü ayağa kaldırılmış. Tyche Tapınağı'nın oradaki kolonlar
üzerindeki yivler spiral şeklinde. Buradan az ötede, sağda tetrapilion ve
onunda biraz ötesinde on metreden yüksek, yolun ortasında bir başına duran ve
adak sütunu denilen dikilitaş yer almakta. Caddenin sonunda Antakya Kapısı'na
ulaşılıyor. Kapı hala sağlam. Buranın yakınlarında hamama yakın olmalıyız ki
künkler ve su borularından oluşmuş kompleks bir tesisat sistemini görüyoruz.
Restorasyon Belçikalılarca yapılmış. Ama bana sorarsanız daha kazacak çok alan
var. Nette Apamea ile ilgili çok sayıda siyah beyaz fotoğraf var. Neredeler?
Tahminen İngiltere yada Fransa'daki müzelerin depolarında.
Apamea İskender ‘in komutanlarından I. Nicator tarafından
kuruluyor. Nicator MO 300 ‘de kurduğu şehre Bactrialı eşinin adını veriyor.
Apama. Kızın babası ise Antakyalı Antiochicus. Apama zamanla Apamea ‘ya sonrada
günümüzde Afamia ‘ya dönüşmüş. Kısa sürede gelişen şehrin nüfusunun yarım
milyona ulaştığı söylenmekte. Suriye'de tetrapilionu olan dört antik şehirden
biri burası.
Antik kentin akropolisi günümüzde içinde bir yerleşimin
olduğu Madiq Kalesi. Burada da tapınak kalıntıları varmış. Kale olarak inşası
için 13. yüzyıl dönemleri verilmekte.
Elbetteki Osmanlı burada da yatırım yapmış. Hac yolu
üzerinde olduğundan kervansaraylar var. Bunlardan biri günümüzde müze olarak
kullanılıyor. Müzeye giremiyoruz. Halbuki güzel mozaikler var. Nasıl
döneceğimizi düşünürken hava kararmaya başlıyor. Tam o sırada planları İstanbul'a
göre yaptığımı anlıyorum. Oysa arada neredeyse bir saate yakın bir farkı var
hava kararırken.
Yoldan aşağıya doğru çocukların "hello, hello" diye seslenişleri arasında yürüyoruz. İftara az bir zaman kalmış. Yokuş yukarı çok sayıda motosikletli delice çıkmakta. Kalenin yamacındaki köşede Osmanlı camii yazan bir levha var ama caminin esamesi okunmuyor ortalıkta.
Caddeye iniyoruz. Garipseyen bakışlar var buradaki
insanlarda. Beş altı kişi bize bakıyor. "Selamın aleyküm" diye sesleniyorum.
Toparlanıp, "aleyküm selam" diye yanıtlıyorlar. Tehlikeler yada gerginlikler bu
coğrafyada bu şekilde savuşturulabiliyor.
Bir araç bizi adam başı 100 SP ‘ye Kselbi'ye taşıyor. Yolda
yüzlerce soru. Türkiye'den mal taşıyorlarmış. Ne kazandığımı soruyorlar. “1000
dolar” diyorum. Sanki çokmuş gibi
birbirlerine dönüp bir şeyler konuşuyorlar. Sanırım bu miktar buralar için çok
yüksek bir miktar.
Nihayet Kselbi'deyiz. Kselbi tarihçe olarak Bizans'a dek uzanan bir yerleşim. İsmi haç anlamına gelen salip kelimesinden türemiş. Sırada Hama'ya gidecek üç mikrobüs var ama sadece yolcu olarak biz ikimiz varız. Birazdan iftar olacak, millet orucunu bozacak ve öyle çıkacak. Şoför boş koltuklarını satın alırsak iki kişiyle gidebileceğini söylüyor. Ama çok az ekleme yapmış. Yine de epeyce hesaplı ama Uğur buna da karşı çıkıyor. Bekleyeceğiz.
Bekliyoruz da. Nihayet ezan sesini duyuyoruz. İftar oldu.
Ardından gençler motosikletleriyle yolları dolduruyor. İnanılmaz bir gürültü.
Bu arada mikrobüste yavaş yavaş doluyor. Umulmadık frapanlıkta güzel bir kız
görünüyor ortalıkta. Herkesin bakışı aynı noktada odaklanmış durumda. Kızın
gözden kaybolması ile beraber her şey eski haline dönüyor.
Kasabada bir apartmanın çatısında Eiffel kulesi yapılmış.
Prag'dakini gördüm, buradakini gördüm. Orijinalini görmek kim bilir ne zamana
kısmet olacak ?
Nihayet mikrobüs hareket ediyor. İlk geldiğimiz için en önde oturuyoruz. Ücret 43 SP. Ama bizden 45 SP aldılar.
Mikrobüsler alem. İçinde yolcular sigara içiyor. Bir
kişinin şişesinden pek çok kişi su içebiliyor. Şükürler olsun bize su ikramı
yapılmadı. Hele hava karardıktan sonra mikrobüslerin iç aydınlatmalarında
kullanılan kırmızılı, mavili lambalar hafiften mobilize pavyon havası vermekte.
Araçlar o kadar hırpani ki 80 km ile giderlerken bile sanki
tekerlekler yerden kesecekmiş gibi oluyor. Yolculukta kayda değer tek nokta
Shaissar'daki nauraların aydınlatılmış halini görmek oldu.
Hama garajında inince üşenmedik otele dek yürüdük. Yine
Alibaba'da ama bu kez tavuklu dürüm benzeri bir şey yedik. (75 SP/adam başı)
Sürdükleri sos taratora benziyordu ve epeyce lezizdi.
0 Yorumlar
Yorumlarınız